Tayfun Gürkaş
Aşağıda okuyacağınız yazı dokuz yıl önce yazılmış bir yüksek lisans tezinden üretildi. Tezin amacı Türkiye’de kamusal alan denince akla neden parkların geldiği ile ilgiliydi. Kamusal alan, çatışmanın mekânı olması gerekirken nasıl oluyordu da bu coğrafyada çatışmadan uzak bir sakinlik, dinginlik alanı oluyordu. Ana iddiam görünürlük meselesi idi. Ama bu görünürlükten kastettiğim mekânın üreticileri/kullanıcılarının daha fazla özgürlük talebi değil aksine, sıkı disipline edilmiş bir mekânda görevlerini doğru şekilde yerine getirmeleri ve bu sayede karşı tarafın gözünde onaylanmalarıydı. Gezi’nin yapımında yaklaşık 70 yıl sonra belki de ilk defa kullanıcılar parkı kamusal alana çevirdiler. Bunu kendilerini onaylatma isteği ile değil bizatihi farklılıklarını yüksek sesle dile getirerek, devlet otoritesini kabul ederek değil dışlayarak ve itaat ederek değil başkaldırarak başardılar.
Geç Osmanlı döneminde başlayan kentsel değişim, süreklilik gösterdiği kadar kesin bir kopuş da sergileyerek Erken Cumhuriyet döneminde devam etmiş ve devletin resmî politikası haline gelmiştir. Bunun en açık örneklerinden biri, politik ile sosyal olanın kesiştiği bir mekân olan park [1] alanlarının oluşturulmasında izlenebilir.
Cumhuriyet ideolojisinin, Türk’ün kendini tanımlama biçimini değiştirmeyi ve ona alternatif bir kimlik sunmayı amaçladığı bilinir. Uluslaşma ile sonuçlanacak süreçte bir İtalyan parlamenterin söylediği “İtalya’yı kurduk, şimdi sıra İtalyanlar’da” sözleri, Erken Cumhuriyet’in bürokratik burjuvazisi tarafından da bir ilke olarak kabul edilmiştir. Bir önceki siyasal dönemde, Geç Osmanlı’da, öncelikle devlet yapısını modernleştirmek için harcanan enerji, Erken Cumhuriyet’te “vatandaş” yaratmak ve ona modern bir kimlik kazandırmak için harcanmıştır. Devlet mekânları kullanır, mekânlarla simgelenir, mekân yaratır ve çevresine mesajlar iletir. Kamusal mekân da, iktidarın varlığını vatandaşına ileten, iktidarını meşrulaştıran bir araçtır. Bu nedenle Erken Cumhuriyet döneminde tasarlanan kamusal mekânları özerk mimarî yaratılar olarak düşünmek zordur. Parklar bu bağlamda egemen siyasal ilişkilerin doğal bir ürünüdür.
Devlet ve devletin erkini elinde toplayan kurumlar, devletin işlerliği ve güvenliğinden sorumlu aygıtlar, siyasî söylem merkezleri, yerel yönetimler, düşünsel çevre, benzeri seküler ve dinsel oluşumlar, gerçekte kentin nasıl olması gerektiğini ilan eden “güç merkezleri” olarak kenti biçimlendiren (ve anlamlandıran) asal varlıklardır. Asal varlıklar, salt nesnel olan mekânı ele alarak, kendi bilgi alanı içinden tanımlı hale getirmeye çalışmaktadır [2].
