Syriza: Sotiris Kontogiannis ile söyleşi
Röportaj: Arife Köse
“Ulusal birlik hükümeti değil, işçi hükümeti”
Yunanistan’ı radikal sol parti Syriza’nın yönetimi altında nasıl bir geleceğin beklediğini öngörmeye çalışmak hiç kolay değil. Ekonomik kriz ile çalkalanan Avrupa’da Syriza’nın kendisinden beklenenlerin ne kadarını yerine getirip getiremeyeceğini tahmin edebilmek de. Bu soruların yanıtını Syriza’nın becerikli ya da beceriksiz olması, Tsipras’ın karizmatikliği ya da gençliği değil, halen devam eden mücadele belirleyecek. Ancak kesin olarak bildiklerimiz de var: Syriza sadece Yunanistan’da değil tüm dünyaya solun bir alternatif olabileceği mesajını verdi, dünyanın dört bir yanında eşitsizliklere karşı mücadele edenlerin kazanabileceğine dair umudu güçlendirdi. Yunanistan Sosyalist İşçi Partisi (SEK) üyesi Sotiris Kontogiannis ile bu umudu yaratan koşulları, Syriza’nın karşı karşıya olduğu zorlukları, seçenekleri ve tüm bunlar olup biterken işçi sınıfının, ezilenlerin nasıl bir strateji uygulayarak kazanabileceğini konuştuk.
Arife Köse: Son günlerde olanları konuşmaya başlamadan önce Yunanistan’ı bugüne getiren koşullardan başlayalım isterseniz. Herkes Yunanistan’ın içinde bulunduğu derin krizden bahsediyor. Bu krizi tarif eder misiniz? Ne zaman ve nasıl başladı?
Sotiris Kontogiannis: Kriz hepimizin bildiği gibi uluslararası düzeyde 2007’de başladı. Dönüm noktası ise Lehman Brothers’ın çöküşü oldu. O dönemde Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis (muhafazakâr Yeni Demokrasi Partisi’nin eski genel başkanı) idi. Uluslararası kriz patlak verdiğinde Karamanlis Yunanistan için bir sorun olmadığını, ABD’deki batık kredilerin bizi etkilemeyeceğini ve Yunan bankalarının güvende olduğunu söyledi. Ancak bu sözlerine rağmen yine de Yunanistan bankalarına 28 milyar Euro aktardı. Her şey işte böyle başladı ve doğrusu çok hızlı gelişti. Hükümet zaten var olan borçlarını ödeyebilmek için uluslararası piyasalardan, bankalardan borç bulmaya çalıştı. Ama zaten bu bankalar çok zor durumdaydı, dolayısıyla borç almak çok zordu. Hükümet aldığı borçları ödeyemez hâle geldiği için önce Maliye Bakanı’nı değiştirmek gibi önlemler almaya çalıştı. Sonunda da istifa etmek zorunda kaldı ve 2009’da genel seçim oldu.
Bu seçime kadar kimse bu krizin Yunanistan’da bu kadar ciddi sonuçlara yol açabileceğini öngörmüyordu. Seçimi Papandreu, yani sosyal demokratlar kazandı. PASOK’un seçim sloganı çok basitti: “Para var”. Ve Papandreu “para var” sloganıyla kazandığı seçimden birkaç ay sonra, 2010 Nisan ayında borç bulmak için uluslararası bankalara başvurdu. Yani aslında para gerçekten yoktu. Ülke iflas etmişti.
