Yerel seçimlerinin ortaya koyduğu ilginç noktalardan biri de sandık sonuçlarının iktidardan muhalefete, sokaktaki vatandaştan en keskin siyasî örgütlere kadar herkes için önem taşımasıydı. Herkesin kendince yaptığı seçim analizleri bazen pek de nesnel olmayabiliyor. Hele siyasî partilerden gelen analizler doğal olarak kendini temize çıkartma üstüne kurulu oluyor. Fakat önümüzdeki kısa süre içinde bizi bekleyen iki önemli seçim daha olduğunu unutmamak lazım. 30 Mart seçimlerinin sağlıklı analizini yapmak, halka rağmen politika yapmamanın birinci koşulu. Bunca olumsuz koşula rağmen AKP’nin niye bu kadar çok oy aldığını anlamaya çalışmadan politika üzerine söz söylemek olsa olsa züppelik olur.
Şüphesiz seçmenin oy davranışını etkileyen birden çok faktör var. Kültür, din, sınıf, etnik köken, yaşam tarzı, hizmetlerden memnuniyet bunlar arasında ilk elde sayılanlar. Seçim ertesi yapılan analizlerde meselenin ekonomiyle ilgili boyutları epey yer tuttu. Nasıl tutmasın; özellikle seçim öncesinde ortalık yolsuzluk skandallarıyla sarsılmışken.
Ekonomi derken neden bahsettiğimizi açık ve net kılmakta fayda var. Çünkü kimilerine göre ekonomi, bir paket makarna ya da bir çuval kömüre oylarını AKP’ye satanlar demek. Bir başka perspektiften baktığımızda ekonomi bu sefer de karşımıza Anadolu sermayesi ve AKP’nin zengin ettiği müteahhitler olarak çıkıyor. Ya da son yıllarda büyümedeki yavaşlamanın ve iş cinayetlerinin aslında AKP’nin oylarını düşürmesi gerektiğini de söylemek mümkün. Seçimler öncesinde bu tür iddialar, hatta eğer halk ekonomiye göre oy verse, AKP’nin iktidar olamayacağı iddiaları bile dile getirilmişti.
Bir açıdan AKP’yi liberal düzenin savunucusu, Türkiye’de sermaye sınıfının has temsilcisi olarak yorumluyoruz, seçim sonuçları açısından bakınca ise, AKP çalışan kesimin en çok rağbet ettiği parti. Bu ikisi, yani AKP’nin aynı anda hem kapitalist sınıfın temsilcisi hem de işçi sınıfının partisi olması apaçık bir çelişkiyi barındırmıyor mu? Bu çelişkiyi nasıl yorumlayabiliriz? Nasıl çözebiliriz? Bunun için AKP döneminin ekonomik politikalarına ve bunların sonuçlarının sermaye ve çalışan sınıflara nasıl yansıdığına daha yakından bakmak lazım.
AKP’nin ekonomik politikalarına iki alt dönemde bakılması gerekir: 2001-2007 dönemi ve 2008 sonrası dönem. İlk dönem sadece büyüme hızı açısından değil bir dizi bölüşüm göstergesi açısından da ciddi iyileşmeler olan bir dönem. İkinci dönemde hem büyüme hızı düşüyor hem de bölüşüm göstergelerinde herhangi bir iyileşme kaydedilmiyor. Bu ikinci dönemde performans düşüklüğünün nedenleri hiç şüphesiz ayrı bir tartışma başlığı. Bu yazı çerçevesinde, 2008 sonrasında performans düşüşünün kısmen küresel krizin Türkiye üzerindeki olumsuz etkilerinden, kısmen içeride artan siyasî gerginliğin moralleri bozması ve bunun üretim ve yatırımları azaltmasından, kısmen de AKP’nin tercih ettiği inşaata dayalı büyüme modelinin kısıtlarından kaynaklandığını not etmekle yetineyim.
Aşağıda refah seviyesini etkileyen farklı göstergelerin zaman içindeki değişimlerini özetliyorum.
Kişi başına gelir
Cumhuriyet’in kuruluşundan 1970’e kadar geçen süre içinde kişi başına gelir yaklaşık 50 dolardan 500 dolara çıkmış. Elli yılda 10 katlık bir artış. Sonraki 20 yılda beş kat artarak 2500 dolar seviyesine çıkmış. 1990’dan sonraki 20 yılda ise dört kat artarak 10 bin dolar seviyesine çıkmış. Cumhuriyet tarihi içinde AKP dönemindeki artış dikkat çekici.
Kişi başına gelirin 1923-2013 dönemindeki ortalama büyüme hızı %2,8. AKP iktidarı öncesinde, Türkiye’nin karanlık yılları olan 1990’larda %1,8’e kadar geriliyor. AKP iktidarının ilk döneminde kişi başına gelirin artış hızı %5,5 ile tarihsel ortalamaların iki kat üstüne çıkıyor. AKP’nin ikinci döneminde ise kişi başına gelirin artış hızı %1,9’a geriliyor.
