Devlet, derin devlet ve darbe
“Derin devlet” ifadesi Latin Amerika’da, Yunanistan’da, bir de bizde var. Bildiğim kadarıyla başka ülkelerin siyasî söyleminde böyle bir ifade yok. İhtiyaç duyulmamış. Niye? Bizim “derin devlet” dediğimiz yapının kendisi mi yok dünyanın geri kalanında? Olmayan bir şeye isim takmak gerekmediği için mi ihtiyaç duyulmamış?
Hayır, öyle değil? Devletin gizli kolları, yasal yollarla yapılamayan işleri yapmak için yaratılmış kurumları, “iç güvenlik” tehditlerini çaktırmadan ortadan kaldırmayı görev edinmiş silahlı “büroları” her yerde var.
Doğu Avrupa ülkelerinde, Ortadoğu’da, egemen sınıfın istikrarsız ve kendine güvensiz olduğu ülkelerde zaten var, ama İngiltere, Fransa gibi “hukuk devletleri”nde de var. İngiltere’de 1960’larda İrlanda sorununu çözmeye yeltenen İşçi Partili Başbakan Harold Wilson’u devirmek için gizli servisin darbe planları yaptığı biliniyor örneğin. (Düşünün, Wilson alt tarafı Tony Blair’den azıcık daha radikal bir Başbakan’dı!) Fransa’da, Cezayir’deki kurtuluş mücadelesine verilen destek özellikle aydınlar arasında büyüdükçe, gizli devlet örgütlerinin yaptıkları biliniyor.
İngiltere’nin sömürge İrlanda’yla, Fransa’nın sömürge Cezayir’le ilişkileri “devlet meselesi” olarak görülüyor, gelip geçici hükümetlerin bu meselelere el atması devlet aygıtı tarafından hoş karşılanmıyordu. Ama İngiltere ve Fransa’da “derin” denmiyor, çünkü biri derin, biri de sığ olmak üzere iki ayrı devlet olmadığı, sadece tek bir devlet olduğu biliniyor.
Türkiye’de (ve dünyanın bütün ülkelerinde) de durum aynı. Deriniyle sığıyla tek bir devlet var. Ve bu devlet başka bir şey, hükümet başka.
Devlet aygıtı kalıcıdır, değişmez, seçilmemiştir. Albay ve generallerden hakimlere, emniyet müdürlerinden valilere, kaymakamlardan rektörlere, müsteşarlardan büyükelçilere, aynı ideolojik eğitimi görmüş, aynı “yüce devlet” anlayışıyla yoğurulmuş dev bir kadrodan oluşur. Personel değişir, ama yapı değişmez.
Devletin âli çıkarları
Bu devlet aygıtı, gerekli gördüğünde, “devletin âli çıkarları” için, “devletin bekası” için hükümetlerden habersiz işler yapar, hükümetlere müdahale eder.
Bu yapının en üstünden birkaç önemli ismin değiştirilmesi, örneğin MİT’in başına Hakan Fidan’ın getirilmesi, HSYK’nın başkanlığına Rezalettin Asarkeser’in atanması hiçbir şeyi değiştirmez.
AK Parti artık devleti kontrol ettiğini sanıyor galiba. Sanıyorsa yanılıyor. Başka herkes AK Parti’nin devletleştiğini sanıyor. Onlar da yanılıyor.
AK Parti belki de devleti kontrol etmediğini biliyor, ama Ergenekoncuları, Balyozcuları salıvererek devletle bir anlaşmaya vardığını sanıyor. Öyleyse, yine yanılıyor. AK Parti devletle barışabilir, ama Kemalist devlet aygıtı AK Parti ile hiçbir koşulda barışmaz.
