Erken Cumhuriyet Döneminde Gürbüz Türk Çocuğu ve Ulus
“Çocuklar!
Gazi’nin çocukları.
Hür, müstakil, asîl Türk milletinin çocukları.
Bayramınız kutlu olsun.
Cümhuriyet, hür, müstakil, eşsiz ve örnek Türk vatanında, en büyük günü, 23 Nisanı size
bayram diye bağışladı.
Müstakil vatanının kurtuluş vatanın iki tarih devri; geçen ve geleceği biribirini kucaklıyor…
23 Nisan sizin bayram gününüz, Türk milletinin kurtuluş günü,
Türk milletinin en büyük şeref günü…
Bayram diye siz bugünü kutluluyorsunuz.
Hak diye kendinize, kendi milletinize, kendi milletinizin büyüklerine,
Millet davasına bağlanıyorsunuz.”[1]
Yukarıdaki metin, 1933 yılında Çocuk Haftası kutlamalarının ilk gününde yapılan bir konuşmadan alınmıştır. Konuşmanın sahibi, Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin (HEC) kurucusu ve başkanı Kırklareli Mebusu Dr. Fuat’tır (Umay). 23 Nisan haftası 1930’lu yıllarda, Çocuk Haftası olarak kutlanmaya başlamıştır. Her yıl kutlanan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 1920’lerde başlayıp günümüze kadar süregelen milliyetçilik düşüncesinin bir sembolü olarak ‘ulusal egemenlik’ ve ‘çocukluk’ kavramlarını bir araya getirmiştir.[2]
Halka açık merasimler, konuyla ilgili konferanslar, radyo programları, tebrik telgrafları, çocuk baloları, gürbüz çocuk yarışmaları, para toplama kampanyaları ve okula yönelik faaliyetler gibi çeşitli etkinlikler aracılığıyla, çocuklar “ulus olma” düşüncesinin sembolleri olarak sunulmuştur. Tombulluk, rekabetçi tavırlar takınmak, neşeli ve gürbüz olmak çocukların övülme sebebiydi. Medya, okul yarışmaları, halk evlerindeki kutlamalar, balolar ya da belediye faaliyetleri vesilesiyle yayılan “gürbüz Türk çocuğu” imgesi, insanların çocukluk ve ulus-devlet kavramlarına bakış açılarını genişletmiştir.
“Gürbüz çocuk olmıya çalışınız”
Gelecek, ulus, çocukluk ve gürbüzlük söylemlerinin dönüşümü, popüler ve resmî kaynaklarda o kadar sık görülür ki, bu ifadeler klişe olarak nitelendirilip kolayca göz ardı edilebilir. Çocuk dergisinin 1936 tarihli sayısında yayımlanan kısa bir metinde şöyle yazar: “Gürbüz çocuklar, yarın Vatanı korumak için de gürbüz gençler olacaklardır. Gürbüz çocuk olmıya çalışınız.”[3]
Çocukluk ve Türk ulus-devleti arasındaki güçlü simgesel ilişkiye dikkatimi çeken ilk şey, 1994 yılında televizyonda sık sık yayınlanan “çocuk demek vatan demek” sloganı olmuştu.[4] Seküler ve cumhuriyetçi ideolojinin oluşturulmasında çocukluk ve ulus kavramlarının iç içe geçirilmesini amaçlayan bu iddia, Cumhuriyet’in erken dönemlerinde yaygın olarak kullanılıyordu, fakat o zamanlar ben bu iddianın bu kadar yaygın olduğunu pek bilmiyordum. Türk ulusunu meydana getiren ve modern Türkiye’yi geleceğe taşıyacak kişiler olarak sembolleştirilen çocuklar, ulus-devlet fikrinin inşa edilmesinde çok önemli bir yer tutmaktaydı.