Bu ikinci döneme biraz daha yakından bakınca 2008 ve 2009’da küresel kriz nedeniyle kişi başı gelirin gerilediğini, sonra 2011’de bu gerilemenin hızla telafi edildiğini görüyoruz. 2012 yılında %0,8 gibi çok düşük bir artış var. 2013 yılında ise %2,8 ile uzun dönem tarihsel ortalamalara uygun bir artış.
Kişi başına gelirin seyri, AKP’nin küresel kriz öncesinde aldığı yüksek oy oranlarını açıklıyor. Fakat şu son seçimler öncesinde onca yolsuzluk iddialarının yanı sıra bir de ancak sıradan bir büyüme performansı olması kafaları karıştırabiliyor.
30 Mart seçimlerinin sonuçları ile birlikte bu rakamları şöyle yorumlamak mümkün sanırım: Halk zenginleşmenin karşılığını oy olarak vermiş; son yıllarda zenginleşme devam etmemiş olsa da, bunun sorumlusunun iktidar değil, iktidarın elini bağlayan muhalefet olduğunu düşünmüş ve iktidar bu badireyi atlatırsa işlerin eskisi gibi parlak olacağına inanmış.
Bölüşüm göstergeleri
Kişi başına gelir nihayetinde toplam gelirin toplam nüfusa bölünmesiyle elde edilen ve bu nedenle ortalamayı yanıtsan bir rakamdır. Eğer bu dönem içinde gelir dağılımı bozulursa, kişi başı gelirin artması, yoksul milyonların gelirlerinin ve refah seviyelerinin artması anlamına gelmez; sadece çok zenginlerin daha da zenginleştikleri anlamına gelir.
Gelir dağılımının adaletsizliğini ölçmek için kullanılan Gini katsayısına baktığımızda 2001-2007 döneminde hızla gerilediğini görüyoruz. Gösterge 1994 yılında 0,49’dan 2007 yılında 0,39’a iniyor. Rakamlar çok ama çok adaletsiz bir dağılımın bu dönemde bir parça da olsa düzeldiğini gösteriyor. Ama gelir dağılımının hâlâ çok adaletsiz olduğunu not edelim. 2008 sonrasındaki dönemde ise gelir dağılımında herhangi bir iyileşme işareti bulamıyoruz.
Benzeri biçimde yoksul sayısı ve yoksulluk oranı da 2001-2007 döneminde hızla düşüyor. Kişi başına günlük 4,3 doların altında tüketim harcamasıyla tanımlanan mutlak yoksulluk oranı 2002 yılında %30,3’ten 2007’de %8,4’e, 2012 yılında ise %2,3’e geriliyor. Mutlak yoksulluğun gerilemesine karşılık, 2007 sonrasındaki ikinci AKP döneminde medyan tüketim harcamasının yarısı şeklinde tanımlanan göreli yoksullukta bir düzelme yok. Yani AKP döneminde en yoksulların sayısı azalsa da, 2007 sonrasındaki ikinci dönemde orta gelir kategorisinde ciddi bir yığılma oldu. Büyümedeki tökezlemenin etkisini şiddetle hisseden, sefaletten kurtulmuş, ama daha iyi yaşama beklentileri karşılanmayan geniş bir kesim oluştu.
Kişi başına gelirde yaptığım yorum, bölüşüm göstergeleri için de geçerli görünüyor.
Kamu hizmetleri
Düşük gelir gruplarında yaşam kalitesini doğrudan etkileyen bir etken de sunulan kamu hizmetleri. Kişi başına gelir seviyesinin yanında, AKP’ye oy verme davranışında, özellikle eğitim, sağlık ve ulaştırma hizmetlerinin kalitesindeki iyileşme ve erişiminin kolaylaşmış olması da dikkate alınması gereken bir etken.
Bütçeden yapılan toplam harcamalar içinde kamunun almış olduğu borç için yaptığı faiz ödemelerinin oranı 2001 yılında %50,6 idi. Faiz oranları düşünce bu oran da 2013 yılında %12’ye geriledi. Bütçede sağlanan imkân ise eğitim, sağlık, ulaştırma, tarım gibi alanlarda kullanılabildi. AKP politikaları arasında faiz oranlarındaki düşüş, seçim sonrasında üzerinde çok konuşulan hizmetlerin yapılabilmesini sağlayan en önemli faktör oldu. Başbakanın faiz oranlarının düşürülmesi üzerindeki ısrarının bir nedeni bu yolla inşaat sektörüne hayat öpücüğü sağlamaksa, diğer nedeni de bu sayede bütçede oy tabanını konsolide edebilecek harcamaları yapma imkânına kavuşması.
