Tamar Nalcı – Emre Can Dağlıoğlu
Birkaç yıl öncesine kadar Taksim Gezi Parkı’nda karşımıza mezartaşları çıkıyordu. Bugün Gezi Parkı’nın Askerî Müze’nin, TRT İstanbul Radyosu binasının, Hilton ve Divan otellerinin olduğu bu alan, eskiden bir Ermeni mezarlığıydı. Surp Agop Mezarlığı’nın tarihçesine bakıp köklü bir geçmişin nasıl bir adaletsizliğe kurban gittiğini hatırlamak gerekiyor.
Mezarlığın tarihçesi
Surp Agop Mezarlığı’nın tarihi, 1560’ta İstanbul’da yaşanan büyük veba salgınıyla başlar. Ermeni cemaati, salgında ölenleri o zamanlar şehir dışı sayılan Elmadağ’da, bugün Surp Agop Hastanesi’nin bulunduğu alanın karşısındaki Surp Agop Mezarlığı’na gömmeye başlar.
Vanlı Margos Natanyan’ın 1929’da kaleme aldığı mektuba göre, mezarlığın üzerinde bulunduğu topraklar Kanuni Sultan Süleyman’ın aşçısı Manuk Karaseferyan sayesinde Ermenilere geçmiştir. Sultan’ın Buda’yı zaptetmesinin ardından, onu zehirlemek için bir komplo kuran Almanlar, Manuk’tan bu komploya dahil olmasını ister, çünkü Sultan onun bilgisi haricinde hiçbir şey yememektedir. Manuk bu isteği reddeder ve komployu meydana çıkarır. Sultan, Manuk’u mükâfatlandırmak ister. Manuk, ondan İstanbul Ermenileri için bir mezarlık talep eder. Sultan da, Taksim’den Harbiye’ye kadar uzanan geniş araziyi Ermenilere verir. Vanlı Karaseferyan ailesinden, 1808 yılında ölen Harutyun Karaseferyan da bu mezarlığa gömülür; mezartaşına, mezarlığın padişah fermanıyla kendi atasına verildiği yazılmıştır.
Artık şehrin önemli merkezi olan Pera’ya çok yakın olan Surp Agop Mezarlığı’na 1865’teki kolera salgınından sonra ölü defnedilmesi yasaklanır. Buna karşılık, Şişli Ermeni Mezarlığı cemaate tahsis edilir. Surp Agop Mezarlığı’na ölü defnedilemediği için boş kalan araziye İstepan Paşa Aslanyan’ın çabalarıyla, Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi inşa edilir.
Sultan Abdülaziz korudu
Şehremaneti (Belediye) 1872’de Surp Agop Mezarlığı’na el koyup arazisini Harbiye arazisine katmak ister, ancak Sultan Abdülaziz mezarlık topraklarının padişah fermanıyla Ermeni cemaatine verildiğini ve Ermenilere ait olduğunu onaylar. Belediye 1912’de caddeyi genişletmek için, mezarlığın bir kısmını almak ister. Cemaate toprağın bedeli olarak değil, sadece duvarın yapımı, kemikler ve mezartaşlarının taşınması gibi masrafların karşılığı olarak 15 bin altın ödenir.
Dava başlıyor
Beyoğlu ilçesinin en işlek ve geniş caddesi üzerinde bulunan Surp Agop Mezarlığı geniş ve değerli bir araziye sahiptir. Bu yüzden, 19. yüzyılın sonunda başlayan, arsayı elde etme çabaları, eskiyle bağını koparmış yeni bir İstanbul kurmayı hedefleyen Cumhuriyet döneminde de sürer.
Bu hedef doğrultusunda, 1931’de İstanbul Belediyesi arsanın Sultan Beyazıt Veli adlı bir vakfa ait olduğunu iddia ederek, diğer metruk mezarlıklar gibi Belediye’ye devredilmesi talebiyle Tapu İdaresi’ne başvurur ve dava açar.
Buna karşı, Cemaat Cismanî Meclisi tarafından gerekli belgeler hazırlanarak Ankara’daki Tapu Genel Merkezi’ne müracaat etmek üzere iki temsilci gönderilir. Temsilciler, Ermeni Mezarlığı’nın metruk olmadığını, sadece zamanında sağlık nedenlerinden dolayı oraya ölülerin gömülmesinin yasaklandığını açıklar. O tarihten sonra birçok kez arsanın Ermeni cemaatinin mülkü olduğunun tescillendiğini ve bu yüzden el konamayacağını belirtseler de Tapu Merkezi, İstanbul Tapu İdaresi’ne arsanın Belediye üzerine kaydedilmesini emreder.
