Şenol Karakaş
Gezi direnişinin en önemli sonucu ve hareketin temel özelliği olan yanı, kazanmış olması. Gezi direnişi, kazanan bir hareket oldu. Gezi Parkı’nın yerli yerinde duruyor olması direnişin kazandığının apaçık bir kanıtı olsa da, direniş günlerinin daha şimdiden aktivistler arası sohbetlerin nostaljik ve kaçınılmaz bölümü haline gelmesi, daha şimdiden direnişin başladığı günün yıldönümüne eylem çağrıları yapılmaya başlanması, ne yazık ki Gezi direnişini sıradan bir takvim hatırasına indirgeme eğilimi taşıyor.
Gezi direnişinin üç önemli kazanımı var: Bir, AKP liderliğinin kendine güvenini darmadağın etti. Hükümet bloğunun sarsılmasına neden oldu. İki, Gezi direnişi, temel ve aynı zamada görünürdeki en baskın talebini kazandı. Üç, 1905 Rusyası’nın 1917 Rusyası’nın provası olması gibi, Gezi de kendisinden sonraki daha büyük, daha kalıcı, daha sarsıcı ve mutlaka işçi sınıfının daha merkezî bir rol oynayacağı büyük direnişin provası, pusulası ve deneyim havuzu oldu.
Gezi direnişinin kazanımlarının altını kalın harflerle çizmek, aynı zamanda bu kazanımların üzerinde yükselme yeteneğini taşımayan ve böyle bir perspektifle uzaktan yakından ilgisi olmayan “bağzı” muhalefet çevrelerinin hareketin bugün geldiği noktaya evrilmesinde sahip olduğu katkının da altını çizmek demektir.
Ulusalcı olmayan muhalefet
AKP, 2002 yılından beri seçimleri kazanıyor ve kazandığı her seçimle kendine güveni daha şişkin bir hale geliyor. Hükümet’in kendine güveni, sadece Kürdistan’da sökmüyor. Hem seçimlerde hem de siyasetin tüm başlıklarında Kürt hareketi, AKP’yi yenmeyi, Erdoğan’a geri adım attırmayı başardı. Fakat Batı’da CHP ve MHP etrafında merkezîleşen muhalefet etme tarzı, AKP liderliğinin kendine güvenli olması için gerekli siyasal koşulları da sağlıyor. Bu iki parti AKP’ye karşı devletin geleneksel refleksleriyle tepki verdi. Biri düpedüz ırkçı, diğeri ulusalcı olan bu iki partinin AKP’yle ilgili kodlamaları, Kemalizm’in geleneksel hayali düşman yaratma politikasının ürünü olarak şekillendikçe, AKP hemen hiç yıpranmadan siyasî zafer kazanmaya devam etti.
İşte Gezi, AKP’nin zafer kazanma serisine son veren bir direniş olarak benzersiz bir öneme sahip. İktidara geldiği günden beri yenilgi yüzü görmeyen bir partinin, sokakta, yüz binlerce insanın eyleminin doğrudan etkisiyle gerilemesi ise, doğal olarak, bu partinin bütün ezberlerini bozdu. İktidar partisi içinde bir dizi çelişkiyi açığa çıkartması, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve çeşitli bakanlıklar ve AKP liderliği ile tabanının bir kesimi arasında direnişin değerlendirilmesinde radikal farklılıkların açığa çıkması, özetle, AKP içinde derin bir çatlağın oluşması ve ilk kez böylesi derinlikte bir çatlakla karşılaşmış olmamız, Gezi direnişinin en önemli kazanımlarından biri. Bu siyasî çatlak, Erdoğan ne kadar kalabalık mitingler yaparsa yapsın, toparlanabilecek, unutturulabilecek bir çatlak değil.
Bu çatlağın oluşabilmesinin nedeni, direnişe katılan yüz binlerce insanın “Şeriat’a”, “Bop eşbaşkanlığına”, “Ilımlı İslam projesine”, “Cemaat’in uşaklarına” karşı değil, nobran bir şekilde neoliberal politkaları hayata geçirmeye çalışan muhafazakâr bir iktidar partisinin bir parkı imha etmesine karşı somut bir talebe sahip olmasıydı. Eyleme katılanların ana gövdesi “Cumhuriyet’in kazanımlarına” sahip çıkmak için değil, polis şiddetine karşı, sermayenin çıkarları için kentin ve parkların tarumar edilmesine karşı sokağa çıktı.