Yunanistan, Troika’dan (Avrupa Merkez Bankası, Uluslararası Para Fonu ve Avrupa Birliği) 240 milyar Euro aldı. Ancak tabii ki bu paranın bir karşılığı olacaktı. Ardından arka arkaya memorandumlar geldi. Bu paranın tamamı Yunanistan’a henüz girmedi ve kalan son kısmını da işte şimdi Syriza almaya çalışıyor. Neo-liberal bir kemer sıkma programının uygulanması anlamına gelen bu momerandumlar sonucunda Yunanistan ekonomisi neredeyse tamamen iflas etti. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla yüzde 30 azaldı. İşsizlik genel nüfus içinde yüzde 25’e, gençler arasında yüzde 60’a yükseldi. Yoksulluk aşırı yükseldi. Şu anda Yunanistan’daki toplam hane sayısının üçte biri yoksulluk sınırının altında yaşıyor. İki üç gün boyunca yiyecek hiçbir şey bulamayanlar var. Arabalarda yaşayan insanların sayısı arttı. Elektrik faturalarını ödeyemedikleri için 300 bin eve elektrik verilmiyor. Çok ciddi insanî sonuçları olan büyük bir kriz bu.
– Peki halkın krizin sonuçlarına yönelik tepkisi ne oldu?
– İnsanlar bu yaşam koşullarına değil, onu yaratan neo-liberal tasarruf programına, yani özelleştirmelere, işsizliğe, işyerlerinin kapanmasına, emekli maaşlarının kesintiye uğramasına ve ücretlerinin ödenmemesine tepki gösterdi. Ne zaman bir saldırı olsa işçi sınıfı buna yanıt verdi. Son dört yıl içinde ülke çapında 30’dan fazla genel grev yaşandı. Bunların bazıları kemer sıkma programının parlamentoda onaylanmasını protesto etmek için yapıldı. Bazıları ise emekli maaşlarının kesilmesi gibi daha küçük çaplı saldırılara karşı gerçekleşti. Ancak mücadele bu büyük gösteri ve grevlerden ibaret değildi. Kapanan fabrikalarda, işçilerini işten çıkaran işyerlerinde binlerce daha küçük çaplı mücadele yaşandı. İşyerleri işgal edildi, sadece bir iş yerinde aylarca devam eden grevler yapıldı.
Şu anda devam eden şöyle bir tartışma var; diyorlar ki “Yunanistan’da 2012 yılına kadar büyük çaplı bir mücadele yaşandı, ama 2012 yılından itibaren Syriza’nın seçimi kazanma umudunun doğmasıyla birlikte bu mücadele düştü”. Bu doğru değil. Genel grevlerin sayısı azaldı, çünkü sendika bürokrasisi 2012 yılından sonra genel greve gitme konusunda daha az istekli hâle geldi. 2012’den beri GSEE’nin (Yunanistan İşçi Sendikaları Konfederasyonu) başkanı Yanis Stefanopoulos’u hiçbir yerde görmüyoruz. Sanki yaşamıyor. Hiçbir açıklama yapmıyor, TV’ye çıkmıyor. Hiçbir şey yapmamaya çalışıyor. Ancak bir yandan da bu dönemde yaşanan çok sayıda yerel grev ve eylem oldu. Evet, büyük genel grevlerin sayısı azaldı, ama her yerde grevler ve eylemler devam etti.
– Kriz bahanesiyle uygulanan acımasız bir program ve buna karşı Yunanistan işçi sınıfının mücadelesi var. Syriza’nın seçim zaferine gelecek olursak, bu tabloda onun yerini nasıl tarif edersiniz? Syriza’nın iktidara gelmesi bize neyi gösteriyor?
– Her şeyden önce şunu söylemek gerekir: Syriza’nın iktidara gelişi insanların yönünü kitlesel bir şekilde sola döndüğünü, bilinçlerinin değiştiğini gösteriyor. Solda döndükleri yer ise Syriza oldu. Neden soldaki başka bir partiye (Komünist Parti ya da Antarsiya) değil de Syriza’ya döndükleri sorusunu ise şöyle yanıtlayabiliriz: Komünist Parti hareketin bir parçası değil. Çok sekter, umut vermiyor, sürekli umutsuzluk anlatıyor, hiçbir şeyin değişmeyeceğini anlatıyor. Örneğin Sintagma Meydanı’nda eylemler olduğunda Komünist Parti gidip başka yerde eylem yaptı. Sürekli kendilerini hareketten ayrı tuttular. Dolayısıyla insanlar kendilerini Komünist Parti ile özdeşleştiremedi. Antarsiya ise çok küçük. Bu nedenlerle insanlar kitlesel bir şekilde umutlarını Syriza’ya bağladı. Syriza’nın başarısı Tsipras’ın karizmasından, yakışıklılığından değil, bu hareketten kaynaklanıyor.
