Hepimiz Türkiyelileşmeliyiz
Hep birlikte yaşadığımız barış süreci, yarattığı heyecan kadar, her geçen gün artarak devam eden toplum desteği ile de dikkate değer bir ortam yarattı. Sürecin henüz başında olduğumuz bu günlerde, bu durum kuşkusuz hepimiz için çok anlamlı. Ancak, barış sürecinde ulaşılan bu noktayı yeterli görüp bu iş bitti diye düşünmeyip, sürecin negatif yanında yaşananlara da gereken önemin gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Şu anda yaşadığım Ege bölgesinden sürece baktığımda, bunun ne kadar önemli olduğunu anlayabiliyorum.
Barış sürecinin negatif tarafında olanlara, ikna edilemeseler de, en azından barışın neden gerekli olduğunun ve yaşadıkları korkuların yersiz olduğunun anlatılması gerektiğini düşünüyorum. Yüz yüze kurulacak ilişkiler, sürecin ikinci aşamasında çıkabilecek sorunların aşılabilmesi için çok gerekli. Bir arada yaşamı tesis edebilmek için silahların susması kadar, korkuların ve tedirginliklerin de bitmesi gerekiyor. Barış sürecinden sihirli bir değnek görevi beklenmediğine göre, sürecin bu aşamasında birbirimizle mutlaka dirsek temasına girmemiz gerek.
İyi niyetli “tedirginler”
Dirsek temasına girmemiz gereken bu kesimleri önce tanımamız ve anlamamız gerekir. Kendimce, gerek yüz yüze yaptığım görüşmelerde, gerek sosyal medyada kurduğum ilişkilerde, sürecin negatif yanında olanların da bir bütünlük arz etmediğini görüyorum. Bu kesimlerle ilişkiye geçmek istediğinizde, size kendi içinde iki ana grup olduğunu hissettiriyor.
Birinci grubu, büyük çoğunluğu barışı arzulayan, ancak bazı korkularının ve sorularının olduğunu dile getiren iyi niyetli “tedirginler” oluşturuyor. İkinci grupta bulunanlar ise düşünceleri kemikleşmiş, ne olursa olsun süreci sabote etme derdinde olanlar. Bu ikinci kesim genellikle İşçi Parti’li, MHP’li, CHP’deki ulusalcı kadrolar gibileri.
Bu aşamada birinci grupta yer alanlarla hangi şartlar altında olursa olsun mutlaka ilişki kurmak, korkularını anlamak ve süreci anlatmak gerektiğine inanıyorum. Bu bölgede sürece karşı olduğu söylenen % 45’lik kesimin önemli oranını bu “tedirgin” insanlar teşkil ediyor. İkinci grupta yer alanlardan ise mümkün olduğunca uzak durmak gerektiğini kurduğum ilişkilerden anlamış durumdayım. Bu aşamada siz ne anlatırsanız anlatın, bu ikinci kesimdekiler sizi provoke edip ısrarla kavgaya davet ediyor. Siz ne kadar kavgaya yanaşmasanız da, AKP’ye düşman olan ve bu düşmanlıktan dolayı amaçları süreci provoke etmek olanları kendi haline bırakmak, tepkilerini asgaride tutmaya çalışmak kanımca en doğrusu.
Birinci kesimde bulunanlarla kurduğum ilişkilerden anlıyorum ki, bu insanların algıladıkları ve kafalarındaki soru işaretleriyle, somutta yaşanan durum arasında müthiş bir uçurum var. Bunların düşünceleri ve kaygıları şu ana noktalarda odaklanıyor:
1- Kürtler bizimle bir arada yaşamak istemiyor;
2- Ortak bayrağı kabul etmiyorlar;
3- Ortak devlet anlayışını savunmuyorlar;
4- Ortak bir dili istemiyorlar;
5- Ortak bir sınırı kabul etmiyorlar.
Bu ana maddelerde özetlenebilecek olan bir korku ve güvensizlik söz konusu.
Gözyaşlarının rengi hep aynıdır
Geçenlerde bir çay bahçesinde sohbete başladığım bir Ege’li de aynı korkuları dile getirince, hemen önümdeki dizüstü bilgisayardan BDP’nin anayasa teklifinden korkularına cevap olacak şu kısımları okuduk birlikte:
“Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Nitelikleri: Madde 1 – (1) Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. (2) Devlet; ideolojilere, dinlere, inançlara ve yaşam tarzlarına ilişkin çoğulculuğu tanır ve toplumun çoğulcu yapısı karşısında tarafsız kalır. Hiçbir ideoloji, din, inanç ve yaşam tarzı devlet tarafından himaye edilemez veya vesayet altına alınamaz. (3) Devletin idari yapısı ademi merkezi sistem esasına göre düzenlenir. Devletin toprak bütünlüğüne dokunulamaz.
Devletin Sembolleri: Madde 2 – Devletin bayrağı, şekli yasada belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti, Ankara’dır.
Devletin Resmi Dili: Madde 3 – (1) Devletin resmi dili, Türkçedir.”
İnanır mısınız, bunları okuduktan sonra, BDP’nin bunları istemiş olabileceğine inanamadığını ve konuyu araştıracağını söyledi.
Bütün mesele, Batı’daki algı ile Doğu’daki olgu arasındaki uçurumda. Bu uçurum kapatıldığı oranda barış süreci başarıya ulaşacaktır bence.
Geçen dönem Diyarbakır Milletvekili olan Abdurrahman Kurt, bir televizyon programında, aklımda kaldığı kadarıyla şöyle söylemişti: “Kürtlerin Türkiyelileştiği kadar, Türklerin de Türkiyelileşmesi gerekir.” Aynen katılıyorum bu söze.
Hiç kimse bir diğerini eskiden olduğu ve dayatıldığı gibi Türkleştirme noktasına çekmezse ve diğeri de sadece kendi penceresinden bakmayıp Batı’daki insanın da nerelere takıldığını, nasıl korkular içinde düşündüğünü anlayıp ona göre ortak bir dil ve düşünce oluşturabilirse, bu uçurum kapanacaktır.
Unutmayalım: “İnsanların gözlerinin rengi farklı farklı da olsa, gözyaşlarının rengi hep aynıdır”.