Kendiliğindenlik ve kitlesellik
Gezi direnişi, liderliği sayesinde değil, kitleselliği sayesinde kazanan bir hareket oldu. Gezi hareketinin liderliği yoktu. Bu, direnişin kazanmasında belirleyici bir öğe oldu. Gezi eylemlerinin en başından itibaren (ve özellikle AltÜst‘ün bir önceki sayısının çeşitli yazılarında vurgulandığı gibi), hareketin omurgasını bağımsız bireyler oluşturdu. Bu omurga, birçok siyasî çevre hareketin geleceğine dair karamsarlığa kapıldığında, aynı enerjiyle yığınsal bir katılım göstererek herkesi şaşırtmaya devam etti.
Ama bağımsız birey olmanın bir dezavantajını da, hareketin geleceğine dair kritik kararların alınmasında etkisiz kalarak yaşadı. Kitlesel enerjisiyle hareketi birleşik tutma başarısını sergiledi, ama örneğin, hareketin en önemli simgelerinden biri hâline gelen Sırrı Süreyya Önder’in ilk meydan mitinginde konuşma yapmasının ulusalcılar tarafından engellenmesinde olduğu gibi, örgütlü güçlerin hareketi bölen, ulusalcılığa doğru evriltmeye çalışan eğilimlerine karşı blok oluşturamadı.
Milyonlarca insanın kendiliğinden harekete geçtiği bir mücadelenin ulusalcılardan tümüyle bağımsız olması mümkün değil, ama sorun, hareket içinde ulusalcılığın etkisinin sınırlanması ve giderek tümüyle geriletilmesi için özel bir çaba harcanıp harcanmayacağında düğümleniyor.
Hareket içinde ulusalcılar vardı. Bazıları Kürt sorununun barışçı çözümüne karşıydı. Aralarında Öcalan’ın idamını savunanlar, Ermeni soykırımının devamını savunanlar, soykırımın bir yalan olduğunu iddia edenler de vardı. ”Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun, yeter ki AKP yıkılsın” diye düşünenler, bu yüzden sadece şeytanla değil Çetin Doğan’la bile ittifak kurmaya hazır olanlar vardı.
Gezi Parkı’nda katillerle kurbanların, Ergenekoncularla KCK tutuklularının bir ve aynı mağduriyete sahip olduğunu anlatanlar, Perinçekgillerin bir hukuk katliamına maruz kaldığını savunarak kafa karıştıranlar, Suriye’de on binlerce insanı öldüren Esed’ı savunanlar, üç sene önce Tahrir Meydanı’nda mücadele eden milyonları emperyalizmin piyonu olarak görenler; velhasıl, AKP’ye karşı mücadeleyi geleneksel devlet aygıtının ve Türkiye siyasetinin geleneksel figürlerinin alışkanlıklarına toplumsal zemin yapmak için çabalayanlar vardı.
Hareketin kendiliğindenliğinden kaynaklanan bürokratik örgütlenmelere mesafeli karakterini fırsat görerek hareketin liderliğine soyunanların bir kesimi, Gezi direnişinin yarattığı politik olanakları ulusalcı bir seçim ittifakının temeli olarak değerlendirmeye çalıştı. CHP’den İşçi Partisi’ne kadar, Sol Cephe peşinde koşanlardan yerel seçimlerde Sarıgül’ü bütün muhalefetin adayı olarak şişirmeye çalışanlara, bu kesimler, Gezi direnişinin beklenenden daha hızla geri çekilmesinde belirleyici oldu.