Bu nedenledir ki, darbe tehlikesi hiçbir zaman gündemden düşmüş değildir, olamaz. Ve bu nedenledir ki, AK Parti’ye karşı mücadelede darbeciler, Genelkurmay, Silivriciler, Cumhuriyet mitingcileri, CHP gibileri hiçbir zaman müttefiğimiz değildir, olamaz. Hayatta tek derdi AK Parti’nin devrilmesi olanlar varsın bunlarla ittifak yapsın. Bizim derdimiz, AK Parti’nin tepeden, silahlı zorbalar tarafından devrilmesi ve toplumun daha da otoriter, daha da ceberrut güçlerce yönetilmesi değil. Biz hükümetin tabandan gelen ve toplumun, demokrasinin, özgürlüğün önünü açan bir hareket tarafından devrilmesi için mücadele ediyoruz.
Devletle barışmak
Tayyip Erdoğan ve hükümeti ile Kemalist devlet arasındaki ittifak geçicidir.
Erdoğan doğmadan 30 yıl önce, Türkiye Cumhuriyeti devleti tüm devlet kademelerini Kemalist laikliği özümsemiş kadrolarla doldurmuş ve bu konuda en ufak kuşkusu olan herkesi devlet ve siyaset sahnelerinin dışına itmiştir. Kadro üretiminin devamını sağlayacak eğitim sistemini oluşturmuş ve oturtmuştur.
Erdoğan’ın gençlik yılları boyunca, dışlananların devlet ve siyaset sahnelerine geri dönme çabaları darbelerle, baskıyla, devlet kurumlarından yapılan temizliklerle engellenmiştir.
Erdoğan’ın aktif siyaset yıllarında, 28 Şubat darbesi, her yıl YAŞ kararlarıyla yapılan tasfiyeler, bizzat kendisinin hapse atılması, Erbakan’ın partisinin kapatılması gibi uygulamalarla dışlananların Ankara’dan uzak tutulması devam etmiştir.
Sonra AK Parti iktidara gelmiş, sonra darbe çabaları başlamış, sonra bu çabalar boşa çıkarılmıştır. Ve nihayet Erdoğan devletle “barışmıştır”. Ve hem solda hem Kürt hareketinde yaygın olan inanca göre AK Parti “devletleşmiştir”.
Bu “barışma” ve “devletleşme” sorunlu ve tehlikeli kavramlar.
Bir partinin üç beş yıl içinde 90 yıllık Kemalist devleti ele geçirmiş olduğunu düşünmek teorik açıdan devletle hükümet arasındaki farkı anlayamamak, pratik açıdan ise saf olmak anlamına gelir. Devasa devlet aygıtı, üst düzeydeki birkaç bin yöneticinin değiştirilmesiyle ele geçirilemez. AK Parti’nin yaptığı bundan ibarettir: buz dağının en tepesine kendi adamlarını oturtmuştur, ama dağın koca gövdesi olduğu gibi durmaktadır.
Bu hükümetin devletle “barışması” ise, geçici bir olgudur.
Erdoğan ve AK Parti devletle barışmak ister, barışmak için can atar, zaten hiçbir zaman bozuşmamıştır. Türk sağı devletle zaten her zaman barışık olmuştur. Dindarlık ile milliyetçilik her zaman iç içe olmuş, dindar sağ devletten en ağır eziyeti çektiği dönemlerde bile devlet sevgisini kaybetmemiş, “son Türk devleti”ni savunmayı görev bilmiş, devleti kutsamıştır. Erdoğan ve kurmayları bu siyasî ve kültürel çevrenin insanlarıdır, devletle bir sorunları yoktur. Orgeneraller cezaevine girdiğinde Erdoğan’ın üzüntü duyması, Ergenekon ve Balyoz suçlularının tümünün serbest bırakılması, Hrant Dink davasıyla Zirve Yayınevi davalarının gerçek suçlulara (yani üst düzey devlet görevlilerine) uzamasına izin verilmemesi hep bundan kaynaklanır: AK Parti devletin zarar görmesini istemez, birlikte çalışmak ister.
