SÖYLEŞİ: ‘ASASIZ MUSA’ FİLMİ Musa Anter: Sanık, mahkûm, şahit ve davacı…
KELEMET ÇİĞDEM TÜRK
Birçoğumuz Ape Musa (Musa Amca) olarak tanıdık Musa Anter’i. “Türkiye’nin 55 yıllık girdisinin, çıktısının yeminli, canlı bir şahidiyim. Hem yalnız şahidi mi? Değil! Sanığıyım, mahkûmuyum ve davacısıyım” diyerek 74 yıllık ömrüne not düşen Anter, sadece Kürt coğrafyası için değil Türkiye’nin hafızası için önemli bir isim. Diyarbakır’da 20 Eylül 1992 tarihinde uğradığı ve devletin içindeki karanlık odakların karıştığı silahlı saldırıcı sonucu hayatını kaybeden Anter’i katledenler hâlâ bulunmuş değil.
Anter’i hatırlamak için, iyi tanımayanlarımız, hatta hiç tanımayanlarımız için onun hayatının anlatıldığı Asasız Musa filmi bu ay vizyonda. Filmin genç yönetmeni Aydın Orak ve genç görüntü yönetmenleri İbrahim Güler ve Umut Öztorun ile baştan sona Musa Anter’i yani Ape Musa’yı konuştuk.
Musa Anter öldürüldüğünde siz kaç yaşındaydınız ve Musa Anter’i biliyor muydunuz?
Aydın Orak – Ben 10 yaşındaydım. Bilmiyordum tabii, yaş kemale erdikten sonra fark ettim. Babam, 12 Eylül darbesi döneminde onunla aynı koğuşu paylaştığını söyledi. Onlar koğuşta beraberken ben doğmuşum. Ama öldürüldüğü zaman tanımıyordum ve küçük yaştaydım. Fakat belki de bu filmi çekmenin şöyle bir avantajı oldu: Objektif olabilmek, öfkeyle yapmamak. Bir trajedi yaşanmış 20 yıl önce. Onu bugün sahnelemekle, daha soğukkanlı, daha aklı selim, daha objektif yaklaşma imkânı elde ettik. Bilmiyorum, filmi izledikten sonra konuşmak lazım. Eminim ki filmi izleyenler, 20-30 yaşlarında bir film ekibi ile çekilmiş olduğunu düşünmeyecek. Çünkü film günübirlik sorulara cevap olacak, magazin sorularına cevap olabilecek bir film değil. Olabildiğince tüm zamanlara hitap edecek bir film yapmak istedik. Yani 50 yıl sonra da bir şeyler anlatmalı.
İbrahim Güler – Öldüğünde dört yaşındaydım. Üniversite yıllarında tanıdım: Nasıl öldürüldüğünü, önemini kaybetmediğini, Ape ismini nasıl kazandığını.
Umut Öztorun – Ben Kürdüm. Musa Anter öldüğünde dört yaşındaydım. Batı’da büyüdüm, asimile oldum. Çok birebir tanımıyordum. “Türkiye’nin 55 yıldır sanığıyım, tanığıyım ve şahidiyim” sözleriyle tanıdım. Bir film çekiminde tanıştım Aydın Orak ile. Projeyi anlattı, ben de çok istedim projede olmayı. Kendi halkım adına bir şey yapmak için. Herhangi bir görev vermeseydi, yine bir şekilde yapışacaktım projeye. İki ay evde çalıştık. Nerede yemek yiyeceğiz diye hiç düşünmedik. Türkiye toplumunda Mezopotamya halkının daha bir misafirperver olduğunu oraya gidenler daha iyi anlayacak. Gittiğimiz köylerden, Zivinge olsun, Akarsu olsun, çok memnun ayrıldık. Köylülerin yardımını unutamayız.
Bunca zaman sonra Musa Anter’in ilk defa filmi yapılıyor. Bir ilk olmasının yanı sıra, metaforlarla anlatılması yönünden de ilginç. Neden sembollerle anlatıldı?
