İstanbul’un Fethi: Bir Tahayyülün Anatomisi
Son zamanlarda Osmanlı’ya ait temsillerin yoğun bir şekilde ‘teşhir’ edilişine tanık oluyoruz. Kuşkusuz bu ‘teşhir’lerin içerisinde her yıl 29 Mayıs’ta kutlanan İstanbul’un fethi önemli bir yere sahip. ‘Bellek’ aracılığıyla fetih anı, yeniden üretilmekte. İstanbul’un fethi, bir sembol olarak özellikle iktidara sahip siyasal yapının gelecek tahayyülü açısından önemli bir yerde duruyor. Bu semboller ile birlikte geçmiş, geleceğin tahayyülü ve inşası için kullanılıyor.
On dokuzuncu yüzyıl, siyaset sahnesindeki devletler tarafından meşruiyet açığını kapatmak amacıyla sembollerin icat edildiği bir dönemdi. Aynı dönemde, tıpkı çağdaşları gibi, Osmanlı Devleti de bu amaç doğrultusunda semboller üretti ve bunlardan mümkün olduğunca faydalandı. İkinci Meşrutiyet’in 1908’de ilanı sonrasında iktidara mazhar olan İttihat ve Terakki Cemiyeti de, öncülleri gibi bu doğrultuda yeni semboller üretti. İttihat ve Terakki tarafından, 8 Temmuz 1909 tarihli kanun ile II. Meşrutiyet’in ilanı bayram haline getirilmiş ve Zafer Bayramı adıyla kutlanmıştı.[1] Ertesi yıl, 1910’da, yeni bir sembol-gelenek icat edilmiş ve İstanbul’un fethinin yıldönümü kutlanır olmuştu.[2]
Kısa süre içerisinde kutlamalar popüler hale geldi. Ahmet Nedim Servet Tör, kızı Hatice Nevhîz için tuttuğu günlüğe, 13 Haziran 1914 tarihinde şu notları yazmıştı: “Dün, İstanbul’un yevm-i fethi [fetih günü] nâmına, ilk defa olarak, oldukça mutantan [tantanalı] ve muazzam bir ihtifâl [anma töreni] icrâ olundu… Bu ihtifâl münâsebetiyle, İstanbul’un her tarafında, sekizer onar yaşlarında birçok hanım kızlarımızın rast geldiklerinin göğsüne birer iğne ile iliştirdikleri, Fatih’in resmi…”[3] ‘Geleneğin icadı’ olarak tanımlayabileceğimiz bu kutlamalar, kuşkusuz meşruiyetin sağlanması amacını taşıyordu. Eric Hobsbawm’ın ortaya attığı ‘geleneğin icadı’ kavramına göre, eski ‘gelenekler’in kökenleri sıklıkla oldukça yakın bir geçmişe dayandığı gibi, bazen de bu gelenekler icat edilmiştir.[4]
Unutulması gereken bir mazi
‘Altın çağ’ metaforunun önemli bir parçasını oluşturan İstanbul’un fethi, ‘bellek’ aracılığıyla yaşatılmaya devam ediyordu. Lakin Cumhuriyet’in kurulması ertesinde, Cumhuriyet’in kurucu kadrosu, Osmanlı devlet ve kültür yapısını unutulması gereken bir mazi olarak görmeye başladı.[5] Bu kurucu kadro, Osmanlı devleti ile olan bütün bağlarını koparmaya ve unutturmaya dönük faaliyetleri ile geçmişi yeniden inşa etmeye çalıştı. Fakat, Jacques Derrida’nın Karl Marx’ı ‘hayalet’ metaforu ile özdeşleştirdiği Marx’ın Hayaletleri[6] adlı eserinde belirttiği ‘Marx’ın ölmezliği’, ‘hayalet’ olarak sürekli karşımıza çıkması gibi, Osmanlı kültür ve değerleri belleklerde yaşamaya devam etti. Osmanlı ve ona ait temsiller ‘bellek mekânı’na dönüştü. Pierre Nora’ya göre ‘bellek mekânı’nın esas varlık sebebi nesnelerin durumunu belirlemek, zamanı durdurmak, unutma eylemini engellemektir.[7] Nora’ya göre ‘bellek mekânları’ arşivleri kurmanın, yıldönümlerini devam ettirmenin, ayinleri düzenlemenin, belgeleri onaylatmanın gerektiği ve belleğin olmadığı düşüncesinden doğar, yaşarlar.[8]
Her tarihi olay belleğe girişiyle birlikte belleğe bir kavram, bir sembol aktarır ve toplumu düşünceler sisteminin bir öğesi haline getirir;[9] kavramlar ve deneyimler arasındaki bu ilişki sonucunda Fransız sosyolog Maurice Halbwachs’ın kavramsallaştırdığı ‘hatırlama figürleri’ ortaya çıkar.[10] Halbwachs’a göre ‘hatırlama figürleri’, geçmişi yeniden üretirken aynı zamanda toplumun varoluş biçimini, özelliklerini de tarif eder.[11] İstanbul’un fethi kutlamaları gibi hatırlamayı amaçlayan canlandırma biçimleri, genellikle bir bayram karakteri içerir. Grup, tarihini hatırlayarak ve kökenine ait ‘hatırlama figürleri’ni belleğinde canlandırarak kimliğinden emin olur. İstanbul’un fethi kutlamalarına bu açıdan bakmak faydalı olabilir.
