Seçimlerin en tartışmasız sonucu şu: Karşısındaki muhalefet partileri CHP ile MHP olduğu sürece AK Parti’nin yenilmesi mümkün değil. Mevcut siyasî ve/veya ekonomik koşullarda ciddi bir değişiklik, bir altüst oluş gerçekleşmedikçe, bu üç partinin seçim yarışmasından AK Parti’nin zaferle çıkması kaçınılmaz.
Ana muhalefet partisi CHP’nin bu durumu ve durumun nedenlerini kavrayamadığı, kavramaktan aciz olduğu açık. Seçimlerden sonra günlerce tüm CHP üyeleri ve CHP’nin temsil ettiği insan türü seçim yenilgisini bazı illerde elektriklerin kesilmesine, bazı ilçelerde oyların sayılmasının gecikmesine, tüm ülkede Anadolu Ajansı’nın yaptığı anlamsız madrabazlığa, bazı yerlerde de seçim sandıklarının civarında uzay gemileri, UFO’lar filan görülmesine bağladı.
“Bu halk niye bizimle hiç ilgilenmiyor?” diye şapkasını önüne koyup ciddiyetle düşünen CHP’liye ben şahsen rastlamadım. MHP’lilerle rastlaşmak gibi bir adetim yok, ama onların da aynı olduğundan eminim.
Durumu kavrayamadıkları için, çoğu CHP’li şimdi Kılıçdaroğlu’nun yerine Sarıgül’ü başkan yapmak, İlker Başbuğ’u cumhurbaşkanı adayı göstermek gibi çözümler hayal ediyordur. Yani hiçbir şeyi değiştirmeyecek olan “çözümler”.
“Yönetici” sınıfın partisi
CHP ve seçmenlerinin kavrayamadığı, partinin sınıfsal konumudur.
CHP, devletin ve Genelkurmay’ın, Silivri’nin ve darbecilerin, sahil kentlerinde ve büyük kentlerin varlıklı semtlerinde oturan üst-orta sınıf, eğitimli, Kemalist beyaz Türklerin, yani Türkiye’nin kurucu ve yönetici sınıfının partisidir. Her zaman böyle olmuştur ve halk her zaman bunun bilincinde olmuştur.
Bir partinin böyle olması, seçilemeyeceği anlamına gelmez elbet. Bütün burjuva demokrasilerinde çoğu parti (sosyal demokrat partiler dahil) şu veya bu ölçüde, doğrudan veya dolaylı olarak, bilinçli olarak veya bilinçsizce, egemen sınıfın çıkarlarını temsil eder. Bu onların seçim kazanmasını engellemez.
CHP’nin farkı, adındaki “H” harfine rağmen, açıkça ve göstere göstere devletin ve devleti yönetenlerin partisi olması, halkı açıkça ve göstere göstere küçük görmesi, muasır medeniyet seviyesine henüz yükselememiş bir sürü olarak görmesidir.
“Her halk hak ettiği yönetimi bulur” diye düşünenler çoktur. Bu seçimlerden sonra da, “Allah’ın belası bir halk Allah’ın belası bir partiyi yine seçti” diye düşünenler her zamankinden çok olmuştur.
Doğrusu ise şöyle: Her halk, devrim yapıp yönetimi kendi ellerine almayı gözü kesmiyorsa, önüne koyulan seçeneklerden en uygun bulduğunu seçer. Akıllıca bir seçim, kendi çıkarları açısından makul bir seçim yapar, ama mevcut ve sınırlı seçenekler içinden yapar bu seçimi.
Ve Türkiye halkı ta 1950’den beri, 1970’lerde çok kısa bir Karaoğlan Ecevit dönemi haricinde, CHP’yi akıllıca ve makul bir seçenek olarak görmediği için, devletle biraz daha mesafeli diye algıladığı diğer partilere oy vermiştir. Devletin ve askerin işaret ettiği bir parti varsa, kesinlikle diğer partilerden birini seçmiştir!
CHP’yi ise kendi partisi olarak görmemiştir, görmez ve bundan sonra görme ihtimali çok küçüktür. Çünkü halk CHP’yi halkı hor görenlerin, dindarlığı küçük görenlerin, devletin bekasını halkın çıkarlarının önüne koyanların, devleti ve devlet yöneticilerini sorgulayan herkesi ve her kesimi acımasızca kıyanların partisi olarak bilir. Yönetme ve iyi yaşama hakkını sadece kendinde görenlerin partisi olarak bilir. CHP oyları tam da bu nedenle zengin illerin zengin mahallelerinden gelir.
Halk bunu tarih ve sosyoloji kitaplarından değil, kendi yaşamından, kendi gözlemlerinden, kendi toplumsal belleğinden bilir.
CHP ve küçük “sol” partiler bu belleğin farkında bile değildir. Şaşırıp dururlar. AK Parti bu belleği bildiği, paylaştığı ve bu belleğe hitap ettiği için oy alır. Milliyetçiler, ulusalcılar, devlet dostları, Kemalistler bilmediği, paylaşmadığı ve anlamadığı için oy alamaz, alamayınca da şaşırır.
Halkın toplumsal belleğinden bîhaber olan CHP yönetici ve seçmenleri garip işler yapar. Sanırlar ki, MHP üyelerini aday göstererek, bozkurt işaretleri yaparak ve böylece CHP ile MHP arasında bir dizi konuda pek de fark olmadığını vurgulayarak AK Parti’nin önüne geçmek mümkündür. Sanırlar ki, tek özelliği azgın Türk milliyetçiliği olan, tek siyasî önceliği barış sürecini engellemek olan MHP ile adı konulmamış bir ittifak yapmak, CHP’nin oylarını arttıracaktır!
CHP yöneticilerinin halktan uzaklığı doğaldır belki de. Ama CHP’nin “solundaki” partilerin halka aynı uzaklıkta olması, aynı anlamaz gözlerle bakması Türkiye’ye özgü bir durum. Bu “sol” partilerin sanki seçim kampanyası yapıyormuş gibi görünüp hep birlikte CHP’ye oy vermesi, halkın ‘devlet partisi’ olarak algıladığı partinin zaferi için çabalamaları, “devlet” damgasının sola da vurulmasına yol açıyor. Devleti destekleyen bir “sol”!
Devletten, Kemalizm’den, milliyetçilikten, din düşmanlığından uzak bir alternatif yarattığımız güne kadar, yani dünyanın geri kalanında anlaşılan anlamıyla “sol” bir alternatif yarattığımız güne kadar, korkarım balkonlarda Bilal’i görmeye mahkûm kalacağız.