Dönemin patriği Mesrop Naroyan, Ermeni cemaatinin temsilcisi olarak dava sürecini takip eder ve müdahil olur. Belediye, Surp Agop Mezarlığı’na el koymanın yanı sıra, mezarlığa ait gayrimenkullerin gelirine de haciz koyunca, Patrik Naroyan ve vekil Kevork Torkomyan mezarlığın metruk olmadığı gerekçesiyle Patrikhane adına Belediye’ye dava açar. Patrikhane’nin avukatı mezarlığın mahkeme son kararını verene kadar Belediye’ye geçmesine izin verilmemesini talep eder. Mahkeme, davanın sürmesi sebebiyle, Belediye’nin arsayı geç elde etmesinden meydana gelecek değer kaybını karşılamaları için 20 bin lira kefalet gösterilmesi şartıyla talebi kabul eder.
Bu karar üzerine, Belediye’nin avukatları Türkiye’de Ermeni cemaatinin ve bir Ermeni Patrikhanesi’nin var olmadığını, Bakanlar Kurulu’nun 19 Temmuz 1915 tarihli kararıyla Ermeni Patriği’nin Kudüs’e sürgün edildiğini ve Patrikhane’nin oraya nakledildiğini iddia eder. Amaçları, Patrik Naroyan’ın cemaat adına dava açma hakkı olmadığını kanıtlamaktır. Patrikhane avukatları, mezarlık davasını bir kenara bırakıp mahkemeye Ermeni cemaatinin varlığını kanıtlayan deliller sunmak zorunda kalır. Patrikliğin ve Patrikhane yönetmeliğinin yeniden onaylanışını gösteren 18 Ekim 1915 tarihli kararname, Belediye avukatlarının itirazlarını çürütür ve mahkeme Belediye’nin taleplerini reddederek Patrikhane’nin dava açma hakkı olduğunu kabul eder. Böylece, Türkiye’de hukuksal şahsiyetlerin tüm haklarına sahip bir Ermeni cemaati olduğu ve dinî kurumları adına hak sahibi önderinin Patrik Naroyan olduğu onanmış olur.
Ahmed Refik’in ‘mütaalası’
Mahkeme, Sultan Beyazıt Veli Vakfı’nın sınırlarının belirlenmesini ister ve içlerinde tarihçi Ahmed Refik Altınay ve İstanbul Asar-ı Atika Müzeleri Müdürü Aziz Ogan’ın da bulunduğu dört kişilik bir bilirkişi heyeti atar. Mezarlığın Ermenilere ait olduğunu gösteren belgelerin sahte olduğunu iddia eden Altınay, arazinin Sultan Beyazıt Veli Vakfı’nın mülkü olduğunu ‘bilimsel’ yollarla ortaya koyar.
Bu süreçte, basının davaya ilgisi artar. Haberlerde, Altınay’dan övgüyle bahsedilir. Altınay, Akşam gazetesine Surp Agop Mezarlığı davası hakkında bir röportaj verir. Dava için hazırladığı raporun tarihsel arkaplanını anlattığı röportajda, Patrikhane avukatı Necati Bey’in davada bahsi geçen hisar konusunda bilgi eksiği olduğunu, “Türk her şeyi yıkar, ama kendi yaptığı hisarı asla” diyerek belirtir.
‘Malum’ sonuç
Bilirkişi heyeti, hazırladığı raporda mezarlık arsasının Sultan Beyazıt Veli Vakfı’na ait olduğunu belirtir. İstanbul Hukuk Mahkemesi, 1933’te bu rapora dayanarak Surp Agop Mezarlığı’nı Mezarlıklar Kanunu’na göre metruk olarak kabul eder ve arazinin Belediye’ye geçmesine karar verir. Ahmed Refik Altınay’a, Belediye’ye yaptığı “milyarlar değerindeki katkılar”dan dolayı bir ev tahsis edilir.
1 Mart 1931’de başlayan Surp Agop Mezarlığı davası 26 Kasım 1934’te bitmiştir. Mahkeme, Patrikhane’nin mahkeme masraflarını ve Belediye Vekili’nin 150 lira avukatlık masrafını ödemesine karar verir.