1950 yılında kurulan İstanbul Fetih Cemiyeti, Osmanlı’ya ait kültürel temsillerin ‘bellek’lerde yaşatılmasında önemli bir rol oynayarak, ‘bellek mekânı’nın sürekliliğini sağladı. Cemiyet, 1953 yılında gerçekleştirilen İstanbul’un fethinin 500. yıldönümü kutlamalarını hazırladı ve izleyen yıldönümlerinde kültürel çalışmalar yaptı.[12] 500. yıldönümü kutlamaları çerçevesinde bir kurulup bir kapatılan mehter takımı tekrar kurulmuş ve 29 Mayıs 1953’teki İstanbul’un fethinin 500. yıldönümü merasimlerine katılmıştı.[13]
Dağdağalı şölenler
İstanbul’un fethi kutlamaları, daha sonraki yıllarda sönük de olsa kutlanmaya devam etti. Ta ki 1994’e kadar. O yıl, Refah Partisi’nin yerel seçimleri, özellikle de İstanbul Belediye Başkanlığı’nı kazandığı yıldı. Mayıs ayı sonunda Refah Partisi’nin büyük desteği ve katılımıyla gerçekleştirilen İstanbul’un fethinin 542. yıldönümü kutlamaları dağdağalı şölen havasında düzenlendi.[14] Kutlamalar büyük bir seremoniye dönüştü. Lakin İstanbul’un fethi yıldönümleri, sonraki yıllarda sürdürülmeye çalışılsa da siyasetteki kırılmalar nedeniyle uzun bir süre eskisi gibi şaşalı kutlanamadı.
Refah Partisi gibi İslamî referansa dayalı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2002 yılında iktidara gelmesiyle birlikte Osmanlı’ya ait ‘bellek’ günlük hayatın içerisinde daha çok yer almaya başladı. Yeni iktidar, İstanbul’un fethini yeniden ön plana çıkararak, fethi somut anlamda bir mekân içinde tahayyül etmeye çalıştı. 2009 yılında açılan Panorama 1453 Tarih Müzesi bu düşüncenin sonucuydu. Müze, fütuhat ve hamaset kurgusu üzerine inşa edildi. İstanbul’un fethi yılda bir hatırlanırken, bu kurguyla birlikte, artık her an hatırlanabilen bir ‘bellek mekânı’na dönüştü. Çapı 38 m. olan bir yarım küre içerisinde yer alan panoramik resimde, ‘fetih anı’ yeniden canlandırılıyor ve ‘inşa’ ediliyor.
Burada önemli bir anekdot vermek gerek: İstanbul’un fethini belleklerde canlı tutan ve abideleştiren ilk sembol yapı Ayasofya Müzesi’dir. Ayasofya, bugün müze olarak kullanılsa da, önemli bir kesimin kafasında ‘bellek mekânı’ olma özelliğini koruyor. Ayasofya’yı yeniden camiye dönüştürme çabalarına bu açıdan bakmak gerekir.