23 Nisan günü ulusal egemenlik ve çocuk bayramı olarak tüm halk tarafından kutlanıyordu. Fakat Çocuk Haftası’nın bu kutlamalar haricinde başka bir amacı daha vardı: Çocukların yaşadığı yoksulluk, yetersiz beslenme ve yüksek oranda bebek ve çocuk ölümleri gibi ciddi sorunlara toplumun dikkatini çekmek. Bu hafta boyunca HEC mensupları çocukların refahını arttırmak için girişimlerde bulunmak amacıyla kaynak geliştirme ve para toplama çabalarını attırmış; tüm vatandaşları çocukların durumu hakkında daha bilinçli hale getirmeyi istemişlerdir. Dolayısıyla Çocuk Haftası, çocuk bakımı ve kamu sağlığı sergilerinin, gürbüz çocuk yarışmalarının, çocuk sağlığı ile refahı hakkındaki radyo konuşmalarının ve yetimler ile HEC projelerini desteklemek için yardım toplama organizasyonlarının düzenlendiği bir ortama dönüşmüştür.[5]
İdeal bedenler ve ulus
Gürbüz Türk çocuğu yarışmaları, çocuk sağlığının geliştirilmesi ve denetlenmesi açısından yeni bir yöntem olarak ortaya çıkmıştır. HEC, aileler arasındaki milliyetçi rekabeti arttırmak suretiyle ulus anlayışının güçlü kuvvetli çocuk imgeleri ile temsil edildiği düşüncesini desteklemiştir. Sosyal reformculara göre, “gürbüz Türk çocuğu” yarışmalarında çocuk sağlığından bahsedip kutlamalar yapmak, “çocuk sevgisi” kavramının yayılmasına katkı sağlayacaktı. Tıp uzmanları, politikacılar ve sosyal reformcular, Cumhuriyet’in erken dönemlerinde basılı yayınlarda ve söz konusu yarışmaların kararnamelerinde kullanılan gürbüz çocuk imgelerini, çocukların nasıl en iyi şekilde yetiştirileceğine dair benimsenen bilgi ve tutumları dönüştürecek çok önemli bir araç addediyorlardı. Ayrıca, çocukların bir ulusal kaynak olduğu fikri ile çocuk yetiştirme sorumluluğunun sadece ailevi değil, aynı zamanda millî bir mesele olduğu düşüncesi, yarışmaların tanıtımında özellikle vurgulanmaktaydı.
1930’lu yıllarda birçok farklı türde yarışmalar düzenleniyordu. Bunların bazılarında fotoğraflar, boy, kilo ve yaş ölçüleri yerel gazetelere gönderiliyor; diğer bazı yarışmalar ise evlerde, yetimhanelerde, parklarda veya başka kamusal mekânlarda gerçekleşiyordu. Bu yarışmaların popülerliği 1930’lu yıllarda gittikçe arttı. HEC ve gazeteler ulusal ve yerel basında bu faaliyetlerin reklamını geniş kitlelere duyurma imkânı elde etti. Düzenlenen yarışmalar aracılığıyla aileler çocuklarının gürbüzlüğünü, dolayısıyla ebeveynler olarak kendi başarılarını sergileme konusunda cesaret kazandı.
Aynı zamanda, bu yarışmalar sayesinde ülkenin dört bir yanında yaşayan Türk çocuklarının bedenleri idealleştirilerek, bu ideal bedenler üzerinden muhayyel bir ulus fikri inşa edildi. Ayrıca, Türkiye’nin geleceğini temsil edecek bu çocukların yüzleri, fizikî özellikleri ve isimleri haritalandırılıp kamuya ilan edildi.[6]
“Modern Türk çocuğu” imgesinin oluşturulmasına yardımcı olan bu tür yarışmalar, yeni Cumhuriyet dönemindeki reformcuların ideal bir vatandaşlık düşüncesine dair beklentilerini yansıtıyordu. Ancak, birçok kişinin her yıl kutladığı bu bayram kentsel ve kırsal kesimlerde yaşayan çocuklar arasındaki farkları ve yeni oluşan orta sınıfa mensup çocuklar ile Türkiye’nin çoğunluğunu oluşturan fakir işçi sınıfına mensup çocuklar arasındaki uçurumu belirginleştiriyordu. Gürbüz çocuk yarışmacıları, büyük çoğunlukla gelişmekte olan profesyonel sınıfına mensup çocuklardan oluşuyordu.
