Nihat Kentel
Her türlü ekonomik sistem doğal olarak mikro düzeydeki işletme bünyelerinde temellenir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan snra artı değer ve sömürü kaynakları üretim yeri ölçeği ile sınırlı olmaktan çıktı. Neoliberal dönemde işçi sınıfının mücadele gücünün kırılması sömürünün de şantaj yoluyla katmerlenmesine yol açtı. Bu dönemde katmerleşen sömürü dünya üzerindeki dengesizliklerin daha da artmasına yol açarak karmaşıklaştı ve ülke dışına taştı.
Bundan 30-35 yıl kadar önce ortaya çıkan ve bugün adına neoliberal dediğimiz dönemin en belirleyici özelliği finansal sistemin ulaştığı olağanüstü boyut. Bu son dönemde gittikçe artan ölçüde spekülatif amaçlı, özel kişiler tarafından biriktirilmiş finansal varlık birikimi, üretim yapısı için gerekli olan sermaye miktarı ile bağdaşmayacak büyüklüklere ulaştı. Birikmiş olan bu servetler, toplumu oluşturanların çoğunluğunun servet sahibi olmamasına rağmen, toplumların kaderini belirlemeye ve onları dönüştürmeye başladı.
Servet birikimi ve sermaye egemenliği toplumun her kesimine kâr dürtüsünü temel yaşam felsefesi olarak dayattı ve içinden çıktığı toplumun dışında dünyanın her noktasını ele geçirerek kendi nesnesi haline getirmeyi başardı. Özel ellerde birikmiş olan servetler sürekli olarak “kârlı“ alanlar arayışında çöreklendikleri her yeri çöle çevirmeye devam ediyor.
Bu öyle güçlü bir servet ki, devletlerin de desteğiyle, hatta devletlerin çok önemli bir aktör olarak finansal pazarlara girmesiyle gücüne güç kattı, önemli bir ivme kazandı.
Neoliberal propagandanın etkisiyle oluşan kamuoyu, kamu mülkiyetini değersizleştirdi ve devletlerin bir türlü yakası kapanmayan bütçeleri karşısında özel sermayenin iş bilirliği ön plana çıkarıldı. Servet yaratımı ve neoliberal tarzdaki sermaye birikimi “kâr yapamadıkları ve ekonomiye yük getiriyor oldukları” gerekçesiyle devlet işletmelerinin özelleştirilmesini gerektirdi. Kamu mülkiyeti, özel mülkiyete peşkeş çekildi. Zamanla eğitim ve sağlık gibi toplumun ayakta kalması için elzem olan alanlar bile özel sermayenin konusu haline geldi. Bu gelişme, daha sonra oluşan yoksulluğun tabana yayılmasında ve gelir dağılımının bozulmasında önemli bir rol oynadı.
Etkisi iyice azalan kamunun karar alma yeteneğinin törpülenmesi sonucu neyin üretileceği tümüyle büyük servetlerin zaten egemen olduğu pazarların insafına terk edildi. Bir zamanlar bireysel özgürlüğün sembolü olarak takdim edilen serbest piyasa, herhangi bir servete hükmedemeyenlerin servet sahiplerinin boyunduruğu altına girdiği bir egemenlik alanına dönüştü.
Finans sektöründe ve servetlerde göz alıcı büyüme
Dünya ekonomisi 1980’lerden 2010’lara kadar yaklaşık on kat büyüdü. Aynı süre içinde menkul ve gayrimenkul piyasalarında kâr peşinde koşan servetler 20 kat büyüdü.
Servet şişkinliğinin ardında yatan ana nedenlerin başında, belki de ilk sırada, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan büyüme hedeflerini gerçekleştirebilmek için devletlerin yaptığı yoğun borçlanma yer almakta. Batı’nın kapitalist devletleri, başta Avrupa’dakiler olmak üzere, II Dünya Savaşı sonrasında oluşan politik ortamda sosyal harcamaları artırmak zorunda kaldı. Bunun için gerek duydukları kaynakları da ancak büyüme hızından daha yüksek faiz oranları ile borçlanarak sağlayabildiler. Bu kamu yatırımları bir yandan ulaşımdan eğitime, sağlıktan temel ihtiyaç maddelerine bir dizi alanda halkın mal ve hizmetlere daha ucuz erişimine imkân sağlarken, aynı zamanda servet sahiplerinin de elindeki varlıkların çok hızlı birikmesine yol açtı.
Devletlerin ekonomi içinde böylece artan önemi ve Merkez Bankaları ile karşılıklı yaptıkları finansman paslaşmaları servet şişkinliğini neoliberal dönemde yerleşik bir olgu haline getirdi. Bu durum, küreselleşme adı altında mal ve sermaye akımlarının serbestleştirilmesi ile desteklendi. Neoliberalizmin politik desteğinin sağladığı olanaklarla finans merkezlerindeki aktörlerin gözleri açıldı. Önlerindeki sonsuz olanakları keşfettiler ve altına hücum misali bu bereketli servet tarlasına yeni yaratılmış finansal araçlarla saldırdılar. Finansal piyasalarda devreye sokulan yeni araçların da yardımıyla ABD ve Avrupa’dan piyasada dolaşan para miktarı hızla arttı.