İstanbul’u yeniden fethetmek
Kanuni Sultan Süleyman sonrası dönem, “gerileme paradigması” içerisinde değerlendirildi. 15. ve 16. yüzyıl, ‘altın çağ’ olarak tanımlanarak ‘bellek mekânı’na dönüştü. İstanbul’un fethi, Osmanlı altın çağının kristalleştiği bir nokta olarak her dönem siyasetine uygun olarak yeniden kurgulandı.[15]
Fetih gibi Osmanlı temsilleri, ‘bellek’ ve icat edilmiş gelenekler aracılığıyla yeniden üretiliyor. Bu bağlamda geçmiş ve geçmişe ait temsiller, ait oldukları dönemden soyutlanarak bugüne ait parçalar olarak sunuluyor. Geçmiş, kimi zaman icat edilen geleneklerle, geleceği tahayyül etmek amacıyla yeniden dolaşıma sokuluyor.
Fetih gibi Osmanlı temsilleri, günümüzde gelenekten kopan, her şeyi tekrarlanabilir kılıp uzamsal ve zamansal farklılığı silip süpürdüğü bir çağda tarihe ve belleğe dönüş, bir tutunma veya tarihe karşı bir direniş de olabiliyor.
29 Mayıs yaklaşırken iktidarın bir kez daha İstanbul’u fethetmeye girişeceği ortada. Muhtemelen yerel seçimlerdeki galibiyetinden sonra bu fetih 1994’teki dağdağalı şölenleri de geride bırakacak.
Notlar:
[1] Alev Erkmen, Geç Osmanlı Dünyasında Mimarlık ve Hafıza: Arşiv, Jübile, Abide, Akın Nalça Kitapları, İstanbul 2010, s. 239.
[2] Vahdettin Engin, “İlk Fetih Kutlamaları…”, Popüler Tarih, S. 33, Mayıs 2003, s. 65.
[3] Ahmet Nedim Servet Tör, Nevhîz’in Günlüğü: “Defter-i Hâtırât, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000, s. 151.
[4] Eric Hobsbawm, “Gelenekleri İcat Etmek”, Geleneğin İcadı, der. Eric Hobsbawm – Terence Ranger, çev. Mehmet Murat Şahin, Agora Kitaplığı, 2006 İstanbul, s. 1.
[5] Ayvazoğlu, Beşir, “Türk Muhafazakârlığının Kültürel Kuruluşu”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt 5 (Muhafazakârlık), İletişim Yayınları, İstanbul 2004, s. 509.
[6] Bkz. Jacques Derrida, Marx’ın Hayaletleri: Borç Durumu, Yas Çalışması ve Yeni Enternasyonal, çev. Alp Tümertekin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2001.
[7] Pierre Nora, Hafıza Mekânları, Çev. Mehmed E. Özcan, Dost Yayınevi, Ankara 2006, s. 32.
[8] Nora, a.g.e., s. 23.
[9] Maurice Halbwachs, Das Gedächtnis und seine sozialen Bedingungen, Frankfurt1985, s. 390’dan naklen: Jan Assmann, Kültürel Bellek: Eski Yüksek Kültürlerde Yazı, Hatırlama ve Politik Kimlik, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2001, s. 42.
[10] Jan Assmann, a.g.e., s. 42.
[11]Maurice Halbwachs, Das kollektive Gedächtnis, Farnkurt 1985, s. 209 (Orijinal Fransızca metin: La mémorie collective, Paris, 1950.)’tan naklen: Jan Assmann, a.g.e., s. 43-44.
[12] Necdet Sakaoğlu, “İstanbul Fetih Cemiyeti”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 4, İstanbul 2003, s. 222.
[13] Nuri Özcan, “Mehter”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. 28, Ankara 2003, s. 549.
[14] Tanıl Bora, “Fatih’in İstanbul’u: Siyasal İslam’ın ‘Alternatif Küresel Şehir’ Hayalleri”, İstanbul: Küresel İle Yerel Arasında, der. Çağlar Keyder, Metis Yayınları, İstanbul 2000, s. 60.
[15] Ece Zerman, “Fethin Güncel Temsil Biçimleri: İstanbul’un Fethine Davetli Olmak”, Toplumsal Tarih, S. 229, Ocak 2013, s. 84.