Türkiye normalleşirken AKP ile burjuvazinin barışı
Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildikten sonra müjdeyi vermişti: Artık yeni bir Türkiye vardı. Erdoğan ile patronlar kulübü TÜSİAD’ın arasındaki buzların erimesi, bu Yeni Türkiye’yi en kestirmeden anlatan gelişme oldu.
Gerçekten de Türkiye uzun bir normalleşme sürecinden geçiyor. Koca Osmanlı imparatorluğu 20 yılda yıkıldı ve yerine yeni bir devlet hızla kuruldu, ama toplumun değişimi, kâğıt üzerinde devlet kurmak ve reform yapmak gibi olmuyor. Halkın kendi yapmadığı devrimi toplum mühendisliği ile yapmaya kalkınca, bir zamanlar İdris Küçükömer’in “sol sağdır, sağ da soldur” sözünü etmesine neden olan kaotik bir düzen ortaya çıkıyor ve taşların yerine oturması uzun zaman alabiliyor.
TÜSİAD, MÜSİAD
Toplumsal dinamiklerin kalın bir sis perdesinin altında kaldığı, perdenin ön tarafında ise aktörlerin rollerini sürekli değiştirdiği bir oyunun içinden geçiyoruz uzunca bir süredir. AKP’nin esas kimliğinin kapitalist sınıfın partisi olduğunun görmezden gelindiği bu oyunda, AKP sadece İslamcı kimliğiyle algılanıyor ve bu kimlikle sorunu olan tüm taraflar AKP’nin karşısında konumlanıyor. Böyle olunca kapitalist sınıfın temsil örgütlerinin AKP ile ilişkisi de sadece dinsel kimlik üzerinden yorumlanıyor. TÜSİAD, Laik kimliğin büyük savunucusu olarak, AKP karşıtı kabul edilirken, Müslüman kimliği benimseyen MÜSİAD AKP yandaşı olarak biliniyor. Oysa, TÜSİAD ile MÜSİAD’ın ekonomik politika önerilerini birbirinden ayırt etmek neredeyse imkânsız.
Türkiye hakkında pek fikir sahibi olmayan bir sosyal bilimci Türkiye’de iktidar ve burjuvazi arasındaki ilişkileri inceleyecek olsaydı, TÜSİAD’ın daha çok büyük burjuvaziyi, AB ve ABD sermayesine yakın grupları temsil ettiğini, buna karşılık MÜSİAD’ın daha ziyade zengin kapitalist ülkeler dışındaki ülkelerle iş yapan orta büyüklükteki sermayeyi temsil ettiğini saptardı. Her ikisinin de iktidarla ilişkilerine ve AKP döneminde göreli konumlarının nasıl değiştiğine baktığında, her dönem olduğu gibi bu dönem de iktidarın kendi zenginlerini yarattığını, bu yeni zenginlerin çoğunlukla Müslüman kimlikli sermayedarlar arasından çıktığını, buna karşılık büyük sermayenin hâlâ büyük olmaya devam ettiğini bulgulardı.
Analizi biraz daha genişlettiğinde, ekonominin büyüdüğü, yani pastanın büyüdüğü dönemlerde (2002-2007 döneminde) hem çalışanların, hem de sermayedarların daha fazla pasta yiyebildiğini, pastanın büyümesinin yavaşladığı zamanlarda (2007-2014) ise çalışanların payına düşen pasta miktarının pek değişmediğini, buna karşılık pastada bir artış olursa bunun sermayeye gittiğini gözlemlerdi. Yani iktidarla sermaye kesimi arasındaki ilişkilerde hiçbir tuhaflık gözüne çarpmazdı.
Oysa, Türkiye’nin yakın dönemini bilen herkes AKP iktidarının başından beri TÜSİAD’ın, AKP ve Erdoğan ile arasının pek iyi olmadığını, bazen yükselse, bazen alçalsa da, her zaman bir gerilim olduğunu bilir.