Artan servetler ve ortaya çıkan yeni imkânlar, finans sektörünü şişirerek dünyanın en büyük sektörlerinden biri haline getirdi. Bu finans merkezleri yarattıkları kaynakları paylaşmanın yanı sıra oluşturulan yeni kurumlar aracılığıyla kaynakları kat be kat arttırılabileceklerinin de farkına vardılar. Bu da finans sektörünün gelişmesine azami katkıyı yaptı. Servet birikimi furyasında onları kimse tutamaz oldu. Hedge fonları, yatırım bankaları, merkez bankaları, vergi cennetlerinden yönetilen para şirketleri, derecelendirme kurumları el birliğiyle bir servet denizinin oluşmasını sağladı. Bu şekilde gelişen finans endüstrisi New York ve Londra başta olmak üzere dünyanın 10-15 merkezinde yoğunlaştı.
Finans sektöründeki bu göz alıcı büyüme bir yandan servetlere servet katılmasına imkân sağlarken, bir yandan da devletleri borç batağına sürükledi.
Sömürünün finans sektörü eliyle yaygınlaşması
Finansal küreselleşme ile eş zamanlı olarak ortaya çıkan bilgiişlem ve iletişim teknolojileri ve çok genişleyen ulaştırma olanakları, neoliberal ekonomik sistemin tamamlayıcısı haline geldi. Önce PC, sonra laptop, şimdi de son derece gelişmiş akıllı telefonlar ve tabletler piyasaların hızına erişmek için insanların tüketmesi zorunlu aksesuarların arasına girdi. Artık sadece konut değil, bu yeni teknolojik ürünlerin yaşamın tüm alanına girmesi, insanları daha fazla tüketime ve dolayısıyla borca sürükledi. Bu yeni teknolojiler üretimin dünya üzerindeki yerleşmesinde sermayeye muazzam bir esneklik sağlarken yepyeni sömürü biçimlerini de ortaya çıkarttı. Üretim sürecinde işgücünün yerini giderek daha fazla oranda makinelerin alması sonucunda emek gücü sömürüsü kolaylaştı ve ücretler görece düştü. İşgücü eğretileşirken ve esnek ve güvencesiz çalışma koşulları sonucunda ‘prekarya’ adı verilen bir çalışan kesim ortaya çıkarken, bu işyeri koşullarının bir sonucu olarak sendikasızlaşma tüm dünyada egemen hale geldi. Bu koşullar işçi sınıfının örgütlenme sorunları ile üst üste gelince sermayenin egemenliği güçlendi ve servet birikimi hızlandı.
Üretimin zamanda ve mekânda parçalanabilir olması, daha önce tek tek işyerleri ile sınırlı olan sömürünün, üretimin tüm diğer safhalarını da içine alacak biçimde genişlemesine yol açtı. Böylece, daha önce ülke içinde emek sahiplerinden sermaye sahiplerine doğru olan değer aktarımları, küresel bir ölçek kazandı.
Küresel ölçekte meydana gelen bu yeni ve daha öncekilere oranla çok daha büyümüş olan emek sömürüsü, gelişmiş Batı ülkelerinde finansal piyasalar eliyle büyütülen servetlere eklendi. Alt sınıflardan ve işçi sınıfından çalınan miktarların yanı sıra, örneğin emeklilik kasalarına yatırılan birikimlerden, kamudan kaçırılan vergilerden yaratılmış birikimlere kadar geniş bir yelpazedeki servetler daha da şişti. Bu servet kayması gelir dağılımında şiddetli bozulmalara yol açtı.
Neoliberal kalkınma modeli, bilgiişlem ve iletişim teknolojileri, ucuzlaşan ve hızlanan ulaştırma imkânları, yeni ticaret ve finans politikaları sayesinde, sömürünün daha önceden gözlemlediğimiz tek bir üretim yerindeki sınırlarının dışına taşması ve sistemik hale gelmesidir. Sömürüde yaratıcılığın sınır tanımaması, Batı’daki servet sahibinin Bengladeş’teki işçinin emeğini sömürmesi demektir.
Ne pahasına?
Günümüzde küresel ölçekte gerçekleştirilen sermaye birikimi bir dizi eşitsizlik üzerine kurulan bir süreçtir.
Finans krizi adıyla ortaya çıkan ve dünya halklarının yaşam alanlarını hallaç pamuğu gibi atan, durulduğunda hiçbir şeyi eski yerinde bırakmayan ama çok daha kötü koşullarda yeniden yaşamaya zorlayan krizler servetlere hiç el sürmeden, gelir dağılımının bozulması pahasına çözülmeye çalışıldı.
2008 krizi de sermayenin yüzdüğü piyasaları sığlaştırmadan, gelişmekte olan ülkeler üzerindeki baskıyı biraz daha artırarak, bu ülkelerdeki işçi sınıfının daha da katmerli sömürülmesi ile aşılmaya çalışılıyor hâlâ. Bunun en çarpıcı örneği Bengladeş’te çöken fabrika ve altında kalan binlerce işçi.
Ülkeler içindeki emek gücünün ve üçüncü dünya halklarının sömürüsü, aynı zamanda Batı’nın aşırı şişirilmiş finansal piyasalarının yarattığı rantlardan da besleniyor.
Günümüzde sömürünün ve servet birikiminin ana mekanizmaları arasında yer alan finansal piyasaların küreselleşmesine en iyi cevap, emekçilerin bu politikalar karşısında birleşmesi olacaktır. Yunanistan ve Syriza örneğinden de çıkartılması gereken ders, finans sektörünün ortak çıkarlarını savunan devletler karşısında emekçilerin ortak çıkarlarını savunmaktır.