Damla Yur
“Eşim Volkan Civelek ile yaklaşık 7 senedir evliyiz. Bu evlilikten olma 3 yaşında bir kızımız var. Eşim Volkan Civelek evliliğimizin ilk yıllarından bu yana bana sözlü ve fiili olarak şiddet uyguluyordu. Beni birçok kez darp etmiştir. Bu darp konuları ile alakalı doktora giderek tedavi oldum, bununla ilgili raporlarım mevcuttur. Eşim ile aramızda evliliğimizin başından beri yaşanan olaylara ilişkin herhangi bir yere resmî müracaatım olmadı. Bunun sebebi ise çocuğumun olması ve onun mutsuz olmasını istememem. Artık dayanamıyorum, boşanma davası için avukatıma vekalet verdim. Sabah saatlerinde eşim boşanma davası açtığımı öğrenince yukarıda adresini belirtmiş olduğum ve 1 haftadır kaldığım eve geldi. Bana çocuğumu parka götürmek istediğini söyledi. Bu sırada yanımda bulunan amcam Civan Bülbül kendisine ‘Götürmek istiyorsan götür’ dedi. Akabinde amcam ile eşim tartıştı. Eşim sinirli bir şekilde elinde bulunan telefon ile birini arayıp, ‘Emaneti hazırlayın, gelip alacağım’ diyerek evden ayrıldı. Eşimin göstermiş olduğu bu tutum ve sinirli davranışlarından dolayı can güvenliğimden endişe ediyor, bana ve aileme zarar vereceğini düşünüyorum. Beni tehdit eden ve huzursuzluk yaşamama sebep olan eşim Volkan Civelek’ten şikayetçiyim, uzlaşmak istemiyorum, çağrı üzerine koruma talep ediyorum…“
Bu ifadelerin sahibi 25 yaşındaki Mehtap Civelek artık aramızda değil. Kendisine ve ailesine zarar vereceğini düşündüğü eşi Volkan Civelek tarafından 17 Ocak 2013’te öldürüldü. Aylardır çağrılı korumayla yaşıyordu. Çağrılı korumasının müddetinin bittiği gün Mehtap’ın ölüm günü oldu…
Mehtap ne ilkti ne de son…
Kadın cinayetlerini her sorguladığımızda sık sık benzer ifadelerle karşılaşıyoruz. Bu şiddetin önüne geçmeye dair yöntem ise yeni öğrenmeye başladığımız 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun. Geçtiğimiz yıl Mart ayında çıkan bu yeni kanunda şiddet gören kadını korumaya ve şiddetin önüne geçmeye dair her ayrıntı tek tek düşünülmüş ve kanun titizlikle hazırlanmıştı. Ancak sorun, yasaya ilişkin yönetmeliğin 11 ay sonra çıkmasına rağmen (bir önceki aile içi şiddeti önlemeye dair 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Yasa’nın yönetmeliği 10 yıl sonra yürürlüğe girmişti), uygulamada.
Şimdi akla şu soru geliyor, “Şiddet burada, yasa da yönetmelik de karşımızda, peki uygulama nerede?”
Türkiye’deki erkek egemen sistemden sıyrılmaya çalışan kadının yaşadığı ya da tehdidine maruz kaldığı cinayetlerin sebebini sorgulamak için önce bu yasayı iyi irdelemek, sonra da kadınların yaşadıklarını incelemek gerekiyor. Kadın cinayetlerinin “politik cinayetler” olduğunu kavradıktan sonra, hangi maddenin ne derece ve nereye kadar uygulandığına göz atalım.
İlk adım, kaç ve sığın
Kanunun ‘Koruyucu önleyici tedbirlere ilişkin hükümler’ kısmında yer alan maddeye göre, şiddete uğrayan ya da şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadına ve gerekiyorsa beraberindeki çocuğuna bulunduğu yer il ise Vali (veya yetkilendirdiği yardımcısı), ilçe ise kaymakam tarafından uygun barınma yeri sağlanmalı. Yapılan suç duyurusu sonucunda hakkında tedbir kararı verilen, barınma yeri sağlanması gereken kadın içinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na ait veya Bakanlığın gözetiminde bir sığınma evine yerleştirilmesi mecburi.