– Syriza ile bu hareket arasında nasıl bir bağ var?
– Syriza’nın programı radikal sol bir program. Radikal sol olması ise şundan kaynaklanıyor; bu program hareketin sloganlarını ve taleplerini yansıtan bir program. Örneğin seçimlerden önce Syriza’nın vaadi çok netti, “eğer kazanırsak bu memorandumu tanımayacağız, borcu ödemeyi reddedeceğiz” diyordu. Bu, gerçekte Syriza’nın değil hareketin talebiydi. Dolayısıyla Syriza hareketin söylediklerini söylüyordu, yani onu olduğu gibi yansıtıyordu.
– Seçimden sonra ne oldu?
– Seçimden sonra açıkçası bir hayal kırıklığı yaşandı. Syriza seçimlerden önce bu memorandumu yırtıp atacağını vaat ederken seçimlerin ardından ilk yaptığı iş onu uzatmak oldu. Fakat bunun sonuçları olacaktır çünkü Syriza’nın seçim başarısı Selanik Programı’na dayanıyor. Bu bir sol hükümet programıydı. Programın temeli, var olan paranın krizin neden olduğu insanî yıkımı ortadan kaldıracak şekilde kullanılacağını vaat ediyordu. Çok somut bir programdı. Fakat aslında o zaman bile soldan bakıldığında eleştirilecek bir programdı. Programda yoksullara elektrik, gıda yardımı yapmak gibi maddeler vardı, ama aynı zamanda orta sınıflar ile uzlaşma anlamına gelen birçok madde de vardı. Örneğin vergi. Yunanistan’da eğer işçiysen aldığın maaşın ilk 12 bin Euro’luk kısmı için vergi ödemen gerekmiyor. Bir sonraki 12 bin Euro için ise yüzde 25 vergi ödüyorsun. Eğer kendi işinde çalışıyorsan böyle aşamalı işleyen bir zaman dilimi yoktur, en başından itibaren kazancının vergisini ödersin. Krizden sonra aslında kendi işinde çalışmayıp firmalar tarafından öyle gösterilen çalışanlar oluştu. Örneğin temizlik şirketleri çalışanlarını sanki kendi hesabına çalışıyormuş gibi gösterip vergi yükünü onların sırtına yüklüyor ve kendileri daha az vergi ödüyor. Eğer temizlik işçisiysen ve böyle bir şirkette çalışıyorsan ve yılda 12 bin Euro kazanıyorsan, bunun 4000 Euro’sunu vergi olarak ödemen gerekiyor. Tsipras bundan sonra bunun sadece kendi hesabına çalışanlar için değil herkes için geçerli olacağını söyledi. Şimdi bu konuda ne yapılacağı meçhul, çünkü son imzalanan anlaşmaya göre Tsipras bütçeyi tehlikeye atan herhangi bir şey yapamaz. Bir diğer konu ise insanların ödeyemedikleri vergiler. Şu anda Yunanistan’da halkın devlete toplam 70 milyar Euro vergi borcu var. Bunun büyük çoğunluğu şirketlerin borcu, ama bir kısmı da sıradan insanların borcu. Tsipras, Selanik Programı’nda bunun ödenemeyecek bir miktar olduğunu, bu rakamın Gayri Safi Milli Hasıla’nın neredeyse üçte birini oluşturduğunu, insanların bu parayı ödemesinin beklenemeyeceğini, insanlardan bu parayı istemenin ve ödememeleri durumunda onları hapse atmakla tehdit etmenin çok saçma olduğunu söyledi ve iktidara gelmeleri durumunda halka bu borcu örneğin yüze bölerek ödeme şansı tanıyacaklarını vaat etti. Çok mantıklı bir çözüm aslında. Fakat bunun da olup olmayacağı, Troika ile yapılan anlaşmanın buna izin verip vermeyeceği belli değil. Aynısı bankalara olan kişisel borçlar için de geçerli. Tsipras seçimden önce bankaların yönetimlerini değiştireceklerini ve insanlara bankalara olan borçları örneğin yine yüze bölerek ödeme şansı tanıyacaklarını söyledi. Ama bu anlaşmadan sonra bu konuda da ne olacağını bilmiyoruz. Dolayısıyla bu anlaşma Syriza için büyük bir geri adım.
