Anti-emperyalizm bayrağını kim yükseltecek?
“Emperyalistler, işbirlikçiler, 6. Filo’yu unutmayın”, Türkiye’de kendini sosyalist olarak adlandırıp baş ilke olarak anti-emperyalizmi belirleyenlerin ortak sloganıdır. ABD Donanması’na bağlı 6. Filo, Vietnam halkına karşı işlediği savaş suçları yüzünden Dolmabahçe’de protesto edildikten 45 yıl sonra bugün Akdeniz açıklarında ve savaş durumunda. Silahları Irak ve Suriye’ye çevrili.
“Anti-emperyalist sol” ise IŞİD’in bombalanmasını destekliyor. Bazıları küresel savaş örgütü NATO’nun saldırısını meşru bulurken, bazıları da emperyalist devletlerin çıkarları doğrultusunda hareket eden Birleşmiş Milletler’i müdahaleye davet ediyor.
Henüz IŞİD belası ve savaş ortada yokken, ABD emperyalizmi Afganistan’da kaybetmiş ve Irak’tan çekilmek zorunda kalarak zayıflamışken, 200 binden fazla Suriyelinin katili diktatör Esad’ı korumak için anti-emperyalist ve savaş karşıtı kampanya yapanlar şimdi ABD, İngiltere, Fransa ve Körfez monarşilerinin bombardımanı karşısında suskun.
“Biz IŞİD’i ve politik İslamcıları yenemiyorsak, emperyalizm yensin. IŞİD’in katliamlarını biz durduramıyorsak, ABD, NATO, BM durdursun, insanları kurtarsın.” Bu fikirlerin sola hakim olmasının iki önemli politik sonucu var:
Türkiye’de 1968’den bu yana solun taşıdığı anti-emperyalizmin bayrağı, politik İslamcılara teslim ediliyor.
ABD emperyalizmine karşı olduklarını söyleyenlerin ABD’nin yeni savaşına olumlu bakması, emperyalist saldırganlık ve müdahaleye meşruiyet kazandırıyor.
Dünyada olup biten hemen her kötülüğün Pentagon’dan kaynaklandığını savunup yerel egemen sınıfların yaptığı tüm pislikleri Amerika’ya mal edenlerin, Büyük Ortadoğu Projesi gibi Washington komplolarıyla yönetildiğimizi savunanların “IŞİD’e karşı olmak” adına savaş koalisyonuna verdikleri desteğin kaynağı, anti-emperyalizm diye tarif ettikleri şey.
Devrimci gelenekte emperyalizme karşı mücadele
Büyük birkaç devletin kendi çıkarlarını dayatmak için küçük devletlere uyguladığı zor, hükmetme ilişkisi demek olan emperyalizm, Lenin tarafından “kapitalizmin en yüksek aşaması” olarak adlandırır.1 Buharin, finans sermayesi ile sanayi sermayesinin iç içe geçtiği emperyalist dönemin, tekelci devlet kapitalizmi üzerinde yükseldiğini vurgular.2 19. yüzyılın sonunda başlayan emperyalist dönemde, ekonomik rekabete askerî rekabete eşlik eder. Dünya kaynaklarına ve pazarlarına hakimiyet için savaş, kapitalizmin en yüksek aşamasının karakteristik bir özelliğidir.
Lenin, Buharin ve Rosa Luxemburg gibi devrimciler, emperyalizme karşı mücadeleyi, kapitalizme karşı mücadelenin bir parçası olarak gördü. Bu yüzden “haksız ve gerici” emperyalist savaşa karşı çıktılar. “Kendi” devletlerinin savaşta yenilmesi için mücadele ettiler. Milyonların barış için mücadelesine destek verirken, emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmeyi, yani her ülkenin işçi sınıfının kendi burjuvalarına karşı ayaklanmasını önerdiler. Haklı ulusal kurtuluş hareketlerini emperyalizme darbe vuracağı, ulusal baskıya ve sömürgeciliğe son vererek işçi sınıfı mücadelesinin önünü açacağı için desteklediler. Bu destek, emperyalizme ya da sömürgeci devletlere karşı mücadele eden ulusal kurtuluş hareketleriyle ittifak kurmayı, ezen ulus sosyalistlerinin mücadeleyi kendi burjuvalarına yöneltmesi için çalışmayı, bunları gerçekleştirirken ulusal hareketlerin liberal demokratik doğasını göz ardı etmeyip onları kızıla boyamamayı, birlikte örgütlenmemeyi ve her durumda uluslararası işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda tutum almayı içeriyordu.
Devrimci sosyalist gelenek, tam da anti-emperyalizmi antikapitalist mücadeleden bağımsız ele almadığı için, 1. Dünya Savaşı’nı ve “kendi” devletlerinin savaşa katılmasını destekleyen sosyal-demokrasiden ayrıştı.
