KENTSEL DÖNÜŞÜM VE OKMEYDANI
“Kentsel dönüşüm” için seçilen semtlerde birkaç özellik yan yana gelir. Bunlardan birincisi seçilen semtin değerlenmiş ve mevcut yapıların bu değeri karşılamıyor olmasıdır. İkinci özellik, yoksulluktur. Bu da yeterli değil, çünkü bu durumda kamu devreye girmeden dönüşümü piyasanın gerçekleştirmesi mümkün olurdu. Çok belli ki bütün yoksul semtler kentsel dönüşüme tabi değil. Başka koşulların da olması gerekiyor. Bunlardan belki de en önemlisi, ancak örtük olanı, semtte yaşayanların iktidarın dışladığı bir kesim olması, ya da seçmen tabanını oluşturmaması.
Bu semtler kimi zaman Kürtlerin, kimi zaman Romanların, kimi zaman Alevilerin yaşadığı yerler olabiliyor. Bu durumda iktidar adeta bir topluluğun buharlaşması, yani sürülmesi için elinden geleni yapıyor. Bunu yaparken de kimi zaman da mülk sahipleri ile kiracılara, işgalcilere karşı ittifak oluşturabiliyor. Ancak müdahalenin önemli araçlarından biri de mülkiyet sorununun olması. Bu durumda mülk sahiplerinin geçmişte hukuk sistemi içine girmek için ödemiş olduğu paralar, almış oldukları tapu tahsis belgelerinin hükmü kalmıyor. Son günlerde gündeme gelen semtlerden biri de Okmeydanı. Bu semtin büyük bir bölümünün vakıf arazisi üzerine kurulduğu biliniyor.
İmar yoluyla zenginleşmek
Semtte yaklaşık 100 bin kişi yaşıyor, yaklaşık 5.000 atölye, işyeri var. Bunun anlamı şu: Semtte 50 bin kişi çalışıyor. Yüzden fazla kişinin çalıştığı konfeksiyon atölyeleri var. Ayrıca evlere de iş veriliyor, atölyeler de ağ biçiminde örgütlenmiş. Gençler iş buluyor, ailelerde bütün fertler çalışıyor.
Belediye hazırladığı planlarda bu işyerlerinin kapatılmasını öngörüyor. Yeni planda onlara yer yok. Dünyanın neredeyse her yerinde yönetimler istihdam imkânları yaratmak için çırpınırken, Beyoğlu’nda yönetim bir çırpıda bu kadar büyük bir nüfusu işsiz bırakacak. Bu da burada yaşayan insanların semti terk etmesi demek.
Belediyenin aklına son derece değerli bir iş yapan, sabah akşam dur durak bilmeden çalışan bu genç nüfus için istihdam koşullarını iyileştirmek gelmemiş. Varsa, yoksa, imar yoluyla zenginleşmek. Böyle olunca da halkın kendi yaşam ekonomilerini güçlendirmek, gelişme sağlamak akla gelmiyor.
Burada yaşayan mülk sahiplerinin tapu tahsis belgeleri var. Mülklerini satın almışlar. Devlete bir kere değil birkaç kere bedelini ödemişler. Bugün yeniden bir bedel ödemeleri gerekiyor. Ancak alacakları tapu değil, hisse. Çünkü nerede yerleşeceklerine, nerede hak sahibi olduklarına yönetim karar verecek. Ancak bunun da bir garantisi yok. Yarın öbür gün “kentsel dönüşüm” başladığında ne olacağını bilen yok. Büyük ihtimalle Tarlabaşı’nda olduğu gibi ayrıcalıklı bir şirketle karşı karşıya kalacaklar. Koşulların nasıl gelişeceğini, ne olacağını kimse bilmiyor.
Büyük ihtimalle projeleri şirket hazırlayacak, onlara da koşullarını dayatacak. Belki de sahip olduklarını kaybedecekler. Bu nedenle Okmeydanı halkı korku içinde. Belediyenin reklamlarındaki “tapu tamam, yola devam” sloganı şaka gibi. Çünkü yalnızca 270 kişi tapusunu alabilmiş.
Eşitsiz bir ilişki
Muğlaklık nereden kaynaklanıyor? Sözleşme, ittifak iki taraf arasında yapılıyor: Belediye ile yatırımcı. Bu ikisi anlaştıktan sonra halkın karşısına çıkıyorlar. Ama her konuyu, her kararı kendi aralarında görüşüyorlar, belirliyorlar. Bu modelde eşitsizlik, zorlama, muğlaklık var.