Şiddetten kaçan ve sığınmak isteyen kadın için ne yazık ki bu maddenin olması yeterli değil. Bakanlığın verdiği verilere göre (Haziran 2013), Türkiye’de toplam 120 kadın sığınma evi var. Bu sığınma evlerinin 87’si Bakanlığa bağlı, yalnızca 32’si yerel yönetimlere ait. Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelere göre, Türkiye’de yaşayan kadın nüfusuna (37 milyon 671 bin 216) bu sığınma evi sayısı oldukça yetersiz. Adıyaman, Ardahan, Bartın, Bitlis, Muş, Niğde, Rize ve Sinop hiç sığınma evi olmayan şehirlerden sadece bazıları. Sığınma evi sayılarındaki bu yetersizlik kadınların çoğu zaman başka bir şehre gönderilmesine, kimi zaman da kapasitesini aşan sığınma evlerinde rahat yaşayamamalarına sebep oluyor. Şiddetten kurtulmanın ilk adımı şiddetten ‘derhal’ kaçmak, ikinci adım ise güvenli bir yere sığınmak olmalı. Kadınlar sığınma evi yetersizliğini de bilse kendilerini korumakla yükümlü devletten bu ‘hak’larını talep etmeli. Çünkü kanunda yer alan bilgiye göre barınma yerlerinin yetersiz kalması halinde Vali, Kaymakam ve acil hallerde kolluk sığınmak isteyen kadını kamu kurum ve kuruluşlarına ait sosyal tesis, yurt ve benzeri yerlerde nakil sağlanıncaya kadar geçici olarak barındırmakla yükümlü.
Korunmanızla yükümlüler
Şiddetten kaçan kadının bir diğer hakkı da kanunda yer aldığı gibi ‘geçici koruma’ talep etmektir. Mağdur kadın hayatî tehlikesini göz önünde bulundurup mülkî amir ve kolluk amirine başvurarak koruma istemekten çekinmemeli. Geçici korumanın ardından verilen karar ile kadının koruması ‘çağrılı koruma’ya da çevrilebilir. Korumada sorumluluk sahibi ise mağdur kadının yaşadığı yerin kolluk kuvvetleri kabul edilir. Kolluk tarafından bu korumaya sahip olan kadına arayabileceği bir telefon numarası verilerek dışarı çıkmadan önce kendilerini araması tebliğ edilir. Çağrılı korumasını arayıp ‘Çok yoğun, bugün gelemeyiz. Bugün durun evde, yarın birini göndeririz’ cevabı aldıktan sonra şiddet gören kadınların da var olduğunu hatırlarsak, kadınların bu durumu ve kolluğu Bakanlığa iletmesinin önemini belirtmekte fayda var.
Türkiye’nin de taraf olduğu sözleşmelerce, ‘çağrılı koruma’nın yetersiz bulunduğu durumlarda kadın ‘yakın koruma’ talep etme hakkına sahip. Türkiye’de bu kararı alan ilk (ve bilinen son) kadın Nahide Akgün (Opuz). Önce boşanmak istediği sonra şiddetine maruz kaldığı eşi Hüseyin Opuz tarafından gördüğü şiddeti 37 kez suç duyurusunda bulunarak yargıya taşıyan Akgün’ü koruyamayan Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce (AİHM) 2008 yılında hüküm yemişti. Nahide Akgün’ün mücadelesi sonucu verilen AİHM kararı Avrupa’da ‘emsal’ kabul edilip kadınlara korumaya yönelik büyük adımların atılmasına sebep olurken, Türkiye’de Akgün dışında ‘yakın koruma’ dahi alan kadına rastlanmadı. Akgün’ün ise hâlâ kaçan bir kadın olması (2013) bu kanunun var olmadığının değil yalnızca uygulanmadığının kanıtı.
Tüm bilgilerinizi gizleyebilirsiniz
Gördüğü şiddet sebebiyle evinden kaçıp devlete sığınan fakat izini kaybettiremeyen kadınlar bu kanunda yer alan gizlilik esaslarına ilişkin işlemler yapılması üzerine de hak sahibi. Adlî işlemlerde şiddet mağduruna ilişkin gizlilik işlemleri Cumhuriyet Başsavcılığı ve Mahkemelerce alınan Tanık Koruma kanununa göre yapılır. Yasaya göre bilgilerinin gizli tutulmasına karar verilen kadına dair tüm adres, iletişim gibi bilgiler Millî Eğitim Bakanlığı, Merkezî Nüfus İdaresi Sistemi, Sosyal Güvenlik Kurumu, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistem, kolluk, bankalar, sağlık kurum ve kuruluşlar tarafın gizli tutulmalı. Koruma altındaki kadınların bilgilerinin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), çocuklarının okullarının nakil işlemleri ya da e-dönüşüm gibi sistemlerce deşifre edildiğine tanık olunuyor. Deşifre edilen kadın hâlâ hayattaysa (şiddetten kaçan bir kadının deşifre edilmesi çoğunlukla ölümü demek oluyor), çareyi yeniden adres değişikliğine gitmekte buluyor. Kadınlar kurumların bilinçsizliğinin kurbanı olmamak için ‘gizlilik’ haklarını talep etmelidir. Kimlik karartma denilen sistemle 6 aylık kimlik bilgileri gizlenirken, kadınlar yeniden başka bir kimlik alma hakkına da sahip.
