ZOMBİLER KAZANACAK
Son dönemde kurulu düzenin yerle bir olduğu ve insanlığın en büyük düşmanı olan zombilere karşı ölüm-kalım mücadelesi verdiği film ve diziler yine patlama yaptı. ‘The Walking Dead‘ ve ‘Z-Nation‘ bu dizilerin en bilinenleri arasında. Yaşadığımız dünya altüst olmuş, elektrik olmadığı için hiçbir şey çalışmıyor, üretim durma noktasına gelmiş, yönetenler eskiden bu yana süregeldiği gibi yönetemediği gibi, yönetilenlerin de eskiden olduğu gibi yönetilmeye hiç mi hiç niyeti yok. Aralarında sınıf, ırk, dil, din, cinsiyet gibi kavramları gözetmeyen zombi kitleleri, bize ne kadar dehşet verici olarak yansıtılmaya çalışılırsa çalışılsın, aslında sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kurmak için harekete geçiyorlar.
Kıyamet ve sonrası
Zombi filmleri büyük ölçüde bir kıyamet sahnesiyle başlıyor. Her şey yolunda giderken, yani savaşlar, ırkçılık, açlık, iklim değişikliği, yoksulluk ve zenginlik, sınıflar ve sömürü, kısacası kapitalizm dünyayı kasıp kavururken, bir anda bir yerde, genellikle dev şirket gökdelenlerinin gölgesindeki bir büyük şehirde, görünürde hiçbir sebep yokken birileri birilerini ısırmaya başlıyor, her ısırılan bir başkasının peşinden koşmaya, onu da ısırmaya çalışmaya başlıyor. Isırılanlar hastalanıyor, ölüyor ve başkalarını ısırmaya/yemeye hazır birer zombi olarak tekrar diriliyor.
Bu şekilde birbirini “örgütleyen” sayısız zombiyi, bir yerlere sığınarak hayatta kalmaya çalışan insanları kovalarken buluyoruz. Çok kısa bir sürede bildiğimiz dünya çöküyor, ne devlet, ne silahlı kuvvetler, ne eğitim kalıyor. Hayatta kalmayı başaranlar, bir yandan avcı-toplayıcılık, öte yandan küçük ölçekli tarım yaparak karınlarını doyurmaya çalışırken, diğer insan gruplarına karşı yağma seferleri de düzenliyorlar. Grupların içinde hiyerarşi kaçınılmaz oluyor; daha güçlü ve otoriter bireyler, grubun yöneticiliğini yapmaya başlıyor. Zaten gruplar güçlü bireylerden oluşuyor; zayıf kişiler “doğal seçilimle” ölmeye ya da zombilere yem olmaya, zombileşmeye mahkûm durumda. Gruplar bir yanda kendi içlerinde birbirleriyle rekabet ederken, öte yanda diğer gruplarla rekabet ediyor. Bu rekabet nedeniyle, zombilerin aksine, bir arada ve örgütlü mücadele etme imkânları sınırlı seviyede kalıyor. İşin aslı, soylarını ortadan kaldırmak için zombilere bile gerek yok; bu işi kendi başlarına daha güvenilir bir şekilde gerçekleştiriyorlar.
Zombi cephesi
İnsanlar böyleyken, zombi cephesinde ise özünde yeni bir dünya talebi görüyoruz. Zombilerin temel özelliği, son derece eşitlikçi olmaları. Yemek yerken dahi aralarında sınıf farkı ve hiyerarşi yok. Hiç biri yanındakinin ten rengini, konuştuğu dili sorgulamıyor. Aralarında rekabet olmadığı için, birlikte hareket etme yeteneğine sahipler. Bu da yaşayanlar karşısında en önemli avantajlarını oluşturuyor.
Zombiler sadece mevcut doğal kaynakları kullanıyor. Doğayı tahrip etmiyor, ağaçları kesmiyor, suları kirletmiyor, sanayi üretiminde bulunmadıkları için etrafa zehir saçmıyor. Artık değer biriktirmek gibi bir dertleri olmadığı için, fazla ürünü depolayacak kilitli kapılı dev tesislere ihtiyaç duymuyorlar. Miras bırakacak bir şeyleri olmadığı için aile kurumuna da ihtiyaç duymuyorlar; sosyal sınıfları olmadığı için devlete de ihtiyaç duymuyorlar. Yaşayanlara göre çok daha makul ve kabul edilebilir bir hayat sürdükleri söylenebilir.
Sınıfsız ve sömürüsüz dünya
Bütün bunlar sadece beyaz perdede seyrettiğimiz bir kurgu mu? Zombiler hayal ürünü mü, yoksa gerçekten varlar mı? Aramızda yaşıyor, bizleri ısırmak üzere doğru ânın gelmesini mi kolluyorlar?
Korku filmleri söz konusu olduğunda akla ilk gelen isim olan George A. Romero, “Yaşayan Ölüler” dizisinin “Survival of the Dead” (Ölülerin Kurtuluşu) başlıklı altıncı bölümünde toplumsal sınıfların arasındaki uçurumları ve sosyal ilişkilerin kopuşunu ele alıyor. Zombiler, toplumsal sınıfların alt katmanlarına karşılık geliyor. İşçiler, ezilenler, yoksullar, eşcinseller, ötekiler… Emeklerini satarak yaşamak zorunda olan milyonlarca insan, aralarında uzlaşmaz sınıf çelişkilerinin bulunduğu egemenleri, sermaye sahiplerini, şirketleri, devletleri ölesiye korkutuyor. Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan, bu yüzden de aralarındaki rekabet ilişkisi asgari seviyede bulunan işçiler, “yaşayanlar” için en büyük tehdit. Birinin varlık nedeni, öbürünün yokluk nedeni.
Daha da tuhafı, toplumdaki sınıfların varlığı, zombilerin sayısını her geçen gün artırıyor, “yaşayanlar” için dünyayı daha da tehlikeli bir yer haline getiriyor. Hemen her gün dünyanın herhangi bir yerinde zombilerin ayaklanmasına tanık oluyoruz. Kimi zaman ABD’de kapitalizm karşıtı bir ayaklanmada karşımıza çıkıyorlar, kimi zaman İspanya’da sosyal kesintilere karşı mücadele ederken, Hong Kong’da antidemokratik seçim sistemine isyan ederken, Gezi parkında üç beş ağacı kurtarmaya çalışırken ya da Yatağan Termik Santrali‘nde özelleştirmeye karşı direnirken.
Sınıfların varlığı bir yandan “yaşayanların” sonunu hazırlarken, öte yandan zombilerin sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya mücadelesini güçlendiriyor. Bakmayın filmlerde zombilerin kan döküp insan yemesine, dünyanın bütün zombileri birleştiğinde daha güzel bir dünyaya uzanan yolun kapısı, bir damla bile kan dökülmeden, ardına kadar açılacak.