– Şöyle bir iddia var; deniyor ki Yunanistan ekonomisi kendi kendisini yönetmeyi başaramadı, Avrupa’nın tembel ve şımarık çocuğu olarak hem borç sayesinde ayakta duruyor hem de borcunu ödemek istemiyor. Bu doğru mu? Krizin nedeni gerçekten Yunanistan’ın tembelliği ve şımarıklığı mı?
– Birincisi, eğer bütün Avrupa’daki çalışma saatlerine bakarsanız Yunanistan’daki çalışma saatlerinin diğer ülkelerden çok daha uzun olduğunu görürsünüz. Demek ki Yunanistan işçi sınıfı tembel filan değil. İkincisi, bu iddia özellikle Alman muhafazakâr medyası tarafından öne sürülen bir şey. Çünkü Alman egemen sınıfı, Yunanistan işçi sınıfına karşı milliyetçiliği kışkırtmaya ve böylece Yunanistan işçi sınıfının mücadele ruhunun Alman işçi sınıfını etkilemesini engellemeye çalışıyor. Yunanistan işçi sınıfının mücadelesi sadece krizden etkilenen ülkelere değil bütün dünyaya ilham kaynağı oldu. Örneğin Almanya’ya bakarsak, orada da koşulların işçi sınıfı için çok iyi olmadığını görürüz. İşçi sınıfının yüzde yirmisi yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Dolayısıyla Yunanistan işçi sınıfı ile Alman işçi sınıfı arasında bir bağ kurulmasından korkuyor ve bunu engellemeye çalışıyorlar. Tabii ki kriz Yunanistan işçi sınıfının tembelliğinden kaynaklanmıyor. Yunanistan uluslararası bir krizin sonuçlarını yaşıyor. Bu krizden bütün diğer Avrupa ülkelerinden daha çok etkilendi çünkü Yunanistan kapitalizmi diğer ülkelere göre daha zayıf. Yunanistan aynı zamanda AB’nin bir parçası ve NATO üyesi, ama bunlar arasındaki en zayıf ülkelerden birisi. İkinci neden ise, Yunanistan banka sektörünün Yunan ekonomisi içinde oynadığı rol. Krizden en çok etkilenenler bankalar oldu. Hatta kriz bankalardan başladı. Yunanistan ekonomisi bankalara dayanan bir balon ekonomisine sahipti. Yunanistan bankaları 2007-8’de çok büyüdü. Türkiye’de ve Balkanların birçok yerinde bankalar satın aldılar. Yunanistan kapitalizmi, Yunan bankalarını, Balkanların finans merkezi haline getirmek gibi stratejik bir karar almıştı. Çünkü Balkanlar çökmüştü ve bu da Yunan sermayesi için yeni fırsatlar demekti. Bu anlattığım dönem piyasa ekonomisinin hâlâ itibarını koruduğu kriz öncesi dönem. Yunanistan finansallaşma denilen bu uluslararası spekülasyon oyununun bir parçasıydı. Ve çok başarılıydı. itibaren Yunanistan’a 2008’den büyük bir yabancı sermaye girişi oldu. Bu sermaye sadece şirketlerin hisselerini satın alarak girmedi ülkeye, yeni fabrikalar ve bankalar kurdu. Spekülatif ekonominin ülkede güç kazanmasına neden oldu. Yunanistan bu yüzden bu krizden çok etkilendi. Örneğin ABD’de de sorun borcunu hiçbir zaman geri ödeyemeyecek olan insanlara borç vermek değildi. Fikir şuydu; eğer borç verirsek bazıları bunu ödeyebilir, bazıları da ödeyemez. Ancak ödeyemeyenler olsa da biz yine kazançlı çıkarız çünkü onlar da borç alarak satın aldıkları evlerini bir başkasına satarak bize olan borçlarını öderler. Böylece hem ev fiyatları yükselmiş olur hem de her durumda biz paramızı geri alırız. Ancak bu hesaplar tutmadı, çünkü bankalardan aldığı borcu ödeyemeyenlerin sayısı hesapladıklarından çok daha yüksek oldu. Çünkü kapitalist sistemin kendisinden gelen tehdidi hesaplamadılar. Aynı şey Balkanlar’da Yunanistan’ın başına geldi. Yunanistan bankaları Balkanlar’da herkese borç verdi. Her yerde süpermarket zincirleri kurdu. Romanya’da gemiler satın aldı. Ama sonunda bütün bu yatırımlar krizle birlikte artık kâr getirmez hale geldi. Balon patlamaya başladı. Bankalar zor duruma düştü ve bu da doğrudan Yunanistan ekonomisine yansıdı.
