AK PARTİ AKLANDIĞINI SANIYOR!
Meclis Soruşturma Komisyonu 5 Ocak’ta yolsuzluğa bulaşan AK Parti’li bakanların Yüce Divan’a gitmesine gerek görmedi. Yanlış anlaşılmasın, komisyondaki AK Parti üyeleri çoğunluk güçlerini kullandılar.
Bakanlar şimdi rahat. Bir de Meclis Genel Kurulu’nda durumları tartışılacak. Kuşkusuz Meclis’teki AK Parti çoğunluğu bütün Bakanları aklayacak.
Fakat, klişe tabiriyle, bu zafer AK Parti açısından bir Pirus zaferi olacak. AK Parti artık yaralı bir partidir. Yola çıkışında karşısında mücadele edeceği 3Y’nin üçünde de bugüne kadar tanık olduğumuz tüm merkez ve iktidar partilerinin içine düştüğü vahim poziyona düşmüş vaziyettedir. 3Y ile, yani yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar ile mücadeleden geriye, sloganın kendisinden başka bir şey kalmadı.
İki veri yeter bunun için. Biri, Küresel Refah Raporu’ndan: Rapora göre, Türkiye’de 2000 yılında refahın yüzde 67’sini elinde bulunduran en zengin yüzde 10’luk kesimin payı, 2014’te yüzde 78’e yükseldi. Hükümet asgari ücreti yükselte yükselte 950 TL’ye yükseltti. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na rapor veren TÜİK, bir kişinin asgari geçimi için 1.424 lira 70 kuruşa ihtiyacı olduğunu bildiriyor.
İkinci veri ise yasaklarla ilgili: 2010 referandumunda elde edilen kısmî özgürlükler, AK Parti liderliğini giderek daha fazla rahatsız etmeye başladı. Özellikle yargı alanında referandumdan sonra yapılan değişiklikleri yolsuzluk dosyalarının ardından şiddetle eleştiren Erdoğan şunları söylemişti: “Burada bir yanlış yaptık. Nedir o yanlış? HSYK, onu da yargılayan, denetleyen bir mekanizma vardı. Biz dedik ki demokrasinin gereğini yapalım ve millete gittiğimizde Adalet Bakanlığı’nın elinde olan bu yetkiyi kalktık devrettik. Orada yanlış yapmışız.” Bu açıklama 17 Aralık’tan beri toplumu kasan ve özgürlükleri kısıtlama yönünde eğilim gösteren hükümetin dönüm noktalarından biri.
3Y’nin sonuncu amacı ise yolsuzlukla mücadeleydi. Erdoğan’la oğlu Bilal arasındaki şu konuşma, AKP’nin bu mücadelede geldiği noktayı gözler önüne seriyor. Konuşma şöyle:
“R.T.E: Sabah operasyon yaptılar, bu Ali Ağaoğlu, Reza Zarrab, bizim Erdoğan’ın oğlu, Zafer’in oğlu, Muammer’in oğlu filan, bunların şu anda evlerinde arama yapıyorlar.
B.E: Evet.
R.T.E: Şimdi diyorum ki, senin evinde ne var ne yok. Sen bunları bir çıkar, tamam mı?
B.E: Bende ne olabilir baba, senin para var kasada.
R.T.E: Onu diyorum işte. Ben şimdi gönderiyorum kardeşini. O bilgiler onda var, tamam mı, abinle konuş, amcanla konuş, o da aynı şekilde çıkarsın, eniştenle konuş, o da.
B.E: Ne yapalım bunları baba, nereye koyalım?
R.T.E: Belirli yerlere, oralara şey yapın.
B.E: Berat’ta da var.
R.T.E: Onu söylüyorum işte, şimdi bir araya gelin; amcanı da al, Ziya eniştende var mı yok mu, bilmiyorum da, tamam mı, Burak Abi’ne de hemen şey yap.”
Böylece AK Parti’nin 3Y’sinin sonuncusu da çökmüş oldu. Yolsuzluklarla mücadele vaadinden, bizzat yolsuzluk yaparak, görevi kötüye kullanarak gelir elde edenlerin partisine dönüştü AK Parti.
Yolsuzluk dosyasının açığa çıkacağını Erdoğan çok önceden, başından beri, yolsuzluklara tepeden tırnağa bulaştıkları andan itibaren biliyordu. “Kızlı-erkekli” tartışmasının sızdırıldığı, Hakan Fidan hakkında soruşturma yapılmak istendiği günlerde Erdoğan da hazırlıklarını yapmaya başlamıştı. Hazırlıkların ilk aşaması, süren Balyoz, Ergenekon ve 28 Şubat davalarını sulandıranlarla zımni bir ittifak yapmaktı. 28 Şubat davası tutuklama dalgalarıyla ilgili, “Bir dalga, iki dalga, üç dalga, dört dalga filan, bunlar toplumun huzurunu doğrusu kaçırıyor. Bu dalgalar böyle arka arkaya geldikçe, o dalgalarda kusura bakmasınlar ülke boğulur…” açıklamasını yapmıştı. Bu, Türkiye’nin gerçek darbecilerine uzatılan en önemli zeytin dalıydı.
Arkasından Gezi süreci geldi. O günlerde herkes birbirine soruyordu, “Erdoğan neden bu kadar sert?” diye. Gerçekten de Gezi eylemlerinin başından itibaren, Bülent Arınç ve dönemin Cumhurbaşkanı Gül “mesajı aldık” dese de, Afrika gezisi dönüşünde Erdoğan savaşa başlamıştı bile.
Sonu Yüce Divan’la bitme ihtimalini içeren bir savaşa girdi, ama hükümete oy veren yoksulları, “sonu darağacında bitecek bir darbe sürecine direnen kahraman” motifi etrafında birleştirmeyi başardı.
Şimdi Erdoğan, zafer kazanmış görünüyor. Emin olalım ki, dört Bakan’ın Yüce Divan’a gitmesini engelleyen hukuksuzluk bizzat Erdoğan tarafından yönetilmiştir. Böyle süreçlerde “çorap söküğü teorisini” bilecek kadar deneyimli bir siyasetçi Erdoğan.
Ama sanırım asla öğrenemeyecği bir şey var: Kitlelerin ruh halinde ânlık yaşanabilen sert değişimler. O sert değişim yaşandığında, önemli bir kesimi hükümete oy veren yoksullar Bilal Erdoğan’ın “Bende ne olabilir baba, senin para var kasada” cümlesini hatırlayacaktır.
Dokuz milletvekili, 339 milletvekili hükümeti aklamış olabilir. Kitlelerin nezdinde aklanmadılar ve yakın zamanda kitleler yolsuzluğun bu kadar kolay aklanmayacağını hükümete hatırlatacaktır.