İkinci dava
Bir süre sonra, Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Hovsep Celal, yapılan haksızlığın giderilmesi amacıyla yeni bir dava açıp ‘tedbir-i ihtiyat’ talep eder. Mahkeme bu talebi, mezarlık arazisinin üzerinde bina olan kısımları için ve 10 bin lira kefalet gösterilmesi şartıyla kabul eder ve bu kısımların dava bitene kadar cemaatte kalmasına karar verir. Fakat Belediye, davanın sonuçlanmasını beklemeden tapularını çıkarttırıp haritalarını hazırlattığı bu arsaları satmayı planlar. Bu arada, arazinin değer tespiti için müracaat edilen mahkeme, arazinin 3 yıl öncesiyle güncel değeri arasındaki farkın tespiti için bir komisyon kurar. Arazinin değer kaybına uğradığına karar verilince, Belediye tazminat ve üç yıllık toplam kirayı talep eder.
Bunun üzerine Tapu Merkez Kurulu arazinin tapusunu Belediye’ye vermeyi kararlaştırır. Mahkeme raporunda, arazinin 3 yıl içindeki değer kaybının 124 bin lira olduğu belirtilir. Belediye, bu bedele satışın gecikmesinden doğan zararı da katıp Patrikhane ve vekillerinin aleyhine 180 bin liralık tazminat davası açar. Gazeteci Asım Us’un iddiasına göre, Patrikhane bu bedeli ödememek için araya Sabur Sami Bey’i sokar. Belediye’yi davadan vazgeçiren Sabur Sami Bey, bunun karşılığında mezarlık arazisinin Patrikhane’nin elinde kalacak olan yaklaşık 6 bin m2 kısmını alır. Kızının üzerine yaptırdığı bu araziyi, Milli Reasürans İdaresi adına satışa çıkarır ve 60 bin liraya satar. Bu arada, mezarlığın önündeki haç ve tabela çoktan kaldırılmıştır ve kitabesi bugün Şişli Ermeni Mezarlığı’ndadır.
Mezarlık yok oluyor
Böylece mesele İçişleri Bakanlığı’nın emriyle, İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ ve Beyoğlu Üç Horan Vakfı’nın Yönetim Kurulu’ndan Arşag (Adil) Surenyan arasında imzalanan anlaşma ile sona erdirilir. 850 bin m2 arazi Belediye’ye geçer; Patrikhane’ye ise 6 bin m2 arazi ve 3200 liralık mahkeme masrafı kalır.
Yeni İstanbul’un temeli
Surp Agop Ermeni Mezarlığı, tüm bu uğraşlara rağmen, 1939’da bütünüyle istimlak edilir. Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi yıkılır; mezar sahiplerine mezarları taşımaları için süre tanınır. Ardından, mezarlığın üzerine büyük binalar dikilmeye, Elmadağ da bugünkü halini almaya başlar. Mezartaşlarının çoğu şehir planlamacısı Henri Prost’un tasarladığı yeni Eminönü Meydanı’nın onarımında ve Gezi Parkı’nın merdivenlerinin yapımında kullanılır.
Lütfi Kırdar’dan sonra göreve gelen Belediye Reisi Fahrettin Kerim Gökay, arsanın satışına başlar. Öncelikle misafirhane yapılmak üzere Koç’a satılan arsanın üzerinde bugün Divan, Hilton ve Hyatt Regency otelleri, Gezi Parkı, TRT İstanbul Radyosu ve Harbiye Askerî Müzesi’nin bir bölümü bulunuyor.
Rejimin yapıtaşları
Surp Agop Mezarlığı davası, bir yolsuzluk vakası olarak apaçık önümüzde duruyor. Resmi ideolojinin, özel mülkiyet, devlet radyosu, askeriye gibi yapıtaşlarını tek tek üzerine döşediği mezarlığı geri almak, bugün ‘hukukî’ açıdan neredeyse imkânsız. Ancak, bu tür haksızlıklar karşısında sessiz kalarak, gaspların üzerini örterek huzur bulamayacağımız da aşikâr. Surp Agop örneği, Türkiye’nin gayrimüslimlerinin ölülerinin bile rahat bırakılmadığını; mezartaşlarının yeni bir İstanbul’un ve yeni bir Türkiye’nin inşasında kullanıldığını gösteren örneklerden sadece biri. Bugün ihtiyacımız olan şeffaflık, yüzleşme ve resmî bir ağızdan çıkacak bir özür, Surp Agop Mezarlığı sakinlerinin ruhlarının huzur bulmasını sağlar belki de… Belki ancak o zaman gerçekten gömebiliriz ‘ölülerimizi’.
Bu makale 26 Ağustos 2011 tarihli Agos gazetesinden kısaltılarak alınmıştır.