Büyüme yavaşlarken
Tek tek büyük sermayedarlar için tam böyle olmasa da, sermayenin temsil örgütü olan TÜSİAD ile AKP arasındaki gerilim küresel krizden bu yana daha da yüksek. Bu da çok anlaşılabilir bir durum. Çünkü 2001-2007 döneminde Türkiye’nin ortalama büyüme hızı yüzde 7 iken, 2008-2013 döneminde bunun sadece yarısı kadar: yüzde 3,7. Bu hızın düşmesi sadece Türkiye’de değil, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere büyümenin yavaşladığı her yerde sermaye örgütlerinin iktidarı eleştirmesine yol açıyor.
AKP’nin ilk döneminde TÜSİAD, ekonomi politikalarını hararetle desteklemiş ve ekonomide sağlanan istikrara methiyeler düzmüştü. Ancak 2007’den sonra siyasetteki gerilim artıp üzerine bir de küresel kriz yüzünden büyüme yavaşlayınca TÜSİAD’ın daha önce sosyal ve siyasî konularla sınırlı kalan eleştirileri ekonomiyi de kapsamaya başladı.
TÜSİAD’ın AKP eleştirilerinin arkasında yatan bir diğer ekonomik unsur, pasta paylaşımında iktidara kültürel olarak yakın grupların görece daha iyi konumda olması.
Fakat şimdiye kadar TÜSİAD’ın AKP eleştirilerinin en ağırlıklı bölümünü AKP’nin sosyal ve siyasî konulardaki pozisyonları oluşturmuştu.
TÜSİAD açısından AKP eleştirileri ne kadar anlaşılabilirse, AKP açısından da TÜSİAD eleştirisi o kadar anlaşılabilir. Kurulduğu 1971 yılından bu yana TÜSİAD, Özal hükümeti de dahil olmak üzere tüm iktidarlarla benzeri gerilimler yaşamıştır. İktidarlar açısından da, her türlü işbirliği devam ederken, kamuoyu önünde Türkiye’nin en zengin 500 ailesine laf söylemek, doğal olarak geri kalan 75 milyonun sempatisini kazandırıyor.
Bu nedenle TÜSİAD-AKP ilişkilerinde sadece perdenin önünde oynanan oyuna bakmakla yetinmek, perde arkasında devam eden çok daha yoğun ve yakın ilişkileri görmemek, sermaye kesimi ile iktidar arasındaki ilişkinin gerçek boyutlarını yanlış yorumlamaya yol açabilir.
Erdoğan’dan fırça
Perdenin önündeki gelişmelere baktığımızda, bir TÜSİAD toplantısına Erdoğan’ın en son üç sene önce katıldığını görürüz. O tarihten itibaren Erdoğan TÜSİAD’a neredeyse ambargo uyguluyordu. Hele son bir sene içinde, Gezi ve ardından 17 Aralık sürecinde TÜSİAD da, Koç ve Boyner gibi TÜSİAD’ın etkili üyeleri de Erdoğan’ın doğrudan hedefi olmuştu. Buna karşılık, TÜSİAD’ın ileri gelen aileleri yatırımlarına devam etti, Erdoğan da bu yatırımların açılışına davet edildi ve bu davetlere icabet etti.
Fakat tek tek sermayedarlardan sonra, sermayenin temsil örgütü olarak TÜSİAD’ın Erdoğan’ı davet etmesi ve Erdoğan’ın da bu davete icabet etmiş olması, AKP-TÜSİAD arasındaki ilişkilerde bir değişim olduğunu gösteriyor.
TÜSİAD-Erdoğan buluşması, basında TÜSİAD’ın Erdoğan’dan fırça yediği şeklinde yorumlandı. Ancak konuşma bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Erdoğan’ın satır arasında verdiği mesaj şuydu: Benim aldığım yüzde 50’lik halk desteğine saygı duyun; saygı duymasanız bile buna itiraz etmeyin. Eğer siyasette önüme taş koymazsanız, ben de ticarette size sorun çıkartmam; ama eğer siz bana sıkıntı çıkartırsanız, bilin ki benim de elimde size sıkıntı verebilecek yeteri kadar araç var ve bu araçları kullanmaktan çekinmem.