Bu bağlamda Cumhuriyet’in önemli mekân stratejilerinden biri, ülkeyi ulus-devletin mekânına iktidarının sembollerini taşıyan bir sahneye dönüştürmektir. Örneğin, Cumhuriyet’in kentsel sahnesi Ankara kurulurken, sürekli olarak bu kentin oynayacağı fiziksel ve sosyal rolden söz edilmekte ve bunun diğer kentlere örnek olacağından bahsedilmektedir. Bu kentsel sahnenin bir bileşeni olan Gençlik Parkı sözü edilen öncü rolü oynamış gibi görünmektedir. Yeşilin ve suyun parkın tasarımının iki temel öğesi olacağı söylenmektedir. Ankara gibi bir bozkır şehrinde bunlar simgesel öneme sahiptir. Atatürk Orman Çiftliği kurulurken de yinelenen “bozkırı cennete dönüştürme” iddiaları, Gençlik Parkı’nın da en önemli özelliğidir. Türkiye’de çoğu zaman bu iddiayla ortaya konan doğayı dönüştürme amacı, farklı argümanlarla da olsa, Barok dönemden bu yana Avrupa’da da modern siyasal gücün yansıma alanlarından biri olmuştur [3]. Ama durumun ilginç yanı, Gençlik Parkı’nı örnek alarak yapılan diğer çoğu önemli şehirlerdeki parkların da aynı iddiaları yinelemesi ve aynı öğeleri içermesidir. Örneğin, Antalya Karaalioğlu parkı veya Samsun parkı bu iddialarla yapılmış ve yine içlerinde büyük birer havuza yer verilmiştir. İnşaat faaliyetlerinin maliyeti göz önüne alındığında bunun basit bir tekrardan ibaret olmadığı görülüyor [4].
Toplumsal ideolojik hedefler ve gereksinimler ile onların uygulamadaki ifadesi arasındaki farklılık, Erken Cumhuriyet dönemi parklarına kendi özgül kimliğini vermiştir. Aslında, Geç Osmanlı’da da, Erken Cumhuriyet’te de parkın mimarîsi, tasarım sorunu olarak ele alınmamıştır. En azından bu tür bir kaygıya işaret eden bir belgeye ya da metne rastlanmamaktadır. Her iki dönemde de, ama özellikle Erken Cumhuriyet’te park, yukarıda verilen örnekten de anlaşılacağı gibi, öncelikle “varolması” amaçlanan ve dolayısıyla, mimarî ve kentsel anlamı ideolojik anlamının yanında ikinci planda kalan bir elemandır. Yönetim, mimarlığı araçsallaştırmış, ama onun nasıl bir mimarlık olacağı yönünde, doğal olarak, ideolojik anlamda işe yararlılığı dışında fazla düşünmemiştir. Bu nedenle, parkın “nasıl” olması gerektiği sorusundan çok, “nerede” olması gerektiği sorusu kafaları meşgul etmiştir. Çoğu zaman parkların şehir içindeki konumları Cumhuriyet kentinin imajını güçlendirecek şekilde seçilmiştir. Genellikle bunlar kentin tek ana caddesi üzerinde ve hükümet konağı ile içinde bir heykelin bulunduğu kent meydanının hemen yanında yer almaktadır. Ya da Ankara örneğinde olduğu gibi, Gençlik Parkı trenle kente gelenlerin göreceği ilk noktadadır. Bu sayede devletin kentsel imajının parkla yakından ilişkili olduğu söylenebilir.
Bu duruma bir başka ilginç örnek olarak şu verilebilir: Belediyeler Dergisi 1935 yılında il ve ilçe belediye örgütlerinden dergide yayınlanmak üzere birtakım bilgiler ister. İstenilen bu bilgilerin arasında belediye sınırları içinde bulunan parkların görsel malzemeleri de yer almaktadır. Dergi, daha sonraki sayılarında talebini yanıtlayan ve istenilen bilgileri gönderen belediyeleri tanıtmaktadır. Bunların içinde en ilgi çekicilerinden biri, Kars iline bağlı Çıldır ilçesi belediyesinin gönderdiği “kent parkı” resmidir. Parkın bütününü kapsayan bir açıdan çekilen fotoğrafta, etrafı parmaklıklarla çevrili parkın yaklaşık 5×5 metre olan boyutları dikkat çekicidir. Bunlar, Erken Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde kentsel öğelerin, yukarıdaki iddialara ne denli uygun tasavvur ve tahayyül edildiğini yeterince örnekler.