Bu sebeple, söz konusu bayramın bıraktığı miras 1930’lu yıllarda bile çelişkili bir durum ortaya koymaktaydı. Çarpıcı bir şekilde Türkiye’nin gücünü çocukların sıhhatine bağlayan milliyetçi beyanlar, Türkiye’deki birçok çocuğun gerçekten hayatta kalmak ve büyümek için ciddi çaba sarf ettiği gerçeği ile örtüşüyordu.
Genellikle milletvekili veye hükümet yetkilisi olan HEC liderleri, yoksulluk, bebek ve çocuk ölümleri, çocukların işçi olarak sömürülmesi gibi sorunlar hakkında toplumun farkındalığını arttırırken bile, 23 Nisan’ı ve çocuk haftasının diğer faaliyetlerini, modern egemenlik anlayışındaki çocukluk ve milliyetçilik kavramlarını yüceltmek için kullanmaya kalkmışlardı.
“Bu ne biçim bayram?”
Devleti ve HEC’i eleştiren kişiler de açıkça görülen bu çelişkilerin farkına varmıştı ve mevcut durumu sorguluyordu. Onca çocuk yoksulluk içinde yaşarken, -temel eğitim görmeyi bir kenera bırakın- kalacak doğru dürüst bir yere veya yeterli beslenme imkânına bile sahip olmadan yaşamaya çalışırken, modern çocukların neşesini ve özgürlüğünü kutlamak nasıl bir anlam ifade ediyordu?
Söz gelimi, 1930 yılı Çocuk Haftası’nda Cumhuriyet gazetesinin baş sayfasında Çocuk Bayramı’nı tartışan iki çocuğun karikatürü yayımlanmıştı. Çocuklardan biri “Çocuk bayramı, çocuk bayramı diyorlar! Seninle ben gene yalınayak, başıkabak geziyoruz. Bu ne biçim bayram?” diye soruyor, diğer çocuk şöyle cevap veriyordu: “Bu bayram fıkara çocuklarının bayramı değil. Öyle olmasaydı bizi de düşünürlerdi …”[7]
Çeviren: Zeynep Yılmaz
[1] Fuat (Umay), “Haftanın Açılma Gününde Himayei Etfal Cemiyeti Reisi Kırklareli Mebusu Dr. Fuat Bey Tarafından Söylenen Açılma Nutku,” Gürbüz Türk Çocuğu, 79 (Mayıs 1933): 5-6.
[2] İffet Aslan, “Dünyanın İlk Çocuk Bayramı ve Uluslararası Çocuk Yılı,” Belleten 14/181-184 (1983): 568-593.
[3] Çocuk, 40 (15 İkinci Teşrin 1936), kapak.
[4] Bahsi geçen kamusal hizmet duyurusu / televizyon reklamı, Atatürk’e ve onun seküler mirasına “saygı duymak” adına düzenlenen devlet destekli bir kampanya için kullanılmıştır. Bu reklam, Refah Partisi’nin yerel ve genel seçimlerde büyük ölçüde başarı elde ettiği bir politik geçiş sürecinde yayınlanmaktaydı. Düzenli aralıklarla ilkokul öğrencileri, Anıtkabir’i ziyaret edip Atatürk’ün kabrine çelenk koyarken ve Türkiye’nin seküler bir devlet olduğu fikrini desteklerken gösteriliyordu.
[5] Kathryn Libal, “Realizing Modernity through the Robust Turkish Child, 1923-1938,” Daniel Thomas Cook (Ed.), Symbolic Childhood (New York, Peter Lang, 2002), 109-130.
[6] HEC liderleri ile zamanın eğitim ve sağlık alanındaki reformcuları, bu projenin alttan alta ırkların saflaştırılması fikrini çağrıştırdığını pekala biliyorlardı ve bu fikri benimsemişlerdi. Bkz. Ayça Alemdaroğlu, , “Politics of the Body and Eugenic Discourse in Early Republican Turkey,” Body and Society, Vol. 11(3), s. 70.
[7] Cumhuriyet (26 Nisan 1930): 1.