“Ne olursa olsun, AKP yıkılsın koalisyonu”
Devasa bir hareketi, bu hareketin yanında bir pire gibi bile görünmeyen CHP İstanbul belediye başkan adayı Mustafa Sarıgül’ün seçmen kitlesine dönüştürme çabaları, harekete ilk gününden itibaren yapılmaya çalışılan ulusalcı müdahaleden bağımsız değil. Gezi direnşiyle Silivri’deki Ergenekoncular arasında bağlantı kurma çabaları, Gezi direnişiyle ulusalcı Gazdanadam festivali arasında bağlantı kurma çabaları, Gezi direnişiyle İslamofobik yaklaşımlar arasında bağlantı kurma çabaları, direnişi mutlak bir AKP karşıtlığına indirgeme çabasının ara istasyonlarıydı. Bu, hiçbir aktivistin gözünden kaçmadı. Gezi direnişinin omurgası, bu çabaları her defasında püskürtmeyi başardı. Ama bugün, Ankara’da ve giderek bütün büyük şehirlerde yerel seçimlerde sol adına MHP-CHP ittifakının nimetlerinden bahsedebilecek kadar gözünü karartanlar, bu ara istasyonlarda “Ne olursa olsun, AKP yıkılsın koalisyonu” kurmak için hamle üstüne hamle yaptı.
Bu hamleler, özgürlükçü sosyalistler güçlü bir yanıt veremediği durumlarda iki sonuca neden oldu. İlk sonuç, harekete ulusalcı müdahalenin “AKP hemen derhal yıkılmalı” kanadı, Gezi direnişinin kazanımlarının görülmesini engelledi. Hareketin, kazanımları tespit ederek, kazanımların üzerine basarak değil, her şeyin çok kötüye gittiğine işaret ederek devam edeceğini, gelişebileceğini düşünen ulusalcılar, kazanımları silikleştirdi. Oysa hükümet bloğu içindeki çatlakların açığa çıkmasından daha önemlisi, Erdoğan’ın Gezi Parkı’na dokunamaması, “yeşilin hastası” olduğunu ilan etmesi, HES’lerin çevreyi tahrip ettiğini söyleyen hükümet temsilcilerinin ortaya çıkması, hareketin hükümete ne ölçüde geri adım attırdığının kanıtları.
İkinci sonuç ise, her şeyin kötüye gittiği vurgusuyla kazanımların silikleşmesi hareketin geri çekilme hızını artırdı.
Gezi direnişi gibi hareketler sonsuza kadar süremez. Bu hareketler ya örgütlü işçi sınıfının kitlesel, yaygın ve radikal bir hareketlenme içine girmesiyle toplumun büyük çoğunluğunun hareketi olma yönünde evrilir ya da başarısının sırrı olan kendiliğindenlik, bir aşamada zaafa dönüşerek hareketin geri çekilmesine neden olur. Zira, Gezi örneğinde de görüldüğü gibi, örgütlü güçler kendiliğindenliğin yarıklarından hızla içeri sızmaya çalışır.
Tanklara da TOMA’lara da aynı anda karşı çıkan bir hareketi tanklara bağlamaya çalışmak, AKP’nin neo liberal poitikalarına ve nobranlığına da CHP’nin geleneksel devlet politikalarına de aynı anda mesafeli olan bir hareketi seçimlerde CHP’ye oy veren bir kitleye dönüştürme yolundaki gayretler, Gezi’nin polis müdahalesiyle dağılmasından sonra oluşan park forumlarında bu türden tartışmalarla harekete zaman kaybettirenler, hareketin geri çekilme hızını artırdı.
Kitlesel, özgürlükçü, antikapitalist
AKP, Gezi depremi sonrası artçı sarsıntılarla uğraşıyor. Devasa bir rüşvet ve yolsuzluk batağıyla meşgul. CHP, Gezi’nin sermayesini yemek için çabalıyor. Gezi direnişi ise AKP liberalizmiyle CHP tarzı siyasete aynı anda tepki gösteren, doğrudan eyleme dayanan bir hareketti. Kitlesel bir özgürlükçü muhalefet hareketi olarak, kitlesel, özgürlükçü, antikapitalist bir liderliğe duyulan ihtiyaçla tanımlanan bir hareketti. Bu nedenle, Gezi’yi provası olarak gören direnişe hazırlanmak, bu ihtiyaca bugünden yanıt vermek için hazırlanmakla eş anlamlı.