O yıllarda Anadolu’nun pek çok yerinde park yapılmıştır. Bunlar henüz çevrelerindeki doğal yeşil alandan kopmamış küçük Anadolu kenti sakinleri için somut işlevsel mekânlar değildir. Gerçek işlevleri; kamusal kent içi yeşil alan kavramını henüz tanımayan, bu doğrultuda bir gereksinme duymayan ve dolayısıyla da kullanmayan bir topluma, bu yeni Batılı gerçeği benimsetmek olarak belirlenmiştir [5]. Yani kentsel mekânı yeni ideolojisi doğrultusunda yeniden kurmaya koyulan bir ortamda, kamusal yeşil alan da daha büyük bir üst kurgu içinde kendine verilen rolü oynamıştır. Bu durum, yeşil alanı da sistemin diğer birçok yapısı gibi, kullanıcısının “ideolojik talim alanı” haline getirmiştir. Bununla kastedilen şu: Uzunca bir süre parklar rekreasyon ihtiyacını değil, görünürlük ihtiyacını karşılamıştır. Bu görünürlük problemi ikili yönüyle düşünülebilir: İlkinde, devlet yeni ve modern mekânında “modern vatandaşını” sergilemiş, böylece kendisini de modern imajı ile görünür kılmıştır. İkincisinde, kullanıcı/modern vatandaş, bu kentsel sahneye çıkıp onu kullanarak modern etiketini hem devlete, hem de diğer aktörlere ifşa etmiş, böylece kendini devlete ve diğerlerine görünür kılmış ve onaylatmıştır.
Kuşkusuz Erken Cumhuriyet’in siyasal sistemi, tümüyle bu kültürel politikalara indirgenemez. Sistemin kendini düşünme, hissetme ve sunma tarzını belirleyen unsurların arasında ve uygulamada bu politikaları aşan, onlarla çelişen toplumsal öğeler de önemli yer tutar. Örneğin, sistemdeki mevcut kültürel modellerin, politikayı belirleyici unsurlar olarak, yeni anlamlar ve biçimler yüklenerek tekrarlanması yoluyla yeniden kullanıma girdiğini öne sürmek yanlış olmayacaktır.
Bu durum, Belediyeler Dergisi’nin bir sayısında, “Uraylar’da Spor/Halk Oyun Parkları” başlıklı yazıda şu şekilde ifade edilmiştir: “Eski zamanların bazı istisnalara rağmen birçok parkları yalnız birer süs ve haşmet şeklinde olup o zamanki cemiyetin pek ufak bir kısmını tatmin ediyordu. Bu şekil o zamanın birçok kimselerinin bir kişiye kendini beğendirmek hırsına ve maddî menfaatine uygun düşerdi. Fakat hakimiyetin bir kişiden cemiyetin başka kısımlarına geçmesi ve diğer halk kitlesinin de aynı haklara malik olması keyfiyeti kendini parklarda da gösterdi. Bunların esasını ve aslını kökünden değiştirdi. Parklar artık bu tarihî dönüm noktasından sonra süslü ve haşmetli fakat faydasız bir mevcudiyet değil, aksine olarak halka verildikleri günden itibaren millete faydalı bir vasıta olarak hakiki ve daimi bir kıymet kazandılar. İnsanları kazanma hırsının pençesinden kurtarmak kolay ve basit bir şey değildir. Ev ihtiyacı yine ikamet etmek ve yaşamak ihtiyaçlarına tefabuk ettiği zaman istikbale daha emniyetle bakılabileceğini iddiaya kalkmak, hakikati inkara ve imkanı olmayan şeylere temayül etmekle birdir. İnsanla tabiatın bir araya geleceği tek bir vasıta ve şekil vardır ki o da halkoyun parklarıdır. Bir evvelki neslin kendi halkından hesap vermemek üzere ve haksız bir surette aldığı şeyler, geçmiş tarihte emsali bulunmaz bir şekilde ve zamanın bütün ihtiyaçlarına muvafık surette halkın emrine verilmelidir. Denebilir ki halk oyun parklarına malikiyetle zamanımızın yüksekliği ile mütenasip bir abide kurulmuş olacaktı.” [6]
Yazı, parkların devrim sonrası siyasî söylemde nasıl araçsallaştırıldığını örneklemesi açısından ilginç. Yönetim, mimarlıktan ideolojik bir araç olarak faydalanmakta ve mekân/park, iktidarın varlığını örtük ya da açık taşıyan bir propaganda aracı olarak kullanılmaktadır.
