No Sochi Belgeseli yönetmeni ile söyleşi
“No Sochi!” belgeseli, üstü itinayla örtülmüş bir trajedinin ifşaasıdır. Kafkasya coğrafyasında 1864 yılında çok büyük acılar yaşandı. Çerkesler yıllarca sürecek bir kıyım ve sürgünle anavatanlarından kopartıldı. Soçi’nin yerli halkı Ubıhlar ise artık yok. Diasporada çok az Ubıh var ve dilleri yok olmak üzere.
Benim özsularıma karışan, Karadeniz’in karanlık sularında yitip giden bir halkın acısıdır. O halk benim ana damarlarımdan biridir. Anne tarafından Çeçen’im, dolayısıyla No Sochi! belgeselinin hikâyesi benim hikâyemdir.
Çocukluk anılarımda akordiyon sesi var, notalara basan tuşların ahenkli vuruşları… Sanırım beni o limana götüren bu ezgidir. Anneannemi, rengârenk çiçek desenli önlüğü belinde, oklavayla hamur açarken hatırlıyorum. Ocakta kuzu eti haşlanıyor, ben minik ellerimle sarımsak soyuyorum. Salonda açık olan televizyondan bir ezgi mutfağa sokuluyor. Anneannem oklavayı bırakıp salona gidiyor, ben de arkasından. Televizyonda Kafkas Halk Dansları topluluğu gösteri yapıyor. Otantik kıyafetler içinde genç kızlar parmak uçlarında periler gibi süzülüyor, erkekler uzun deri çizmeleri, belinde kamalarıyla hünerde yarışıyor. Anneannem unlu elleri kucağında, neşeyle “Bak,” diyor, “Çerkes onlar. Biz de Çerkes’iz, aslını asla unutma.” Gösteri bitiyor, işimizin başına dönüyoruz.
Çerkes kadınların akordion çalması adettendir. Anneannem de çalar; kâh keyfinden kâh kederinden, çeyizlik dantel gibi sarıp sakladığı Hohner marka akordiyonunu sandıktan çıkardı mı bana evde bayram olurdu. Anneannem köyden gelin olup çıktığında, anılarının yanında atalarının ezgilerini de beraberinde getirmişti.
Bir de sessiz harf dizinininde tek sesli harfi ‘o’ imiş gibi duyduğum, gırtlaktan telaffuz edilen ama Fransızca’yla hiç bir melodik yakınlığı olmayan ‘Anneannemin lisanı’ var. Anneannem köyde yaşayan kızkardeşine telefonda anlamadığım bir dilde neşeli, hüzünlü, hasret yüklü cümleler kurarken bana kelimelerin vurgusundan, duygusundan tahminler yürütüp konuştuklarını anlıyormuşum gibi bilgiçlik taslamak düşerdi.
Aradan yıllar geçti. Annem, doğum yerim Almanya’dan beni büyüteceği İstanbul’a taşınırken valizinde Elvis Presley, Frank Sinatra plakları vardı, akordiyonlu ezgiler anneannemle beraber Almanya’nın bir küçük şehrinde kalmıştı. Çerkeslere dair uzun yıllar tek bildiğim şundan ibaretti: kendilerine has dilleri var, kadınları akordiyon çalar, hamur, et ve sarımsakla yaptıkları ‘gınnış’ dünyanın en lezzetli yemeğidir!
“No Sochi!” belgeseli çocukluk anılarımın kıyısıdır bu anlamda.