“Erdoğan karşıtlığı” ve “Erdoğanseverlik”
Şenol Karakaş
Gezi direnişi ve 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk dosyalarının yıpratıcılığına rağmen AKP, bir yerel ve bir cumhurbaşkanlığı seçiminden başarıyla çıktı. Erdoğan cumhurbaşkanı oldu. Gezi günlerinde, herkesin herkese en çok söylediği cümleydi, “Erdoğan artık cumhurbaşkanı olamaz, üzeri çizildi”. Böyle olmadı, Erdoğan’ın üzerini kim çimzişse, seçimlerde milyonlarca insanın AKP’ye oy vermesini engelleyemedi.
Bunun üç temel nedeni var: Birinci neden, ekonomide, AKP öncesi döneme göre genel bir istikrar olması, miylonlarca yoksulun ay sonunu görmesi ve AKP giderse bu istikrarın dağılmayacağına dair muhalefetin güven veremiyor olması.
AKP’nin her şeye rağmen yüksek oy almasının ikinci nedeni, muhalefetin vadettikleri. AKP hükümeti 2002’de kurulduğundan beri, AKP eleştirilerinde hakim olan dilin belirleyici unsuru Kemalist kodlamalar oldu. Bu kodlamaların en büyük hatası, AKP’nin siyasal ve ekonomik alanda gerçekte ne yapmakta olduğunu teşhir etmek yerine, Kemalist ideolojiye göre tehlikeli olan “ileride yapabilecekleri”ni temel sorun olarak öne çıkartması oldu. Bu, hem AKP’nin neoliberal uygulamalarını görünmez kıldı, hem de muhalefeti yaşam tarzının savunusunu yapan gerçek dışı siyasî ucubelere dönüştürdü.
Üçüncüsü, askerî darbelerle, siyasî suikastlerle biçimlenen Türkiye siyaset tarihi, AKP liderliğine kendisini hep mağdur gösterme ve kendisine yönelik her siyasal eleştiriyi bir darbe, bir vesayet girişimi olarak gösterme fırsatını verdi. Bu noktada da, muhalefetin sicili çok kötü olduğu için, her AKP eleştirisinin bir cunta girişiminin uzantısı olarak gösterilmesinde AKP liderliğinin eli muhalefet tarafından güçlendirildi.
Bu tespitler doğruysa, AKP’nin yenilmez bir güç olup olmadığı sorusunun cevabı da netleşiyor. Hayır, AKP yenilmez değil. Ama AKP’yi yenmek için, gerçekten özgürlükçü, gerçekten vesayetle ilişkisi olmayan, AKP’yi sahip olduğu varsayılan siyasî özelliklerden yola çıkarak değil, sahip olduğu özelliklerden yola çıkarak eleştiren bir muhalefetin kitleselleşmesine ihtiyaç var.
AKP eleştirilerinin ulusalcı sınırı
Darbecilerin ‘dediğim dedik’ olduğu, askerlerin canı çektiği zaman muhtıra verebildiği dönemlerde, bir dizi darbe girişimi siyasal ve ideolojik kılıf üretmekle meşgulken, AKP’ye yönelik eleştirilerin merkezî noktası bu partinin “şeriatçı” olmasıydı. AKP liderliğinin seçme seçilme hakkı meselesini, yani demokrasinin sandıkla özdeşleşen bölümünü mecbur kaldığı için benimser göründüğü, ilk fırsatta demokrasiye ihtiyaç duymayacağı ve bir mollalar rejimine doğru çubuğu bükeceği AKP’ye yönelik eleştirilerin ilk dönemde en popüler olan yanıydı. “Gizli ajanda” eleştirisi, gerçekten gizli bir ajandası olan darbe severlerce sık sık dile getiriliyordu. Bu, yeni bir eleştiri de değildi. Erbakan geleneğinden gelen siyasal hareketin ilk kez büyükşehir belediye başkanlıklarını kazanmasıyla, özellikle Ankara ve İstanbul’da belediyeleri almasıyla başlayan büyük panik dalgası, ideolojik toparlanmasını bu “gizli ajanda” ve “gelmekte olan şeriat” tehdidinde bulmuştu. Öyle ki, gözümüzün önünde cereyan eden ve her bir uygulama alanı doğrudan büyük sermayeye hizmet eden her politika, şeriata alan açması nedeniyle eleştirilir oldu.
“Tehlikenin farkında mısınız?” türünden politik kampanyalar, her zaman gizli ajandaya işaret etti ve bu tehlike bertaraf edilemezse temel demokratik değerlerin yok edileceği iddia edildi. Demokrasiyi savunmak için Genelkurmay’ın darbe yapma hakkı savunuldu!