İlhan Tekeli’ye göre mimarlık, bir disiplin ve meslek olmanın ötesinde, içerdiği “rasyonel yapı veya inşa faaliyetleri” çağrışımlarıyla modernlik projesinin belki de en güçlü metaforunu oluşturmaktadır [7]. Dönemin dergilerinde çıkan bir yazıdaki, “Eski devirlerin kiracı hükümet zihniyeti, Cumhuriyet devrinde tabiatı ile devam edemezdi. Bugün yurdun her köşesinde birçok hükümet konakları, hastaneler, postaneler, müesseseler yapılmaktadır. Türkiye haritası göz önüne getirilirse yapılmakta olan demiryollarıyla şoseleri ile, köprüleri ile, fabrikaları ile, binaları ile yurdu büyük bir inşaat şantiyesi şeklinde görmemek mümkün değildir. Bu büyük şantiyenin iyi disiplin altında yürümesi elzemdir. Bir yapı; su, kalorifer, zil, telefon, sıhhi ve elektrik tesisatları ile adeta bir makine demektir. Bunların herhangi birisinin noksan veya fena yapılmış olması halinde makine durmak, işlememek zaruretinde kalır” [8] ifadesinde, yeşil alanlar da araçsallaştırılıp ideolojik kurgunun bir bileşeni olarak kentsel sahnede yerini almıştır. Çünkü ideolojiyi görselleştirdiği oranda parklar, kullanım değerleri açısından değil, ilettikleri mesajlar açısından önem kazanır.
Erken Cumhuriyet’te, sağlıklı olmak, gençlik, spor gibi söylemlerin üzerinde, “asrileşmenin” bir şartı olarak, önemle durulmuştur. Dönemin diğer milliyetçi iktidarlarında, özellikle de İtalya ve Almanya’da olduğu gibi, Erken Cumhuriyet kültürüne de güçlü bir gençlik ve sağlık kültü nüfuz etmiştir [9]. Sağlıklı bedenlere sahip olmak, sporda başarılı olmak bir Cumhuriyet tutkusudur ve millî bir söylem içinde ele alınmıştır. Gençlik ve Spor Bayramı, stadyumlar veya bu tutkunun en belirgin ifadesi olan Gençlik Parkı’nın ismi de bu durumu örneklemektedir. Yeşil alanların işlevleri, Cumhuriyet aydınının ideolojik tutumuyla örtüştürecek niteliktedir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara romanında şu sözlere yer vermiştir: “Şimdikiler böyle mi? Yeni kıymetlere göre teşekkül eden bu cemiyet içinde artık fenalığa kendiliğinden yer kalmamıştır. Çünki, en ziyade muhayyelenin ve binaenaleyh tembelliğin, işsizliğin, ne yapacağını bilmemezliğin, yürek sıkıntısının mahsulü olan bu kötülük, bu açlık, aydınlık, havadar ve dinamik muhitte filiz sürmeden kuruyup gidiyor. Demin buradan çıkıp giden kızın birtakım hayaller kurmağa vakti var mı, sabahtan akşama kadar her saati bir meşguliyetle doludur ve sportun rasyonel usulleri sayesinde onun bünyesi gibi ahlakı da sıhhatli ve faziletli bir inkişafa doğru feyz alıp gitmektedir.” [10]