AO – Ben Musa Anter’in hayatını altı sezondur tiyatroda oynuyorum. Hayatıyla ilgili araştırma, belge, bilgi toplama süreci vardı, iki üç yıl. Toplamda 10 yıl araştırma yaptım. Sinemaya uyarlamak isteyişimin nedeni tiyatroda anlatamadığımı kamera ile anlatmak. Diyalog ile metafor oluşturmak zordur. Dört yıl önce belgeselini yapacağım diye yola çıktım. Bir yıl aradan sonra bunun basit bir yaklaşım olduğunu düşündüm, teatral bir belgesel oldu. Sahnede bir oyuncu var, hem anlatıyor hem başkaları onu anlatıyor. Bu da bana basit geldi. Filmin metaforlarla anlatılması gerektiği, uzun metraj film içinde küçük belgesel yaklaşımında olduğu, metaforik anlatmanın daha doğru olabileceğini düşündüm. Metafor kullanmak herkes için başka bir şey ifade eder. Aynaya baktığınızda ben bugün çok yakışıklıyım dediğinizde metafor olmuyor, ama bomba gibiyim dediğinizde metafor oluyor. Kullandığımız metaforlar, bir tek şey demektense, her seyircinin kendiyle bir anlam yükleyeceği sahneyi çekmek daha doğru geldi. Tamamen metaforlarla anlatılmasının nedeni o benim için.
Doğru metaforlara karar vermek kolay iş değil. Önyargı oluşmaması, istenilen mesajın verilmesi, doğru tanıtım… Nasıl karar verdiniz?
AO – Sabahlara kadar tartıştık. Kameraya nasıl gelecek, nasıl kullanacağız. Musa Anter’in 74 yıllık yaşamını anlatmak mümkün değil. Dönüm noktaları, Zivinge’de doğmuş olması, yazar olması ve yazarlığı yüzünden başına gelmemiş durum kalmaması ve bu durumun ölümüne neden olması… Musa Anter’i hiç tanımayan kişinin bu filmi izlediğinde “bu bir yazar ve yazdıkları ölümüne neden oldu” demesi bizim için önemliydi. Alışılagelmiş bir göstergenin dışında bir gösterge olacak. O bakımdan bir kere bizim içimize sinmiş olması önemli. Ve öyle de oldu. Seyirci kendisi karar verecek.
İG – Normal biyografi tarzında anlatılmamalıydı zaten. Doğuyor, büyüyor, karga kovalıyor diye bir film değil.
UÖ – Ape Musa’nın mizah tarafı da çok yüksek. Hakimin “Ülkeyi bölecek misiniz” sorusu üzerine, Anter “Ülke hıyar mı böleceğiz?” diyor. Bu tür mizah açıklamaları da var.
AO – Trajedi ve dram içindeyken bile komedi çıkarabilen bir insan. Ses kayıtlarını dinliyoruz ve gülmekten katılıyoruz. Bu insan öldürülmüş. Şimdi ikisinin dengesini tutturmak hakikaten çok zor. İpin ucunu kaçırmamak gerekiyor, komedi ya da dramın dibine vurmamak gerekiyor.
“Hayatımın girdisinde çıktısında hem şahit hem sanık hem mahkûm oldum”. Bunu film boyunca görebiliyor muyuz?
AO – Görmek isteyene. Film bir bilmece değil. Tamam onun komik hallerini de görüyor. “Kımıl” şiirini 1960’larda (Anter ve arkadaşlarının çıkardığı bir gazetede) Kürtçe yayınladığı için idama kadar giden bir devlet problemine dönüşüyor. Şiirde kımıl diye bir haşere var, ekinleri yiyor; küçük bir genç kız Siverek’te şiir okuyor. Anonim bir şiir. Şimdi onu filmde izlediğinizde bir sahne olup geçer, ama köküne indiğinizde… Bir yazarın daktilosunun taşlanmasının ne anlama geldiğini anlatmaya gerek yok sanırım.
Anter, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbelerinde aranan bir isim. Bütün darbelerde gözaltına alınan bir isim. Belgeler, bilgiler, ulaştığınız bir şey var mı bununla ilgili?