TÜSİAD ise ekonomideki beklentilerini sıralayarak bu beklentiler yerine geldiği sürece, sosyal ve siyasî projelerde dozunda bir eleştiriyle yetineceğinin işaretini verdi. Sonuç olarak, büyük burjuvazi ve iktidar arasında bir zamanlar yerinden oynamış taşlar artık yerine oturuyor.
Fakat zaten başka nasıl olabilir ki? Kapitalist bir ülkede büyük burjuvazinin temsil örgütü ile kapitalist devlet aygıtının başındaki ismin kavga içinde olması zaten düşünülemez. Büyük burjuvazisi ile sürekli kavga eden bir iktidar olamayacağı gibi, iktidara düşman bir burjuvazi de olamaz. Bu ikisi arasında Türkiye’de 2007-2014 döneminde olduğu gibi şiddetli geçimsizlik ancak arızî olabilir. Yerini olağan durum olan uyum ve karşılıklı etkileşime bırakmak zorundadır.
İktidar-sermaye ilişkileri
Peki TÜSİAD ve AKP iktidarları arasında neden bir çatışma vardı ve ne oldu da şimdi barıştılar?
Bu sorunun cevabı Türkiye’de devletin niteliğinde saklı. AKP iktidara gelmiş, ama devlete egemen olamamıştı. Devlet kurucu ideolojisi gereği, büyük burjuvazi ile çıkar birliği içindeki asker-sivil bürokrasinin denetimi altındaydı. TÜSİAD devletin şimdiye kadar aslî sahibi olmuş kadroların yanında, devlete egemen olmak isteyen AKP’ye karşı oldu. Ama bu mücadeleyi AKP kazandı. AKP’nin devlet üzerindeki etkisi zaman içinde genişledi. Cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesiyle bu süreç tamamlanmış oldu.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin arkasından AKP liderliğini ve başbakanlığı Davutoğlu’nun üstlenmesinden sonra, AKP’nin iktidar gücünü kullanmasının önündeki son engeller de temizlenmeye başlandı. AKP’nin yüzde 50 civarında oy olması, bu partinin üç seçimdir tek başına iktidar olması, bir sonraki seçimlerde de Meclis çoğunluğunu elde etmesinin kuvvetle muhtemel olması, ikinci kez cumhurbaşkanı çıkartması, askerin ülke yönetimindeki ağırlığının azalmış olması, yargı bürokrasisinin zayıflamış olması, Türkiye’nin artık normalleşmiş olduğunu gösteriyor. Askerin askerlik, yargıcın yargıçlıkla yetinmeyi öğrendiği bir ortamda sermayedar da sermayedarlıkla yetinmeyi öğreniyor.
AKP-TÜSİAD ilişkilerini olması gerektiği gibi, yani iktidar-sermaye ilişkileri olarak okumaya başlayınca, resmin içindeki diğer aktörlere de bakmak gerekir. TÜSİAD büyük burjuvazinin temsil örgütü, fakat sermaye sınıfının içinde büyük burjuvazinin dışında başka katmanlar da var.
Ekonomik soyutlama düzleminde dünya ve tarih ölçeğinde tek bir kategori olarak kavramlaştırılsa da, “burjuvazi” aynı zamanda sosyal, siyasal ve kültürel boyutları olan tarihsel bir kategoridir. Bütün bu boyutlarıyla somut olarak burjuvazi, ulus-devletle aynı süreçte evrildiği için ülkeden ülkeye farklılıklar gösterir, belli bir ülkede de kendi içinde sermaye büyüklüğü, devletle ilişkiler açısından bir çeşitlilik barındırır; etnik, bölgesel, sosyal, siyasal ve kültürel açılardan farklılaşan kesimlerden oluşur. TÜSİAD, TOBB, MÜSİAD, TUSKON ve bir dizi benzer örgütlenme böyle farklılıkların yansımasıdır.