– Bir başka iddia da bütün bu anlaşmaların amacının Yunanistan’ı krizden kurtarmak değil Avrupa’ya daha da bağımlı hâle getirmek olduğu. Buna katılıyor musunuz?
– Her şeyden önce şunu söylemek gerek, Avrupa Birliği uluslararası bir emperyalist örgütlenme. Yunanistan’ı sömürmüyor. Yunanistan bu birliğin bir parçası. Tabii ki hâlâ birincil olan ulus devletler; çünkü şirketler hâlâ belli bir ülkenin sınırları dâhilinde faaliyet gösteriyor. Dolayısıyla Avrupa Birliği devletlerin olmadığı bir uluslararası konfederasyon değil, emperyalist bir blok. Yunanistan egemen sınıfının çıkarları AB ile uyuşmazsa AB’den çıkar. Yunanistan’ın Balkanları yağmalaması meselesine geri dönelim; Euro olmadan Yunanistan’ın bunu yapması imkânsızdı. Drahma ile mi yapacaksınız? Euro ile birlikte Yunanistan’ın eline uluslararası para birimi gibi güçlü bir silah geçmiş oldu. Tabii ki Yunanistan bunu kaybetmek istemiyor. Dolayısıyla şu anda Yunanistan Almanya’ya ya da Avrupa Birliği’nin geri kalanına karşı savaşmıyor. Bu bir sınıf savaşı. Yunanistan’daki işçi sınıfı ile Almanya’daki işçi sınıfının kaderi bu savaşta ortak. Ama şu anda Syriza bu ortaklığı ve bunun bir sınıf savaşı olduğu gerçeğini öne çıkarmıyor.
– Ne yapıyor?