Antikapitalist olmayan antiemperyalizm
Türkiye’de kendine “sol” diyenlerin çoğu emperyalizmi Lenin ve Buharin’den değil, Mustafa Kemal ve Stalin’den öğrenmiştir. Biri Türk burjuvazisinin, diğeri Rus bürokrasisinin siyasî temsilcisi olan iki devlet başkanı da dünya sisteminin kapitalist sınıf ve işçi sınıfı arasında süren mücadele ile değil, güçlü ve güçsüz ulusların arasındaki hiyerarşi ve mücadeleyle belirlendiğini düşünür.
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından misak-ı millî sınırlarını çizen ve ulus-devleti kuran Kemalistler, Batı emperyalizmini Türkiye’nin “geri kalmışlığının” ve fakirliğinin başlıca sorumlusu olarak ilan eder ve “kendinden başka dostu olmayan” “Türk halkını” emperyalizme karşı mücadelenin merkezine koyar. ABD ve Avrupa, uluslar hiyerarşisinin en tepesinde oldukları ve geri kalan uluslar üzerinde tahakküm kurdukları için suçlanır.
Kemalizmin sol versiyonları Türkiye’nin ABD emperyalizmi tarafından bağımlı kılınmasını eleştirir. Emperyalizm ile ekonomik ve siyasî işbirliği halindeki küçük azınlık “işbirlikçi” olarak nitelenip çıkarıldığında, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi vermesi beklenen “halk” Türk burjuvasinin “millî” olarak nitelenen kanatları, küçük burjuvazi ve işçi sınıfıdır.
Stalinist bürokrasinin milliyetçiliği de Kemalist yönetininkinden farklı değildir. “Büyük Rusya” adına davranan stalinizm için Batı emperyalizmi yer yer el sıkışılacak, yer yer savaşılacak, ama bir arada yaşanacak ekonomik ve siyasî bir rakipti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın üçte birini kontrol edecek güce ulaşarak emperyalizmin diğer blokunu oluşturan SSCB , “Batının 200 yılda ulaştığı seviyeyi 20 yılda yakalacağız” diyerek devlet kapitalizmini kuran bürokrasinin ulusalcı ‘tek ülkede sosyalizm’ anlayışı ile yoğrulmuştur.
Sosyalizmi, Stalinizm ve Kemalizm’den öğrenen Türkiye solunun anti-emperyalizmi düpedüz milliyetçiliktir. “Tam bağımsız Türkiye” sloganı anti-emperyalizmlerinin sınırlarını gösterir. Bugüne kadar hep Amerikan düşmanlığıyla konuşmuş bu anti-emperyalizmin merkezinde, uluslararası işçi sınıfının ve Türkiye işçi sınıfının çıkarları değil millî çıkarlar durur.
Unutmamak gerek, Kemalizm sadece kendinden daha üstün olduğu için nefret ettiği Batı emperyalizmini suçlamadı. En az onun kadar suçlu gördüğü Osmanlı İmparatorluğu’nun sömürgeciliğine karşı isyan etmiş Arap halklarıydı. Uluslar piramidinin en aşağısında gördüğü “Doğu’yu” irtica, köylülük ve cehaletle özdeşleştiren Kemalizm, “Batı’yı” kendi ezilmişliğinin sorumlusu olarak görse de “muasır medeniyetlerden” biri ve ulaşılması gereken yer olarak gösterdi. Ortadoğu’ya, Müslüman toplumlara, Doğu halklarına bakarken bugün solun taktığı hakir gören o gözlük, Kemalizm’e aittir.
“IŞİD karşıtlığını” yeterli bulmak
Üçüncü dünya milliyetçisi hareketlerin tutumlarını basit bir ilke belirler: “Düşmanımın düşmanı dostumdur.”
Eskiden “baş düşman” ABD emperyalizmiydi. Şimdi ise, Türkiye’de “irticaî ve bölücü tehdide” karşı yapılan 28 Şubat darbesinden, dünyada 11 Eylül saldırılarından sonra Bush’un “ya bizdensiniz ya teröristlerden” diyerek başlattığı savaştan bu yana, solun baş düşmanı İslamcı hareketler.
Irak’ı dokuz yıl boyunca işgal edip bir milyondan fazla insanı katleden emperyalizm, 2001’den bu yana El Kaide ile savaşıyor.
Bütün politik İslamcı akımlar, ABD şirketlerinin çıkarları için “medeniyetler çatışması” yaratmaya çalışan sağcı akımlar tarafından El Kaide ile özdeşleştirilirken, IŞİD ortaya çıktı. Bugün “IŞİD’e karşı olmayı” yeterli bulanlar İslamofaşizmden bahsedip politik İslamcı akımları “Ortaçağ karanlığı” ile özdeşleştirenler, meseleye George Bush ve neo-conlarla gibi bakıyor.