Büyümenin yavaşladığı ve paylaşım savaşının şiddetlendiği dönemlerde burjuvazinin farklı kesimleri arasında ekonomik çıkar farklılıkları da daha bariz biçimde ortaya çıkabilir. İktidar açısında bir bütün olarak sermaye sınıfı ile iyi ilişkilerin sürdürülmesi esas olsa da, iktidarların niteliklerine ve ekonomik koşullara göre sermaye sınıfı içinde daha yakın ilişki kurulan kesimler, daha yoğun işbirliği yapılan örgütlenmeler değişebilir.
AKP şimdiye kadar sermaye kesiminin içinde TÜSİAD’ı karşısına almış, buna karşılık TOBB, MÜSİAD ve TUSKON’a daha yakın bir söylem tutturmuşken, şimdi bu tabloda değişiklikler olduğu görülüyor. AKP, TÜSİAD’la arasını düzeltirken, şimdi TOBB’la ve TUSKON’la arasına mesafe koyuyor. TUSKON’la mesafe konmasının nedeni paralel yapı meselesi. Küçük büyük, esnaf, tüccar, sanayici tüm firma sahiplerinin zorunlu üyeliği üzerine kurulu olan TOBB’la mesafenin açılmasının nedenini ilerleyen günlerde daha iyi anlamak mümkün olacak. Zorunlu üyelik nedeniyle 1,3 milyon civarında üyesi olan, yine bu üyelerin zorunlu üyelik aidatı ödemeleri nedeniyle, yüz milyonlarca liralık geliri, trilyonlarca liralık varlığı olan TOBB siyasette önemli bir ağırlığa sahip. Kritik 2015 seçimleri öncesinde TOBB’un hükmettiği bu siyasî ağırlığı muhalefet için kullanılmasını engellemek üzere AKP’nin harekete geçmiş olduğu görülüyor. TOBB ve TUSKON’un kara listeye alınmış olduğu bir dönemde TÜSİAD kara listeden çıkıyor.
Her şey yerine oturuyor
Belli ki, artık AKP devlete egemen ve her kapitalist devlet partisi gibi genel olarak kapitalist sınıfla, özellikle de büyük sermayeyle iyi geçinmek durumunda.
Erdoğan’ın TÜSİAD’daki konuşmasında dikkat çeken bir konu da TÜSİAD’ın Barış Süreci’nin ekonomik ayağına verdiği destekten duyduğu memnuniyeti vurgulaması oldu. Politikalarını 2015 seçimleri öncesinde netleştiren AKP, bu politikalar için müttefiklerini de belirliyor. Kürt sorununun çözümünde seçimler öncesinde AKP’nin ne kadar mesafe alacağı, bu süreçteki müttefiklerinin kim olacağı ile de yakından ilişkili. Türk ve Kürt burjuvazisinin ön plana çıktığı bir çözüm sürecinin, Türk ve Kürt yoksulları ve çalışanlarının çıkarlarının gözetileceği bir çözüm sürecinden farklı olacağı aşikâr.
Normalleşen Türkiye’de (bu normalleşmeye verilen adla ‘Yeni Türkiye’de) iktidar partisine etkili muhalefet artık patronlar kulübünden gelmeyecek. Her şey yerine oturuyor. Kapitalist sınıf ve kapitalist devletin partisi aynı safta buluşuyor. Bu saflaşmanın karşısında doğal olarak işçi sınıfı ve işçi sınıfının siyasî temsilcisi olmalı. Normalleşen Türkiye’de şimdi sıra işçi sınıfının güçlü bir siyasî temsilcisinin siyaset sahnesinde olması gereken yeri almasında.