– Syriza işçi sınıfının oylarına dayanıyor olmasına rağmen, solun ya da işçi sınıfının değil bütün Yunanistan’ın hükümeti olmaya çalışıyor. Görüşmelerde bütün Yunanistan’ı temsil ediyor. Yunanistan’ın yeni Maliye Bakanı Yanis Varoufakis Marksist olduğunu söylüyor, ama değil. Avrupa Birliği’ni kemer sıkma politikasının yanlış olduğuna ikna etmeye çalıştığını söylüyor ve bunu yapıyor da gerçekten. Ama AB bunu zaten biliyor. Tasarruf programı Yunanistan’da büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı. Yunanistan ekonomisinin 2010’da bir iki yıllık durgunluğun ardından yeniden canlanacağını öngörüyorlardı. Ama böyle olmadı. O zaman Antarsiya olarak borcu tanımamamız gerektiğini, Avrupa Birliği’nden çıkmamız gerektiğini söylüyorduk. Ama burjuva gazetelerinde Drahma’ya dönmemiz durumunda işsizliğin yüzde 25’lere çıkacağını anlatan kocaman makaleler yayınlanıyordu. Peki şimdi ne oldu? Euro’dan çıkmadı Yunanistan ve işsizlik oranı yüzde 25. Dolayısıyla tasarruf programı büyük bir başarısızlıktı. Bunu biliyorlar. Bu şekilde devam edildiği taktirde önümüzdeki birkaç yılda borcu olmayan bir kişi bile kalmayacak. IMF’nin her yıl yılda iki kez yayınladığı bir rapor var. Son raporda IMF, yapılandırma programlarının tasarruf programlarına değil kamu borçlarına dayandırılması gerektiğini söyledi. ABD eski maliye bakanı bile “Bakın, bunu söyleyen IMF” dedi. IMF Başkanı Christine Lagart, deflasyon tehlikesine dikkat çekerek bu konuda bir şeyler yapılması gerektiğini söyledi. Ama aslında hiçbiri bu konuda ne yapabileceklerini bilmiyor, bir çözümleri yok. Dolayısıyla Varoufakis, Troika ile toplantıya gittiğinde aslında elinde gerçekten güçlü silahlar vardı. Varoufakis ne yaptı? Toplantıya gitti ve bütün Yunanistan halkı adına Almanya ve Avrupa’ya karşı mücadele etti. Dolayısıyla mesele sınıf savaşı olmaktan çıkıp uluslararası bir mücadele görünümü kazandı.
– Her yerde olduğu gibi Türkiye’de de Syriza’yı çok sevenler, ondan nefret edenler ve yaptıklarının hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini söyleyenler var. Bu iki tutuma yönelik ne söyleyebilirsin? Syriza boş bir umut mu?
– Şunu unutmamalıyız; Syriza’yı küçümseyenler aslında Yunanistan’daki işçi hareketini küçümsemiş oluyorlar. Syriza, bildiğimiz anlamda, 1930’ların Alman Sosyal Demokrat Partisi gibi sosyal demokrat bir parti değil. Syriza, radikal solun bir parçası. Kenarda kalanların partisi. Verdiği mesaj her zaman çok solda oldu. Avrupa’da eski Komünist Parti üyeleri tarafından kurulup parlamentoya giren birçok parti oldu bugüne kadar ve Syriza bunların içinde en iyisi. Hepsinden çok daha radikal. Syriza ile birlikte hiçbir şeyin değişmediğini söylemek doğru olmaz. Büyük bir değişim var. Egemen sınıfın morali bozuk. Partileri çöküyor. PASOK çöktü. Yeni Demokrasi çöküyor. Ve şu anda Syriza, yani işçi sınıfının ayaklanmasının ürünü olan parti, ayakta duran tek parti. Syriza’nın başarısını küçümseyenler bu durumun egemen sınıfı nasıl bir krize sürüklediğini ve bunun doğurduğu olanakları göremiyor.
– Antarsiya, Syriza’nın içinde değil. Ona oy da vermedi. Sizin bu tutumunuzun nedeni ne peki?
– Tabii ki Syriza’nın geri adım atacağını, Avrupa Birliği ve piyasalar tarafından tehdit edileceğini biliyorduk. Bunun bir tepkiye neden olacağını, Yunanistan işçi sınıfının bu geri adımları yanıtsız bırakmayacağını da biliyoruz. Bu noktadaki kritik soru bu yeni duruma karşı muhalefet nereden gelecek? Soldan mı, yoksa sağdan mı? İşçi sınıfı bugüne kadar geldiği noktayı daha ileriye taşıyarak mı Syriza’nın geri adımlarına karşı çıkacak, yoksa Allende hükümetinin başına gelene benzeyen bir durum sağın işçi hareketini ve her tür muhalefeti ezmesiyle mi sonuçlanacak? Bu çok hayatî bir soru. Bunun için de Syriza’dan bağımsız bir devrimci sola ihtiyacımız var. Syriza, hükümete ırkçı ve milliyetçi Bağımsız Yunanlılar’ı (Anel) dahil etti. Anel’in başkanı savunma bakanı oldu. Bunun yanlış olduğunu, hükümeti Komünist Parti ile kurmaları gerektiğini söyledik. Dışarıdan Komünist Parti’nin desteğini isteyebilirlerdi. Eğer Komünist Parti bunu kabul etmeseydi bu sefer de yeniden seçime gidebilirdi. O zaman hepimiz Komünist Parti’nin başına neler geleceğini görürdük. Ama bunu yapmadılar. Eğer Antarsiya parlamentoya girmiş olsaydı biz Syriza hükümetini desteklerdik ancak şartlarımız olurdu ve bunlar hareketin somut talepleri olurdu. Bunları yerine getirdiği sürece Syriza’yı desteklerdik. İşçi sınıfının taleplerini elde etmesinin tek yolu egemen sınıf ile mücadele etmektir. Parlamentoyu bunun araçlarından birisi olarak kullanabilirsiniz ama o kadar, parlamentoyla bunları kazanamazsınız.