Bu çılgınlık, orta sınıfların bir kesiminin hangi değerleri kaybedeceğimiz konusunda maruz kaldığı sürekli bir propagandayla örgütlü bir davranış şeklini aldı. Kaybedilecek değerler konusu, işlenmeye hazır bir elmas gibi, yitip giden cumhuriyet değerlerine dönüştü.
Başlangıçta cumhuriyet değerleri için büyük kalabalıklar harekete geçirilse de, bu değerlerin koruyucusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin harekete geçememesi, değerler etrafında verilen mücadelenin kitlesel örgütlü dışavurumunun sönümlenmesine neden oldu. Bu örgütlü mücadele yerini, daha ziyade gerilla mücadelesini andıran bir savaş taktiğine bıraktı ve bu taktiğin ideolojik simgesi ulusalcılık oldu.
AKP liderliğinin eline arayıp da bulamadığı fırsatı her seferinde veren bu mücadele anlayışı, sonuçlarını bugün çok daha net bir şekilde gördüğümüz neoliberal politikaların üstünü örtmekten başka hiçbir işe yaramadı.
Kapatma davası
Üstü örtülen gerçek mücadele başlıklarının neler olduğunu en net anlaşılır kılan örnek, 2008 yılında yaşandı. AKP, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) alanında “reform” yapacağını ilan etti. Yasal düzenleme yaklaştığında, sağlık örgütleri ve sendikalar harekete geçti. Düzenlemeye karşı çıkan sendikalar sokaklarda yüz binlerce imza topladı. Tepkiye rağmen geri adım atmayan hükümete karşı gösteriler başladı. Gösteriler hızla kitleselleşti ve AKP iktidarı altında örneği hemen hiç görülmeyen bir adım atıldı. Türk-İş sendikalarıyla diğer sendikaların mücadelesi ortaklaşmaya başladı.
İzmir, Ankara ve İstanbul gibi şehirlerde on binlerce işçinin katıldığı eylemler gerçekleşir ve SSGSS yasasına karşı bir grevin örgütlenmesinden söz edilirken, eylemlerde AKP liderliği hızla teşhir olmaya başlamış, “Yalancı başbakan” sloganı sık sık atılır olmuşken, 14 Mart 2008’de Anayasa Mahkemesi’ne AKP’nin kapatılmasıyla ilgili iddianame ulaştı. SSGSS yasa tasarısına karşı mücadele o günden sonra hızla geriledi. Bir süre sonra herhangi bir eylemden söz edilemez hale geldi.
Bu yasa tasarısına karşı mücadelenin AKP’ye açılan kapatma davasıyla akamete uğraması, sadece bir örnek. Bu kadar net görülür olmasa da, AKP hükümetleri dönemi aynı zamanda AKP’ye karşı mücadelenin ulusalcı muhalefet tarafından çarpıtılması ve AKP saflarında gedik açılmasını engellemesinin tarihidir.
AKP eleştirmenlerinin eleştirmenleri
Bu engelin bir başka yönü, bir başka müsebbibi daha var: AKP’yi eşitliği, özgürlüğü, adaleti savunanların partisi olarak göstermeye çalışanlar. Bunlar da, en az ulusalcılar kadar, AKP’ye karşı mücadelenin özgürlükçü bir karakter taşımasını ya da bu özgürlükçü sol muhalefetin AKP’nin işçi ve emekçilerden oluşan kesmini etkilemesini engelledi, engelliyor. Bunlar da, AKP’nin gerçek niteliğinin görülmesinin engellenmesinde önemli bir işlev görüyor.
AKP iktidarının henüz ikinci yılında, nüfusun en yoksul yüzde 10’luk diliminin millî gelirden aldığı pay yüzde 2,3 olarak gerçekleşti. Nüfusun yüzde 2’si (yani 1,5 milyon kişi) günde 1 doların, yüzde 10,2’si (yani 7 milyon kişi) günde 2 doların altında bir gelirle geçiniyordu. İşsiz sayısı 10 milyondu. 2014 yılındayız. Zenginle yoksul arasındaki gelir farkı 13 kattı. İşsizlik yüzde 9,7. Türkiye 2012 yılında gelir dağılımı bozukluğunda Şili ve Meksika’dan sonra dünya üçüncüsü. Toplam 18,8 milyon hanenin en zengin %20’lik kesimi ile en yoksul %20’lik kesimi arasında yaptıkları harcamalar açısından var olan uçurum AKP döneminde azalmadı.
AKP’nin gerçek yüzünü gizleyenlerin unutmamızı istediği gerçeklere, kentsel dönüşüm tahribatını, enerji politikalarının yarattığı çevresel yıkımı, sonu gelmez bir inşaat hırsının yok ettiği ormanları, nükleer enerji yatırımlarını, AKP’nin ilk dört yılında “hallettiği” devasa özelleştirme hamlelerini ekleyebiliriz. Son birkaç yıldır iş cinayetlerinin gizlenemeyecek ölçüde yoğunlaşması, AKP döneminde neoliberal politikalar tohumunun ekinleridir.