NATO ve BM’nin müdahaleye çağrılması, Irak ve Suriye’nin ABD tarafından bombalanmasını desteklemesi, “düşman IŞİD’in düşmanı ABD (şimdilik/geçici olarak da olsa) dostumdur” denklemin kurulmasından.
Sınıf mücadelesini inkâr eden bu yaklaşım, dünün ateşli anti-emperyalistlerinin ABD’den daha çok nefret ettikleri IŞİD’e karşı emperyalizmi desteklemeleri sonucunu yaratıyor.
Aynı çevreler, Tunus ve Mısır’da başlayan, seküler-İslamcı ayrımını devrimin pratiği ile aşan, emperyalizmin Ortadoğu’daki hegemonyasını sarsan ve işçi sınıfı devrimlerine ilerleyebilecek dinamikleri açığa çıkartan Arap Baharı’nı “emperyalizmin oyunu” olarak nitelemişti. Oysa, 2011’de dünyayı sarsan Arap halk ayaklamaları ve devrimleri, emperyalizmin bölgedeki pratik yüzü olan neo-liberalizme karşı bir isyandı ve ABD’nin Afganistan ve Irak’ta yenilgisi ile mümkün oldu.
Dün Irak’tan çekilmek zorunda kalan emperyalizm, Arap Baharı’nın Ortadoğu’da ABD’nin işbirlikçisi rejimler tarafından bastırılması ile yeniden hegemonya kurmak için saldırgan pozisyona geçti.
Diktatör Mübarek’in devrilmesinin ardından işbaşına gelen Müslüman Kardeşler hükümetine karşı Mısır’da liberal ve milliyetçi solun Sisi darbesini desteklemesi, “seküler-dinci” ayrımında taraf olması bir dönüm noktasıydı.
Dirilen rejimlerin baskısı, darbe ve savaş kartının egemen sınıflar tarafından oynanması ile zaten zayıf olan sosyalist akımların önü kesilirken anti-emperyalizm bayrağı neredeyse bütünüyle burjuva liderliklere sahip politik İslamcı hareketlerin eline geçti.
El Kaide ve fraksiyonları Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya 14 ülkede politik nüfuza sahip, ABD emperyalizmi ile savaşıyor. Irak El Kaidesi IŞİD’e dönüşürken, Suriye’de IŞİD’den sonra en büyük örgüt Suriye El Kaide’si olan El Nusra. Batı’da yaşayan Arap gençleri için emperyalizme karşı mücadelenin yolu “küresel cihad”dan geçiyor.
IŞİD bahanesiyle ABD ve müttefiklerinin Ortadoğu’ya geri dönmesini, petrol ve hegemonya için bombalar yağdırmasını sol adına desteklemek, anti-emperyalizm bayrağını Türkiye’de İslamcılara altın tepsiyle sunmaktır. Ortadoğu’da “solun” emperyalizm destekçisi konumuna düşmesi, işçileri ve yoksulları emperyalizme meydan okuduğunu iddia eden İslamcı hareketlere yöneltmektir.
AKP’nin, Müslüman Kardeşler’in, El Kaide’nin ya da IŞİD’in, birbirinden tamamen farklı ve rakip İslamcı hareketlerin Ortadoğu işçi sınıfına özgürlük ve eşitlik sunamayacağı tarihsel pratikleriyle görülüyor.
Batı emperyalizmi ve Kemalizm, Ortadoğu’nun “geri kalmışlığını” Arap toplumlarının dinine ve kültürüne bağlar. (İki milliyetçilik nasıl da birleşiyor!) Buna karşılık tarih, Ortadoğu’daki fakirliğin, savaşların, mezhep çatışmalarının ve diktatörlüklerin nedeninin emperyalizm, en başta ABD emperyalizmi olduğunu yazıyor. ABD’yi, NATO’yu, BM’yi müdahaleye çağıranların Ortadoğu’da bir geleceği yok.
Çözüm
Ortadoğu’dan emperyalizmin bütünüyle kovulması için İslamcılardan daha fazla mücadele eden, bahanesi ne olursa olsun (ister Esad’ı devirmek, ister IŞİD’i ezmek) bölgeye yapılacak tüm ABD, NATO, BM müdahalelerine karşı çıkan, Arap Baharı’nın sarstığı yerel baskıcı rejimleri yıkmak için mücadele eden, mezhepçiliğe karşı ezilenlerin birliği için savaşan sosyalist bir alternatifi yaratılana kadar, Ortadoğu’nun sorunlarının Ortadoğu işçi sınıfı ve yoksulları tarafından çözümlenebileceğini savunan, demokratik ve çoğulcu yeni bir düzenden yana olan devrimci bir alternatifi inşa edilene kadar, bölge emperyalizmin oyuncağı olmaya devam edecek, bölgede barış ve kardeşlik hayal olarak kalmaya mahkûm olacak.