– Cumhurbaşkanı Pavlopulos da sağcı değil mi?
– Bu da geri adımlardan bir tanesiydi. Sağcı bir cumhurbaşkanı bütün Yunanistan’ın hükümeti olma stratejisinin bir parçasıydı. Pavlopulos’ı Syriza önerdi. Pavlopulos, eski hükümetin İçişleri Bakanı. 2008’de Alexis’in de öldürüldüğü büyük gösteriler sırasında polisin başında o vardı. Saldırı emrini veren oydu. Bu saldırılarda tonlarca gaz bombası kullanılmış ve binlerce insan gözaltına alınmıştı.
– Hem o gösterilere katılıp hem de bugün Syriza’ya oy verenler onun cumhurbaşkanı olmasına itiraz etmedi mi?
– Şu anda o noktada değiliz. Şimdilik insanlar Syriza’ya şans tanımayı tercih ediyor. Syriza şu anda Troika’ya karşı mücadele ediyor gibi görünüyor. Ama size şunu çok net söyleyebilirim, Varoufakis “Bizi AB’den atmanız umurumda değil, bu borçları ödemiyoruz, ne yaparsanız yapın“ deseydi şu anda Yunanistan’ın her yerinde kutlamalar olurdu. Ama bunu yapmadı.
– Sizce Yunanistan’ın tek başına başarması mümkün mü? Ya da şöyle soracak olursak; tek ülkede demokrasi mümkün mü? Çünkü çok açık ki böyle bir durumda piyasalar ve diğer ülkeler Yunanistan’ı tehdit edecek. Tıpkı Avrupa Merkez Bankası’nın Yunanistan bankalarını nakit akışlarını engellemekle tehdit etmesi gibi. Tüm bunlara karşı bir ülkenin tek başına direnmesi mümkün mü?
– Eğer gerçek demokrasiye sadık kalırsa evet. Bundaki tek silahı ise diğer ülkelerdeki işçi sınıflarıdır. İşçi sınıfına çekici gelmek, onun desteğini almak için ise radikal ve net olmanız gerekir. Yunanistan’da şu anda bir sınıf savaşı yaşandığını herkes biliyor. Syriza bunu net bir şekilde dile getirse, bütün sermayeyi karşısına alma cesaretini gösterse Merkel’in bunu Alman işçi sınıfına açıklaması çok zor olurdu. Eminim Alman işçi sınıfının Syriza’nın yaptıklarına ve Almanya’ya olan borcunu ödememesine hiçbir itirazı olmazdı. Ama eğer meseleyi bütün Yunanistan halkının bütün Almanya’ya ve Avrupa’ya karşı mücadelesi şeklinde koyarsanız o zaman Merkel’in Alman işçi sınıfının önünde Yunanistan ve Syriza’yı suçlaması çok daha kolay hale gelecektir. Çünkü Syriza’nın anlattığı gibi bu ulusal bir mücadele ise neden Alman işçi sınıfı bizi desteklesin ki? Böyle bir savaşı kazanmanın tek yolu işçi sınıfının devrimidir.