Ulusalcı muhalefet bir yandan, AKP’ye toz kondurmayan “ideologlar” diğer yandan, AKP’ye karşı özgürlükçü bir muhalefetin şekillenmesi, yaygınlaşması ve süreklilik kazanması açısından sürekli tartışılması gereken eşit derecede önemli iki odağı oluşturuyor.
Birbirine karşıt, hatta yeminli düşmanlarmış gibi görünen bu iki odağın temel sorunu, AKP’yi değişimin, “daha” adil ve istikrarlı bir toplumsal düzenin temsilcisi ve taşıyıcısı olarak gören, alternatifleri AKP’yi mumla aratır vaziyette olduğu için AKP’yi desteklemeye devam eden kitleleri doğru yolda olduğuna ikna etmeleri.
Örneğin, Erdoğan 24 Nisan Ermeni soykırımının yıldönümünde taziye mesajı sunduğunda ikili bir süreç işliyor. Bir yandan, ulusalcı muhalefet Erdoğan’ın ihanet içinde olduğunu anlatırken, Ermenilerin başına kötü bir şey geldiğini artık net bir şekilde bilen kitleler Erdoğan’ın ne kadar yenilikçi bir hamle yaptığını düşünüyor. Öte yandan, Erdoğanseverler Cemiyeti gibi çalışan gazeteciler taziye mesajını “İşte budur! Artık tamam. Erdoğan dünya lideri olmuştur” hezeyanıyla karşılarken, kitlelerin daha fazlasını istemesinin önü kesiliyor.
Benzer şekilde, Soma faciasında 301 işçi öldüğünde, ulusalcılar iş cinayetlerinin sadece AKP’ye has bir durum olduğunu anlattı. AKP savunucuları ise Soma’daki madenin sahibini suçladı. Birisi kapitalizmi, diğeri siyasetçilerin sorumluluğunu akladı. Oysa, ekonomiyi yöneten siyasetçilerle üretim araçlarının sahibi olan şirket sahiplerini aynı anda teşhir etmek gerekiyordu.
AKP’yi yenmek mümkün
Ulusalcılar ‘muhtıra, darbe, cunta’ döneminin Türkiye’sinden seslenerek, muhalefete köhnemiş, eski, kazanma şansı olmayan politikalarla müdahale ederek, Erdoğan’ın her zaman aradığı fırsatı sunuyor. İdeolojik çılgınlığını koruyan orta sınıfların bir kesimi dışında artık herkesin ayıpladığı, eleştirdiği darbecilik, kendisini eleştiren herkese AKP’nin yönelttiği merkezî suçlama haline geldi. Gezi’de çevre ve daha fazla demokrasi için isyan etmek, yolsuzluğa karşı çıkmak, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak istemek, Soma faciasından dolayı Çalışma Bakanı’nın istifasını talep etmek, nükleer santrale karşı çıkmak, çözüm sürecinde daha hızlı ve kaplamlı adımlar atılmasını istemek, zenginle fakir arasındaki uçurumun ortadan kaybolmadığını, AKP liderliğinin burjuvazinin hizmetkârı olduğunu savunmak, Erdoğanseverlerce ya “darbecilik” ya “paralelcilik” olarak yaftalanıyor.
Bu yafta, yerel seçimlerle cumhurbaşkanlığı seçiminin gösterdiği gibi, geçtiğimiz bir buçuk yılda halkın önemli bir kesimine inandırıcı geldi. Ama daha çok uzun süre inandırıcı gelmesi mümkün değil.
AKP yenilmez değil. Askerî vesayet geriledi. İşçi sınıfıyla AKP liderliğinin politikaları arasındaki silahlı güçler geri çekildi. Perde kalktı. Şimdi yoksullar, siyasal ve ekonomik gelişmelerin her bir adımında AKP’yi daha net görecek. AKP’nin yenilmesi için, AKP’nin gerçekte ne olduğunu gören yoksulların mücadelesinin ve deneyiminin birikmesine ihtiyaç var. Ve bu birikim alttan alta yaşanıyor. Önemli olan, AKP’nin gerçekte olduğu şeyin teşhirini yapmak. Bu teşhir kampanyaları, aynı anda hem Erdoğansever “aydınlarla” hem de Erdoğan karşıtı ulusalcılarla tartışan kitlesel ve özgürlükçü antikapitalist bir seçeneğin sınıf mücadelesi içinde şekillenmesiyle güçlenecek.