İzmir’in Esir Han’ı
Hani “dile gelse” diye bir söz vardır, cansız özneler için söylenir; basamak taşları için, bahçenizdeki nar ağacı için, ter akıtıp çok canını yaktığınız kızgın demir için… Taş, toprak ve demiri koynuna alan geçmişin mekânlarından seslenirler size. Bunlar “Yüzleşme Mekânları”dır ve yüz yüze geldiğinizde dilleri çözülür, sırlarını sererler önünüze. Konaklar, saraylar, hanlar, hamamlar, zindanlar ve daha nice mekânların anlatacağı çok “geçmiş” hikâyeleri var.
Yüz yıldır gizlenen, yok edilen belgeler üstünden şimdi meydan okuyor “hem suçlu, hem güçlü” olanlar: “Haydi gelin belgeleri açalım” diyorlar. Ellerinde bir “belge” olsa, yüz yıldır tüm dünya kirli çamaşırları ortaya dökerken çıkarırlardı, ellerini bağlayan mı vardı?
Laikçi veya İslamcı egemenler 2015’i yaygaralarla atlatmaya bakacak. “Biz asla öyle şeyler yapmayız” demagojisiyle toplumu “suç ortaklığı” zindanında tutmaya çalışacaklar. Osmanlı’da sadece “ İslâm millet” öznesine, İttihatçı Cumhuriyet’in altmış yılında “Türk milleti” öznesine, 1980’i izleyen dikta yılarından başlayarak, özellikle son yıllarda gel-gitli “Türk-İslâm” öznesine oturtulan “özcülük” 2015’te bu özneleri her haliyle seferber edecek.
Yeni yılın gündemi İttihatçı Cumhuriyet’in belirlediği sınırlar içinde kalmamalı. İttihatçı zihniyet sahiplerinin dört elle sarıldıkları özcü yalanlar her alanda yüzlerine çarpılmalı, özcülük ayıplanır olmalı, hatta “suçu gizleme” fiili olarak “suç” tanımına sokulmalı.
Belgeler açılsa da, açılmasa da onlar için nafile, kurtuluş yok, insanı sustursalar bile, mekânlar gelecek dile. Mekân yalan söylemez!
“İnsanî” insan ticareti
İzmir’de, tarihî Kemeraltı’nda unutulmuş bir han vardır, adını sorana “Esir Han” der çevre esnafı. İyi ama, bu han niye Esir Han adıyla tanınır?
Hanın sahibi azat edilmiş bir köle, bir esirdir belki, ondan kalmış olabilir mi bu ad? Çünkü bir dönem Abdülkadir Paşa Han denildiği de olmuş. Öyleyse?
“19. yüzyıl sonlarına doğru ‘esir’ isminin han için kullanılmaması, adından gelen fonksiyonu da yitirdiğinin belirleyicisiydi… Daha önceki yıllardaysa, esir ticaretiyle yapının ün sahibi olduğu, imparatorlukta 1854 yılından sonra bu ticaretin yasaklanmasıyla önemini kayıp ettiği de söylenebilir.” (Çınar Atay, İzmir Hanları, İzmir BŞB Kültür Yayını, 2003.)
Demek ki, vakti zamanında bu handa insan ticareti yapılmış! Tarih 17. yüzyıl sonları, 18. yüzyıl başları diye kestirildiğine göre, yaklaşık iki yüzyıl kadar bir zaman diliminde esir alınıp satılmış bu handa. Esir ticareti Tanzimat’tan sonra Sultan Abdülmecit tarafından 1854’te resmen yasaklanmış. Olmayan bir şeyi, yapılmayan bir ticareti padişah niye yasaklasın?
Sararmış Resimlere Sor!
Özellikle Ege ovalarına büyük çaplı pamuk üretimi için çok sayıda Afrikalı köle getirilmiştir. Delili mi? İzmir’in Söke, Torbalı, Bayındır ilçelerinde hâlâ “siyah” köyleri vardır. Yörede onlara “Arap” denir, neden ki?