– Bir de bankaların devletleştirilmesi meselesi var. Devlet işçi devleti olmadığı yani sistem sosyalizm olmadığı sürece bankaları devletleştirme talebi ne anlama geliyor?
– Birincisi, bence bankacıları ofislerinin dışına ve hatta hapse atılmış olarak görmek çok güzel olacaktır. Ayrıca devletleştirme, özelleştirmeye karşı geliştirilmiş bir stratejidir. Egemen sınıfın çıkarlarını sarsan bir stratejidir. Bu açıdan da önemlidir. Tabii bir bankayı devletin ya da özel bankacının yönetiyor olması arasında son tahlilde bir fark yoktur. Devlet tarafından yönetilen banka özel bankadan daha iyi değildir. Fakat burada önemli olan, işçi kontrolüdür ve işçi sınıfının devleti kontrol etmediği bir dönemde, yani sosyalist değil kapitalist devlet altında işçi sınıfının iradesini nasıl ortaya koyacağı ile ilgilidir. Aslında insanların bankaya, ATM’den para çekmek dışında, ihtiyacı yoktur. Günlük ya da aylık harcayacağınız parayı çekmek için de bankalardaki bütün o bürokratlara ihtiyacınız yok. Ama eğer bankadan 10 milyon Euro almak isterseniz, işçi kontrolünün olduğu bir yerde bunu sendikaya sormak ve bu parayı nereye harcayacağınızı açıklamanız gerekir. Eğer bunu örneğin bir hastaneye hastaları tedavi edecek bir makine almak için istiyorsanız, evet, alabilirsiniz. Ama Romanya’da gemi filosu satın almak için istiyorsanız bu parayı, o zaman alamazsınız. Devletleştirme ve işçi kontrolü bu demektir.
– Tüm bu olanların arasında hemen hemen herkesin dikkat çektiği bir önemli nokta da sağın yükselişi. Altın Şafak tehlikesini herkes biliyor. Sizce bu tehlikesi ne kadar ciddi?
– Evet, bu gerçek bir tehlike. Avrupa’daki krize baktığımızda Yunanistan’da olanların bütün Avrupa’da olduğunu ve sağın sadece Yunanistan’da değil bütün Avrupa’da yükseldiğini görüyoruz. Solun ya da işçi hareketinin yüksek ve güçlü olmadığı yerlerde bu boşluğu sağ dolduruyor. Yunanistan bu anlamda şu anda önemli bir örnek. İşçi hareketi çok güçlü. Sol bir hükümet seçmeyi başardı. Dolayısıyla Yunanistan’ın başarısız olmaması çok önemli. Ama bu Syriza’nın illa başarmak zorunda olduğu anlamına mı geliyor? Aslında aynı şey değil. Çünkü bu, Syriza’nın başarılı olup olmamasından ziyade Syriza’ya yönelik muhalefeti kimin örgütleyeceği ile ilgili. Eğer sosyal demokrat bir hükümet varsa orada devrimcilerin sloganı “kahrolsun hükümet!” değildir. Sağ hükümete bunu söyleriz. Sol hükümetin olduğu bir yerde bir sonraki adım işçi konseyleri olmalıdır. Dolayısıyla biz Syriza’dan sonra bir başka reformist hükümet istemiyoruz. Syriza’nın devrilip yerine ondan daha iyi başka bir sosyal demokrat ya da radikal sol partinin geçmesini istemiyoruz. Bizim için bundan sonrası sosyalizm. Mesele, bundan sonra bu hükümete basıncın nereden geleceği. Bu da devrimcilerin yapacakları ile yakından ilgili.
– Peki ne yapacaklar?
– İşçi sınıfının taleplerini desteklemeye devam etmeliyiz. Mücadelelerinin bir parçası olmalıyız. İşçi sınıfı deneyimli. Herhangi bie hayale kapılmadan Syriza’ya oy verdiler. Mücadele etmeye devam edecekler ve onlarla birlikte olmalıyız. Ve bu arada anti-faşist mücadeleye devam etmeliyiz.