Devlet ise, AK Parti’nin öncülleriyle barışmadığı gibi, AK Parti ile de barışmaz. Tüm genetiği ve içgüdüleri ve eğitimi ve ideolojisiyle, tüm Kemalist devlet geleneği bu tür partileri (ve temsil ettikleri toplumsal kesimleri) dışlamak ve ezmek üzerine kuruludur.
Devlet-hükümet ittifakı
Devletin şu anda AK Parti’yle barışmış gibi görünmesi, Gülen Cemaati’ni imha etmek konusunda yaptıkları ittifaktan kaynaklanıyor. Erdoğan’dan çok daha önce, devlet Cemaat’i tehlike olarak görüyor, ezmeye çalışıyor, ama baş edemiyordu. Şimdi, tabiri caizse, iti ite kırdırıyor. Cemaat’e karşı saldırıda Erdoğan’ın yanında duruyor. Temizlik tamamlandığında, bakalım daha ne kadar duracak.
Hava Kuvvetleri Komutanı olacakken Balyoz’dan tutuklanan emekli Orgeneral Bilgin Balanlı, geçenlerde F-4 uçakları düştüğünde “Her şey 2013’te Hasdal’da yazdığımız mektupta” dedi. Mektupta şöyle denilmişti:
“Türk Hava Kuvvetleri’nin yetişmiş insan gücü heba edilmiştir. Kartalın başı koparılmış, adeta başsız bırakılmıştır. Hava kuvvetlerindeki her dört generalden birisi tasfiye edilmiştir. Her biri rol model olan üstün nitelikli personel, düzmece belgelerle ‘darbeci’ ilan edilerek geriye kalanların moral değerleri çökertilmiştir. Aslında çökertilen Hava Kuvvetleri’nin ta kendisi olmuştur.”
Balanlı devlet adına konuşuyor. Silahlı Kuvvetler’i zayıf düşürdünüz, elbet bunun hesabını soracağız, diyor.
Uzunca zamandır pek ağzını açmayan Genelkurmay Başkanı Necdet Özel son haftalarda yine konuşmaya başladı. Sınırda merkezî bir komutanlık kurulacağını açıklarken, örneğin, Suriye’deki ortamın PKK’nın “terör örgütü kimliğinden ziyade IŞİD ile savaşan meşru bir güç olarak görülmesine yol açtığı”ndan şikâyet etti. Arkasından, uzun zamandır ilk kez PKK’ye karşı askerî operasyon yapıldı. Çözüm sürecinde Kürt hareketine verilen her ödününün Silahlı Kuvvetler’i rahatsız ettiğinden kuşku duyan var mıdır, bilemiyorum. Varsa, Türkiye’yi pek tanımayan biri olabilir ancak.
Cemaat’e karşı girilen ittifak işini tamamladıktan sonra, devlet hükümetten hesap sormak için fırsat kollayacaktır. AK Parti’nin ilk yıllarında, artık ayrıntısıyla bildiğimiz darbe planlarının gerçekleştirilememesi darbecilerin yurtiçinde de yurtdışında da meşruiyet sağlayamama kaygısından kaynaklandı.
Hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın yurtdışında bugün meşruiyeti ve desteği kalmadı. Yurtiçinde ise, seçimlerde göreceğimiz gibi, desteği azalıyor. Yolsuzluk yapan, saraylarda oturan, müteahhitleri zenginleştiren, gözünü kırpmadan insan öldüren bir hükümetin destek kaybetmesi kaçınılmazdır.
Hükümetin çok severek barıştığı devlet tetikte bekliyor.
Bizler hükümete karşı mücadele ederken devletle (ve onun siyasî temsilcileriyle) ittifak yapmayız. Hükümete karşı örgütlenirken anti-demokratik güçlere bel bağlamayız. Hükümet güncel muarızımızdır, devlet ise değişmez düşmanımız.