Bir “siyah”, bir köle kökenli, Afrikalılar Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği başkanı Mustafa Olpak anlatıyor: “Bize neden Arap dediklerini de yıllar sonra öğrendim. Hacca deve yoluyla gidildiği dönemde, konu komşuya Hacca gittiğinin kanıtı olsun diye orada siyah çocuklar kaçırılıp getirilirmiş. Onların hepsinin nüfus kağıtlarında doğum yeri Arabistan yazar. Arabistan yarımadasında siyah yoktur, ama bu yüzden Arap kalmış siyahların adı. Bafa, Milas, Söke bölgesinde dedeleri böyle getirilmiş binlerce kişi var…” Derneğin adındaki “Afrikalılar”, “bizim Afrikalı”lar, eski kölelerin Türkleştirdiğimiz “özgür” çocuk ve torunları! Siyah Afrikalı köleleri Anadolu’ya getiren Osmanlı’ya, onlardan “beyaz Türk yurttaş” devşiren Cumhuriyet’e ne kadar minnet duysak azdır!
İzmir Kent Kitaplığı tarafından yayınlanan Eski İzmir’den Anılar kitabında Şehabeddin Ege anlatır:
“Yalan inanç olan zenci alışkanlıklarından bizce tanınmış olan belli başlısı, her ilkbahar mevsimi İzmir’de yaptıkları dana bayramlarıdır… Bolluk bereket, eğer dana bayramı yapılmazsa, inanışlarına göre olmazdı… Bolluk ve bereketi getirecek olan buzağı ise kutsaldı. Dana bayramını ruhani bir kendinden geçme ve coşku içinde yaparlar ve volkan gibi ateş fışkıran iri dudaklı ağızlarına yanmış ateş alanlar, kızgın şişleri göğüs, burun ve avurtlarına sokanlar, yalın kılıç ve hançerleri bedenlerine saplayanlar olurdu…”
Bu “doğru inanç” içine bir türlü girmeyen “İslâmlaştırmadıklarımız”, her Mayıs’ta mutlaka Eşrefpaşa Bayramyeri’nde toplanır, bayramlarını coşkuyla kutlarlardı. Semtin adı Ramazan’dan, Kurban’dan değil, ta Afrika’dan, Nijerya’dan, Sudan’dan, “dana”dan gelir. Egeli siyahlar “resmen” kullanmalarına izin verilmese de, Dana Bayramı’nı bugün de coşkuyla kutlar.
Gölgede Kalan İtiraflar
Pamuk üretimi, hac delili, saray-konak hizmetkârı ve benzer gerekçelerle çok köle getirilmiştir bu topraklara. Bakın, objektifine insanların da takıldığı eski fotoğraflara bakın, siyah insanlar göreceksiniz. Özellikle İzmir fotoğraflarında… Gördükleriniz ya azat edilmiş “işe yaramaz” yaşlı köleler ya da hâlâ çarşı-pazar işlerine gönderilen “ev-içi” kölelerdir.
Osmanlılar Müslüman yapmak için kimseyi zorlamamıştır! Peki küçük yaşlarda toplanan Hıristiyan çocuklarına ne demeli? Çocuk kaçırmadım; tellâl ünlettim, sekiz yaşından küçük, yirmi yaşından büyük olanları ailelerinden koparmadım ve hatta ailelerin rızasıyla aldım demek, durumu kurtarmaz! Padişah, paşa, bey, ağa hem köle yapmak, hem de “kitaba uysun” diye Müslüman yapmak için insanlara zor kullandı. Millet-i hakimenin tepesindekiler bütün millet-i hakimeyi, yani İslâm-Türk milletini “biz” üzerinden suç ve günahlarına ortak ettiler, ediyorlar.