İstihdam
AKP’ye verilen oylar açısından 2008 sonrasında en anlamlı gösterge herhalde istihdam verileri.
Toplam istihdam 2000 yılında 21,5 milyon kişiydi. Sonraki 10 yılda hemen hemen hiç yeni istihdam yaratılamadı. Toplam istihdam 2009 yılında 21,3 milyon kişiydi. Fakat dört yılda 25,5 milyon kişiye yükseldi. Bu dört yılda yaratılan 4,2 milyon yeni istihdamda iki nokta bence dikkate değer:
1. Tarımda yaratılan istihdam. Tarımda yaratılan istihdamın Barış Süreci ve BDP’nin aldığı oylarla da birlikte düşünülmesinde fayda var. Belki bu durumu BDP’nin bazı yerlerde yaşadığı oy kayıpları ile ilişkilendirmek mümkündür.
2. İnşaat sektörünün yarattığı istihdam. 17 Aralık sonrasında ortaya saçılan yolsuzluk iddiaları inşaat sektöründe yoğunlaşıyordu. Yolsuzlukların esas önemi, birkaç işadamının usulsüz olarak zengin olması ve birkaç bürokrat ve politikacının rüşvet alması değildir. Yolsuzluk olarak karşımıza çıkan olgu, iş adamı ile siyasetçi arasındaki siyasî rant ve iktisadî rant paslaşmasıdır. Bu paslaşmada siyasî rantın diğer yüzünde ise ya medya gibi nüfuz araçlarına hükmetmek ya da yaratılan istihdam ile oy tabanını konsolide etmek vardır. İstihdam verilerinden inşaat sektöründeki yolsuzlukların böyle bir konsolidasyona zemin üretmiş olduğunu gözlemleyebiliyoruz.
Bölgesel gelir dağılımı
Seçim sonuçlarının iktisadî boyutuna bir de bölgesel farklılıklar üzerinden bakmak mümkün. Çünkü büyümenin ve istihdamın etkisi Türkiye’nin her yerinde aynı ölçüde hissedilmiyor. Bunu daha net görebilmek için bölgelerdeki büyüme hızını ve her bölgenin gelişmişlik seviyesini kullanarak bir sınıflandırma yapabiliriz.
Grafikte bölgeler itibariyle dolar cinsinden kişi başına yaratılan katma değer yer alıyor. Yatay eksende bölgede üretilen katma değerin Türkiye ortalamasına oranı var. Dikey eksende büyüme hızı. Baloncukların büyüklüğü bölgenin nüfus payını gösteriyor. 2008’den bu yana refah seviyesi gerileyen bölgelerin toplam nüfus içindeki payı %44. Kalan %56’ının ise gelir seviyesi yükseliyor. Doğal olarak zenginleşen bölgelerde AKP’nin, yoksullaşan bölgelerde ise muhalefetin oy oranının yüksek olmasını bekleriz. Bunun tek istisnası BDP oyları.
Grafikte bölgeler 4 kutuya bölünüyor. Alt sağ kutudaki bölgelere, zengin ama zamanla yoksullaşıyor diyebiliriz. Üst sol kutudakiler ise yoksul ama zenginleşen bölgeler. İlginç tarafı diğer kutuların neredeyse boş olması. Bu da ülkedeki kutuplaşmanın siyasî ve kültürel olduğu kadar ekonomik boyutunun da olduğunu gösteriyor. Seçim sonuçlarına göre 2009’da ilk dört parti dışında kalan partilerin %15 olan oy oranının 2014’te %4’e gerilemesi kutuplaşmanın göstergesi.
Bu kutuplaşmada, yoksul bölgelerde varolan iki partinin AKP ve BDP olduğu dikkati çekiyor. Ortalama gelirin Türkiye ortalamasından daha düşük olduğu buna karşılık gelirin arttığı illerde AKP’nin oy oranının yüksek olması çok anlaşılabilir. Ancak buralarda AKP’nin yanı sıra BDP’nin de oylarının yüksek olduğu görülüyor. BDP’nin belediyeyi aldığı yerler arasında ekonomik durumun çok hızla iyileştiği iller var. Ayrıca, bu bölgeler kamu harcamalarından ve istihdamdan da yararlandılar. Bu da ekonomik durumdaki iyileşmenin tek başına seçmen davranışını açıklamaya yeterli olmadığını gösteriyor. Kürtler için kimlik mücadelesi, ekonomik refah kazanımlarından daha önce geliyor. AKP’nin oy oranının yüksek olduğu bir başka kategori de Ankara, İstanbul, Kocaeli, Sakarya gibi çalışan ve yoksul kesimlerin nüfusta çok büyük bir paya sahip olduğu iller.