Kendini topluma karşı bir misyon yüklenmiş olarak gören Cumhuriyet kadrolarının pozitivist aydınlanmacı tutumu, topluma önderlik etme rollerini meşrulaştırmakta ve bu rolü kentsel sahneyi düzenleme faaliyetleri ile pekiştirmektedir. Kadrolar, kamusal sorumluluklarını hâlâ bir yüzyıl önceki alışkanlıkları ile yerine getirmekte, bunu toplum mühendisi sıfatı ile yapmaktadır. Sonuçta parklar bu kez de başka bir tutumun/iddianın sahnesi olmaktadır. Buna örnek olarak 1936 yılında İzmir’de Kültür Park’ın yapımı gösterilebilir. Dönemin belediye başkanı Behçet Uz, Kültür Park için “halk üniversitesi” olduğu iddiasını ortaya atmıştır. Neredeyse gölgede kalan rekreasyon işlevinin yanında baskın olan, kullanıcılarının entelektüel gelişimidir. Kültür Park’ta somutlaşan bu iddialar yine Erken Cumhuriyet ideolojisinin kitleleri eğitme, yetiştirme kaygıları ile bağlantılı olarak yorumlanabilir [11]. Zaten parkın örnek alındığı model için Moskova’daki aynı adlı parkların seçildiği [12] düşünülürse, bu toplumsal iddianın ne denli güçlü olduğu ortaya çıkar.
Yeşil alan öncelikle devletin kamusal alanda görünme ihtiyacını gidermiştir. Hatta bu görünürlük problemi devletin kamusal alanları üretmesinin ana nedeni olmuştur. Erken Cumhuriyet döneminde yerli burjuvazi Avrupa’dakine benzer bir süreçten geçmediği ve henüz devletten soyutlanamadığı için, kamusal alanlar devlet-dışı varolma olanağı bulamamıştır. Dahası bu alanlar, tam da bu durumdan ötürü devletin kendi imgesini ve amaçladığı vatandaş tipini yaratmada önemli roller üstlenmiştir. Onaylanmayanın görünürlük kazanamadığı bu mekânlar sayesinde Erken Cumhuriyet bürokratı hem kendi yönetici gücünü büyük oranda sergilemiş, hem de kendi iktidarını yeniden üretmiştir.
Bu yazı daha önce Aralık 2004 tarihli Arredamento Mimarlık dergisinde yayımlanmıştır.
Notlar:
1 B. Batuman, “Cumhuriyetin Kamusal Mekânı Olarak Kızılay Meydanı”, Ankara’nın Kamusal Yüzleri, ed. Güven Arif Sargın, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002.
2 G.A. Sargın, “Kentsel Mekânı Siyaseten Tüketmek: Şiddet, Direniş ve Dönüştürme Üstüne”, Arredamento Mimarlık, sayı:2001/04.
3 V. Scully, Architecture: The Natural And The Manmade, St. Martin’s Press, Londra, 1991.
4 Z.S. Uludağ, The Social Construction of Meaning in Landscape Architecture: A Case Study of Gençlik Parkı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, ODTÜ, Ankara, 1998.
5 U. Tanyeli, “Çağdaş İzmir’in Mimarlık Serüveni”, Üç İzmir, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1992.
6 “Uraylar’da Spor/ Halk Oyun Parkları”, Belediyeler Dergisi, Ankara, Ağustos 1935.
7 İ. Tekeli, “Bir Modernleşme Projesi Olarak Türkiye’de Kent Planlaması”, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, ed. Sibel Bozdoğan, Reşat Kasaba, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998.
8 Bayındırlık İşleri Dergisi, Ankara, Eylül 1936.
9 S. Bozdoğan, Modernizm ve Ulusun İnşası: Erken Cumhuriyet Türkiye’nde Mimari Kültür, Metis Yayınları, İstanbul, 2002.
10 Y.K. Karaosmanoğlu, Ankara, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001.
11 U. Tanyeli, a.g.e.
12 E. Serçe, “İzmir’de Eğlence Üzerine”, Tepekule Tarih Dergisi, 2000, sayı 2.