Hiçbir delil ikna edici gelmiyorsa, Şemseddin Sami’nin 1876 baskısı Kamus-u Türki adlı sözlüğüne başvurun. Orada yer alan “esir sosyolojisi” kapsamındaki onlarca kelime gökten mi indi? Sadece iki örnek: Cariye: “Akçe ile satılıp alınan hizmetçi kız. Esasen harpte esirliğe giriftar olmuş (savaşta esir düşmüş) veya sahibi evveli (ilk sahibi) tarafından satılarak muameleyi zevciye (eş olarak) alınmış kız”. Celebdan: “Vaktiyle sürüyle esir sevk eden ve esircilere füruhat eden (satan) eşref-i mahlukat tüccariyesi (insan ticareti)”
İslâm’da insanı köleleştirmek şiddetle yasaklanmış! Ya Hu, bir Afrikalı siyahı, Balkanlar ve Kafkaslar’ın bir Hıristiyan çocuğunu hür olarak yaşadığı topraktan söküp getiren, alıp-satan sen değil misin? Bu nasıl bir “yasak”? Burundan kıl aldırmayan savunmalarla karşılanır böyle sorular: “Öyle de olsa, İslam kölelik müessesesini getirmemiş, sadece köleler lehine daha insanî ve vicdanî yumuşatmalar yapmıştır…”
Bu sözler itiraf değil de nedir? Hem “köleler lehine” yumuşatmalar yapacaksın, hem de sende kölelik kurumlaşmış olmayacak? Kurumlaşmanın daniskası, en inceltilmiş hali!
Sahip (efendi, bey, paşa) cariyeyi hamile bırakırsa, doğacak çocuk ‘özgür’ olacak! Üstelik bu cariye-anne artık alınıp satılamayacak! Gördünüz mü millet-i hakime adaletini? Amerika’da kölenin çocukları da köle olurdu, Osmanlı’nın yaptığı ise bu “insanî” yanlarıyla Amerikan köleciliğinden ayrılırmış!
Hem Hadım Eder, Hem Vezir Eder!
Harem ağası için; saray ve konaklarda harem bölümünü korumak ve türlü hizmetlerini görmekle yükümlü olan “hadım edilmiş siyah” tanımı yapılır. Hadım etmek, enemek kelimesi Osmanlı dünyası dışından mı Türkçe’ye bulaştı acaba? Kamus-u Türki pek net açıklamış “hadım” kelimesini: “Aleti tenasülü kat olunmuş (üreme organı kesilmiş) erkek”.
Harem ağası deyip geçmeyin! Kolay değil, türlü eğitim ve rütbeleri aşıp yükseliyorlar. En yükseğe erişeni kızlarağası oluyor. Kızlarağası padişah ve sadrazamdan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda en yüksek rütbe. Evet! Cümle beylerbeyinden, cümle paşadan da yüksek! Gördünüz mü Osmanlı’nın farkını, hem adamı “hadım” ediyor, hem de “vezir”! İyi ki Osmanlı’da kölecilik uygulaması kurumlaşmamış, bir de kurumsallaşsaydı var ya!
İzmir’de Esir Han gibi unutulmamış, gün boyu dolup taşan pek meşhur bir han var: “Kızlarağası Hanı”. Burası da bir esirin hanı. Hanı yaptıran Kızlarağası Beşir Ağa, azat edildikten sonra, han yerine bir köşk, bir saray da yaptırabilirdi kendine; “Neyleyim köşkü, neyleyim sarayı, içinde salınan yar olmayınca” diye hayıflanmış, han yaptırmakta karar kılmış olmalı.
“Gündemin bu kadar yüklü olduğu şu günlerde nereden çıktı bu garip muhabbet?” demeyin. Bakın, geldi çattı 2015! “Özcülük” bu 2015’te “tavan” yapacak! Hattâ “Bizim en kötümüz başkasının en iyisinden iyidir” diyebilen bir Meclis Başkanı özcülük çıtasını en yükseğe taşıdı bile. Bu söz, “Bir Türk’ün, bir Müslüman’ın yaptığı ve yapacağı her kötülük yargısız beraat alır” hükmünün ilâmı değil mi?
Her şehrin esir hanları vardır. Bunlar görülüp gösterebildiği gün, hiçbir suçlu cezasız kalmaz!