AO – Anter’in yaşadığı 49’lar davası var. Türkiye tarihinde çok bilinen bir dava değil. Fakat çok önemli bir dava. Harbiye hücrelerindeki, beş buçuk ay zindanlardaki işkenceler zaten yeterince bir şey. Anter bu süreçlerden geçmiş. Dediğiniz gibi, her darbede gözaltına alınmış. Hatta çok komik durumlarda bile göz altına alınmış. Turistler gelip evini ziyaret ediyor. Birkaç turisti birkaç gün misafir ediyor. Köylüler “turist gelmiş, köyün içinde dolanıyorlar” diye anlatıyor. Derken, o “turist” “terörist” olup askeriye baskın yapıyor eve, Anter’i alıp bir hafta işkence yapıyorlar. Hakim onun sokakta yürümesini yasaklıyor. “İnsanlar seni görünce Kürtlük geliyor akıllarına” diyor hakim. “Çarşaf mı giyeyim, ne yapayım?” diyor. Bunları yaşamış bir insan. Kürtçe konuşmanın, Kürtçe ıslık çalmanın cezası kelime başına 5 lira. “Kürtçe ıslık çalmak” ne demek yani; insanlara soruyoruz, böyle bir şey mi var?
UÖ – Kürtçe ıslık çalmayı metafor olarak görüyor devlet, kötü anlam yüklüyor. Sadece Kürtçe yasak, Kürt yasak. Benim ailemde o yıllarda kaset saklamak imkânsızdı. Rahmetli anneannem Ermeni’ydi. Sonradan Yüksekova’ya göçüyorlar. Hayal meyal hatırlıyorum. Bir kere Kürt olmak, Kürtçe konuşmak ofsayt. Sorgusuz sualsiz köy baskınları. Islık bir dil değildir. Onu dil yapıyorsun; konuştuğumu dil yapmıyorsun!
İG -Bizi en iyi anlayan, devlet. Metaforları çok iyi bildiği için.
Musa Anter’in İstanbul’daki evinin “Kürdistan Konsolosluğu” ilan edilmesiyle ilgili neler var elinizde?
AO – Musa Anter’in evi hakikaten Kürdistan’ın İstanbul elçilik binasıydı sanki. MİT’in o dönemki raporları öyle der. Birçok Kürt entelektüeli gençken onun elinden, evinden geçmiş. Sait Nursi’den Ahmet Arif’e kadar, Bedirhanilerden İsmail Beşikçi’ye kadar, zaten onun yakın dostlarıydı. Kürt Enstitüsü kurucusu, Mezopotamya Kültür Merkezi’nin kurucusu. Bu kadar insanın buluştuğu bir yer burası. Aynı zamanda birçok insanla iletişimi iyi olan bir kişi. Entelektüel alışverişi olan bir insan. Anter’in 1959’da Harbiye hücrelerinde yazdığı ‘Kara Yara’ adında bir Kürtçe tiyatro metni var. Bu metin Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yazılı ilk Kürtçe metin ve Kürtçe tiyatro metnidir, aynı zamanda yayınlanmış ilk Kürtçe kitap. ‘Kara Yara’da Kürdistan’da Sağlık Bakanlığı’nın yanlış politikalar sonucu dağıttığı ilaçlar insanlarda kara yaraya neden oluyor. Doğan çocukların, küçük çocukların vücutları kıllı, yani maymun gibi doğup büyüyorlar. İçeriği bu metnin. Nazım’ın Moskova’da bu durumla ilgili Ape Musa’ya bir selamı var, “Kara yaraya bağlanasıca Sağlık Bakanı” diye şiirinde bir dize var. ‘Araf’ oyununda da biz Nazım’a şöyle bir selam gönderdik: Nazım’ın bir şiiri var, “1941 yılında Haydarpaşa garında basamaklarda güneş ve yorgunluk vardı” diye başlayan… Ape Musa, “1941 yılında İstanbul’a geldim, baktım etrafa ama Nazım’ın Galip ustasını göremedim“ diyor. Biz de o oyunda böyle bir selam gönderdik. Onun için, aslında Ape Musa’nın evi Kürdistan elçilik binasıydı. Hem Kürt hem Türk aydını, yazarı, entelektüeli ile bir aradaydı.