Kimlik değiştirme hakkı
İlk adımı atmış, şiddetten kaçmış, üstüne koruma talep edip korunmuş, kimlik bilgilerini karartmış, fakat hâlâ şiddetten kurtulamamış kadın için son şans ‘Yeniden doğ’. Hayatî tehlikesinin devam etmesi üzerine kadının rızasıyla kimlik ve diğer bilgi ve belgelerinin değiştirilmesi yasada yer alan bir diğer önemli hak. Daha önce terör ve benzeri suçlardan dolayı toplumsal dışlanmayı önlemek üzere tanınan bu hak, kadınları koruyan yasaya göre Tanık Koruma Kanunu hükümlerine uygun işleniyor.
Yasanın çıkmasından bir yıl sonra bu hakkı elde eden 33 kadın, Temmuz 2013’te yeni kimliklerine kavuştu. İsim, soyad, yaş gibi tüm kütük bilgilerinin değiştiği yeni kimlikler ile kadınlar yepyeni hayata başlamayı umut etmesine rağmen henüz hayallerini gerçekleştiremediler. Şiddetten kaçmak için verdiği mücadelede kimlik değiştirme hakkında sahip olan bu 33 kadın yeni kimliklerini almak için bir yıl bekledi. Kimlikler verildi, fakat kadınların beklentileri hâlâ tam olarak gerçekleşmedi. Sağlık kartları, kredi kartları, diplomalarının henüz değişmemesi 33 kadının yeni bir hayata tam anlamıyla başlamasının önüne geçti. Kimliklerini değiştirme yoluna giden kadının asıl amacı yeniden var olarak, yeni bir iş bulup sokağa çıkmak, çekinmeden bir kurumda isim ve soyadını paylaşıp ayağa kalkmaktır. Fakat kimliği dışında ona bir geçmiş hazırlanmaz, diploma gibi belgeleri değişmezse iş bulması ve hayattaki diğer taleplerini gerçekleştirmesi mümkün olamaz. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan edinilen bilgiye göre, kimliği değişen kadınların diğer bilgi ve belgeleri de değişecek, ancak ilk uygulama olduğu için Bakanlık yetkilileri bunun bir süre alacağını söylüyor. Umuyoruz ki bu 33 kadının beklemesinin sebebi şiddetten kaçtığı sırada yeni kimlik alan ilk kadın grubu olmasıdır. Kadınlar ‘Her yolu denedik, kurtulamadık’ dedikleri noktada son çare olarak ‘Yeniden doğma’ yoluna gitmeyi talep etmeli.
ŞÖNİM: ‘Tek kapı’ mantığı
Yasada Bakanlık, uzman personellerden oluşturduğu ‘tek kapı’ mantığı ile şehirlerde Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri’ni (ŞÖNİM) faaliyete geçirmekle yükümlü. Bunlar, şiddetten kaçan kadına ilişkin koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak kullanılması, kadını sağlık için hastaneye, suç duyurusu için karakola, avukat için baroya tek tek gidip kapı çalması yerine bir merkezden tüm haklarını talep edebilmesi için oluşturuldu. Şiddetten kaçan kadınların en ciddi tedirginlikleri ‘tek başına’ mücadele etmektir. “Kimsem yok” cevabı ile şiddeti kabullenen kadınların artık bu algıdan kurtulması lazım. Bir kadının birey olarak mücadele edemeyeceği hiçbir sorun yoktur, yeter ki kendinden o gücü bulsun. Sonra da haklarını talep etsin. ŞÖNİM ile, ‘ne yapacağını bilmeyen kadınlar’ haklarını öğrenip yönlendirme ve destekle haklarını talep edebilir. Fakat yeni oluşturulan bu sistem de, yönetmeliğin olmasına rağmen bilinçsiz personel çalışmasının önüne geçemiyor. Mağdur kadını ikinci defa mağdur eden örnekler ne yazık ki ŞÖNİM’lerde de yaşanıyor. Şiddetten kaçan bir kadının kahkahası da ağlaması da toplumun ‘normal’ kabul ettiği düzeyde olamayacağı gibi, tartışması da ‘normal’ kabul edilen sınırlarda olamayabilir. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 2013 raporuna göre, kaldığı sığınma evinde bir başka şiddet mağduru kadınla tartışan bir kadına ŞÖNİM müdürünce imzalanan ‘Bir daha hiçbir sığınma evinde kalamaz’ yazılı ağır bir disiplin suçu verildi. Kadınlar ŞÖNİM’lerin kuruluş amacının ‘destek ve rehberlik’ olduğunu unutmadan haklar talep etmeli, bu kurumlar tarafından da mağdur edildiklerinde konuyu adlî mercilerde çözüme kavuşturmalıdır.