Örneğin semtliler anlaşmayı kabul ettiklerinde ne alacaklarını, ne vereceklerini tam olarak bilmiyorlar. Bildiklerinin de gelecekte olup olmayacağına dair belirlilik, garanti yok. Bu çok normal. Çünkü Beyoğlu Belediyesi ile semtliler “üçüncü taraf”. Bu modelin bir garantisi de yok. Tarlabaşı’nda uygulanan modele benziyor. Eşitsiz bir ilişki kuruluyor.
Bu belirsizliğin, eşitsizliğin, zorlamanın önüne geçmenin tek yolu var: Halkla belediyenin, toplumla kamunun taraf olması. Yatırımcıların üçüncü taraf olması. Bu kadar basit!
Bu modeli basitçe şöyle özetleyebiliriz: İş bittiğinde mülkün yüzde otuz beşi, belki de daha azı kadar bir değere sahip olabilecekler. Şu anda bir araştırma yapılmadığı için ne oranda olduğu bilinmeyen kiracıların, gene yaklaşık beş bin birim olduğu varsayılan işyerlerinde çalışanların bir hakkı yok. Mülk sahiplerinin ise yer değiştirmesi sözkonusu. Hak sahiplerinin yapacakları ödemeler ise yalnızca Belediye’ye değil. Tespit edilen değer emlak vergisi değerlerinin iki misli. Vakıfların da “ecri-misil” bedeli, yani geçmişe dönük kira talebi var.
Önemli bir konu da, bu dönüşüm sonrası yerleşik nüfusun yaşama imkânlarının zorlaşması. Bina aidatları, ödemek zorunda kalacakları taksitler, geçim koşullarının pahalılaşması, işyerlerinin ortadan kalkması ve iş imkânlarının olmaması bu semti terk etmelerine yönelik bir tehdit oluşturuyor.
Görüldüğü gibi kamunun bu dönüşümde tapu verme vaadi dışında bir katkısı yok. Ama bu dönüşümden pay alacak. Üç şekilde: 1. Mülk sahipleri tapu için bir bedel (iki misli bedel) ödeyecekler, binalarının altındaki arsayı bir kere daha satın alacaklar. 2. Geçmişe dönük kira bedeli ödeyecekler. 3. Bu dönüşümden Tarlabaşı’nda olduğu gibi kamu (belediye) pay alacak. Bu dönüşümde kamunun işlevi yalnızca zorlamaya indirgenmiş durumda. Oysa, kamu yönetimlerinin de sorumluluğu bulunuyor. Daha önce verilen tapu tahsis belgeleri karşılığında yaptıkları ödemelerin hiçbir faydası yok. Kentsel dönüşüm dedikleri, semtteki yılların birikimini, ilişkileri bir anda piyasa mantığı ile dönüştürmeye dayanan bir sermaye-kamu ortaklığı modeli.
İktidar ile sermayenin ittifakı
Model belli: Tarlabaşı’nda nasıl yaptılarsa, öyle. Halkı, mahallelileri zorlayarak, tercih hakkı bırakmayarak kentsel dönüşüme katmak. Kiracıları, işyeri çalışanlarını semtlerinden sürmek.
Ulusalcı siyaset rejiminin popülist konsensüs dönemi sona ermişken ortaya yeni bir konsensüs çıktı. İktidar ile sermayenin ittifakı. Böylece bu konsensüsün yerini neoliberal imar rejimi ile kontrol altına alınan, bu dönüşümden çeşitli yollarla pay verilen kliyantalist bir kitle çıktı. Bunların içinde iktidarın seçmen kitlesini oluşturan küçük girişimci, yatırımcı, kredi ile evsahibi olan geniş bir tüketici kesimi yanında emekçiler, inşaat piyasasında geçimini sağlayan kitleler de yer alıyor. Bu, refahın yönlendirilmesini ve yeni bir konsensüs biçimi oluşturulmasını sağlıyor. Böylece AKP kentsel dönüşümle yalnızca yeni binalar değil, kendi seçmen kitlesini inşa ederek, kalıcı bir durum yaratmayı hedefliyor. Uyuşmazlığı uyuma dönüştürüyor.
Bu modelin alternatifi ne? Bu dönüşümün motorunu oluşturan bu ittifakı değiştirmek. Kentsel dönüşümde uygulanan “kamu-yatırımcı” modeli yerine “kamu-halk” modelini geliştirmek. Önce semtlilerin neye ihtiyacı olduğunu, isteklerini, imkânlarını belirlemek. Müteahhitler, sermaye devreye girmeden, imkânları, olanakları geliştirmek.