Peki yıllar sonra Musa Anter’in filminin yapılıyor olması, çocuklarıyla bir araya gelmeniz ve tepkileri… Biraz anlatır mısınız?
AO -Sürekli destek oldular. İzlemeye geldiler tiyatroda. 20 Eylül’e çekimleri koyduk. Çocuklarının da mezarın başında olacağı güne denk getirdik çekimleri. Onlar da belgesel olacak diye düşündü. Filmde tek belgesel bölüm onların oynadığı bölümler. Çok sevindiler. Sağolsunlar. Kızı Rahşan Abla bana “baba” diyor. Şöyle bir anımız var: Birkaç ay önce bir panel için yurtdışından konuşmacı olarak davet edilmiştim, gelen mail şöyleydi, “Sayın Musa Anter, şu tarihte sizi panelimize konuşmacı olarak davet ediyoruz”! İnsan oynadığı karakterle bir zaman sonra bütünleşir. Onu kanıksar. Belki de ondan kaynaklı. İnsanlar “Araf” oyununu Anter biyografisi olarak bildikleri için…
Filmde başrol yok. Herkes bir sahnede oynuyor. “Ben Musa Anter değilim, ama onu oynuyorum” yaklaşımı var. Herkes onu simgeleyen fötr şapka, pardösü, tahta bavul alıp sahnesini oynuyor. Filmde tek başrol simgelerdir. Kostümün içindeki kişi önemli değil. O kıyafetleri giyen kişi Musa Anter’dir demek istiyoruz filmde.
Yaşlarınıza bakınca Ape Musa’yı yaşıtları, kardeşleri değil, “torunları” hatırlamış oluyor.
AO – O kadar da genç değiliz ya! Bizim tiyatroda bütün oyunlar politik. Kürtçe oyunlar. Bundan önce yaptığım belgesel film Türkiye’de yasaklandı. Son dönemlerde yasaklanan tek film. Cizre 92’yi anlatıyordu: “Berivan”. Ape Musa’nın o sürecinde 92’de Cizre’de bir katliam oldu, 17 insan yaşamını yitirdi. Berivan adında bir genç kız sivil itaatsizlik yapıp devlete baş kaldırdı; onun hikâyesini anlatıyor. O belgesel ulu orta, açık bir belgesel. İmge, metafor yok; bir gerçekliğin resmini çekiyordu. Ama Musa Anter’in öyküsünü tiyatroda o kadar çok oynadım ki. Musa Anter ile ilgili bir tez hazırlayabiliriz. Biz biraz sert bir coğrafyadan geliyoruz, börtü böcek çekemeyiz. Herkes bir şekilde çekiniyor, korkuyor, doğal olarak bana en yakın olanı çekmek isterim. Cizre’deki katliamı çekmek, Diyarbakır cezaevini çekmek isterim. O toprakta o acıları yaşamış bir insan olarak, 17 yılımı Nusaybin’de Anter’in doğduğu yerde geçirmiş bir insan olarak, bunun dışında bir şey çekemeyeceğimi düşünüyorum. Denizli’de bir olayı çekemem, eksik bir şeyler kalır.
İG – Kuralların dışında bir anlatım. Biz kural tanımıyoruz. Herkes sinemanın abecesine göre hareket eder. Burada bunu anlatırsan kimse anlamaz, buna güler, şunu anlatırsan şöyle olur. Bu umurumuzda değil. Çünkü biz ne anlattığımızı birinci karesinden son karesine kadar tek tek dakikalarca anlatabiliriz.
Kültür Bakanlığı’ndan destek aldınız mı?
AO – İki yıl önce belgeselken başvurduk, ret aldık. Hiç kimseden destek almadı film. Birçok yere başvurduk. Ailesinin manevî desteği dışında kimseden destek gelmedi. Ana sponsor anamdır!