Ücretsiz sağlık hizmeti
Şiddetten ya da tehdidinden kaçıp koruyucu tedbir kararı alan kadın genel sağlık sigortası olsun ya da olmasın, hiçbir gelir testine tutulmadan genel sağlık sigortalı sayılır. Hiçbir sağlık sigortası bulunmayan kadına da yeşil kart çıkarılır. Kanunda bu maddeler olmasına rağmen şiddetten kaçarken bürokrasi mağduru çok sayıda kadın var. İkametgâhları çoğunlukla şiddet gördükleri yerlerde olan bu kadınlar bilgilerini güncellemedikleri gerekçesi ile ücretsiz sağlık hizmetlerinden yararlanamıyor. Oysa kadının güncelleme yapması için kaçtığı şehre dönmesi şart değil. Bulunduğu yerdeki mülkî amirliğe ya da Sosyal Yardım ve Dayanışma Vakfı’na durumu iletmesi kadının bilgilerinin güncellenmesi için yeterli bir adım. Kadınlar güncellemek için reddedildikleri zaman buna derhal en yakın polis karakoluna yaptıkları suç duyurusu ile itiraz edebilir. Şiddetten kaçarken sağlık hizmetinden yararlanmak isteyen kadınların bir diğer sorunu da Sosyal Güvenlik Kurumu bilgilerinin gizli tutulmaları ile deşifre edilmeleri. Kanunda yer alan ‘gizlilik esası’na göre, kadınlar SGK’ya gidip işyeri ya da gittikleri hastane bilgilerini internet ortamında yazılmamasını talep edebilir. Yasada olmasına, yönetmelik ile personellere bilgisinin iletilmesine rağmen uygulanmayan ‘gizlilik’ haklarını kadınlar kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personelden talep etmeli, reddedildiğinde ise konuyu yargıya taşımalıdır.
Geçici maddî yardım hakkı
Türkiye’de maddî imkânsızlıklar sebebiyle çok sayıda kadının şiddete boyun eğdiği biliniyor. Fakat yasada yer alan ‘maddî hükümler’e göre şiddetten kaçan kadın her gün aylık net asgari tutarın otuzda birine kadar günlük ödeme alabiliyor. Kadın eğer bir sığınma evinde yaşıyorsa yeme, içme ihtiyaçları burada karşılandığı için net asgari tutarın yarısını talep edebilir. Geçici maddî yardım talep hakkına sahip olmasına rağmen ‘yeterli bütçe yok’ gerekçesi ile ödeme yapılmayan kadınlar da ne yazık ki yok değil. Bakanlığın Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na yaptığı açıklamaya göre, 2013 yılına ait geçici maddî yardım ödenekleri için ayrılan bütçe 31 milyon 400 TL ve 2013 yılının ilk 6 ayı bu bütçeden yalnızca 16 kadın yararlanmış. Şiddeti kabul eden hiçbir gerekçe olamaz. Kadınlar hakları olan ‘geçici maddî yardım’ taleplerini Bakanlığa iletmeli, sağlanmadığı takdirde hukuksal zeminde haklarını almak için mücadele etmelidir.
Ve diğer haklar…
Kadınlar ayrıca bu yasayla şiddetten kaçmak için ‘işyeri değiştirme’ hakkına sahip olduğu gibi, kaçtıkları kişi ile malvarlıklarına ‘aile konut şerhi’ koydurma, çocuklarına kreş imkânı sağlatma ve psikolojik destek alma gibi sosyal haklara da sahip.
Mevcut durumda en büyük eksik kadına uygulanan şiddet ölümle sonlanmadan tutuklamanın gerçekleşmemesidir. Şiddet gören kadının henüz hastaneden çıkmadan şiddet gösterenin dışarıda olması birçok cinayete sebep oldu, olmaya da devam ediyor. Şiddetin azı çoğu, ikincisi sonuncusu olmadığı gibi, ‘bu seferlik affettim’i de olmaz. Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’da da görüldüğü gibi, kadını şiddetten koruyan ‘yazılı’ çok sayıda ifade varken, şiddet kaynağına dokunmamak çözüm sağlatmaz. İkinci şiddetin öldürmek olabileceği unutulmadan Ceza Kanunu’na derhal şiddet gösteren erkeğin tutuklanmasına yönelik bir madde eklenmeli. Kadına yönelik şiddet ‘Koruma kararı alındıktan sonra şiddet uygulamaya devam ederse’ gibi maddelere sığınılarak risk atılacak bir konu değildir.
Hakların istenmeden alınmadığı bir ülkede şiddetten kurtulmak isteyen kadın mücadelesinin en büyük düşmanı ‘pes etmek’tir. Şiddetsiz ve istenmeden alınan ‘hak’lı yarınlar için hepimizi mücadele yüklü günler bekliyor…