Çekimlerin bir hafta sürdüğü doğru mu? O kadar kısa zamanda nasıl çekebildiniz?
AO – Çünkü filmin bütün sahnelerini çizdik. Daha önce onlarca kez gittim, oralarda büyüdüm. Kafamda sahne nerelerde çekilecek diye hazırlamıştım. Her şey hazırdı. Tak, tak, tak, bir haftada çektik. Zorlanmadık.
UÖ – Belki çok daha iyi bir görüntü yönetmeni aynı duyguyu yaratamayabilirdi. Hissederek anlatamayacaktı.
İG -Bizim biraz da şansımız, Doğu’ya ben ilk defa gittim, böyle bir resim çok az vardır Türkiye’de. İlk gün bomba ihbarı vardı. Şehir merkezine gittik. Arabadan indik. Dışarı çıktığımda Bahçelievler gibi bir ortam buldum. Aydın Abi “Elli metre ilerde sınır var, gördün mü?” dedi. “Ne sınırı abi?” dedim. “Suriye sınırı” dedi. Öbür taraf Kamışlı, savaş şurada.
Köye gittiğinizde nasıl bir manzara vardı?
İG – Musa Anter’in köyüne gittik ilk. Hemen belli oluyor oralı olmadığın. Her gittiğimiz yerde karşılandık, ağırlandık. Doğu’da çok net gördüm şunu; girdiğimiz anda yemeğimiz çayımız hazırdı. Çıktığımız anda da dualarımız hazırdı.
UÖ -Bugün Doğu denince akla dağlı sarp kayalar geliyor. İbrahim Kürtçe bilmiyor, ama hiç sıkıntı çekmedi.
İG – Bir insanın anlaşması için aynı kültürden gelmesine ve aynı dili konuşmasına gerek yok. Aydın Abi’nin annesi Türkçe bilmiyordu, ben de Kürtçe bilmiyordum, ama anlaştık. Bir köyde çekim yaptık, toplandık gidiyoruz. Teyzenin biri arkamızdan bağıra bağıra bir şey söylüyor. “Umut, ne söylüyor?” dedim. “Dua ediyor,” dedi, “yine gelin diyor.”
UÖ – Mesela çok önyargılı insanlar vardı, başka bir projede. Sizler ve bizler vardı. Ben bundan nefret ettim oldum olası. Ben Kürt’üm. Bu kimliğe sahip çıkmak zorundayım. Yedi yıldır bu piyasanın içindeyim. Mesela bir akrabam ve teyzemle konuştuğum, Kürtçe konuştuğum zaman insanlar ters bakıyor, ama İngilizce, Almanca konuşsan garipsemiyorlar. Aslında Kürtçe anlaşılmayan bir dil değil, anlaşılmak istenmeyen bir dil. Öğrenmek zorunda değilsin, benim bilmeme engel olmak zorunda da değilsin.
Rahşan ANTER (Kızı) “Ape Musa’nın filminin bir genç tarafından yapılması onur verici. 22 senedir ilk defa Ape Musa hakkında film yapılıyor. Gençlerin çok fazla imkânı yok, bu film çok büyük fedakârlıklarla yapıldı. 20 Eylül’de babamın evinde yapılacak galası. Umarım Musa Anter’in başka yönlerini de sinemaya taşırlar… Musa Anter’de malzeme bol. Babamı beyaz perdede göreceğim için çok mutluyum.”
Şenay AYDIN (Oyuncu)
“Ben aynı zamanda filmde yönetmen yardımcısıyım. Musa Anter politik olarak uzak durduğum bir insan değil. Projeyi duyduğumda okumadan çekime gittim. Filmde bir kadın karakteri oynadım. Musa’ya kafa tutan bir kadın. Erkek egemen toplumda Musa’ya kafa tutmak! Ape Musa çok az tanıtıldı, konuşuldu. Bu bir ilk, bu yüzden önemli. Bizden öncekiler yapmadılar, ama bizlerin boynunun borcudur Ape Musa’yı anlatmak”