Bedenin Terbiyesi: İmralı Cezaevi
Levent Geçkalan
‘İktidar’ın (bir kavram olarak) beden üzerindeki politikaları, çokça tartışılan bir konu. Yirminci yüzyılın önemli düşünürlerinden olan Michel Foucault, iktidarın (özellikle hapishaneler aracılığıyla) bedeni nasıl terbiye ettiğine dair önemli metinler ortaya koymuştur.
Foucault’ya göre iktidar, bedeni siyasal alanın içerisine hapsederek kuşatmakta, terbiye etmekte, bedene doğrudan müdahalelerde bulunmaktadır. Bedenin iktidar tarafından kuşatılmasının nedeni, bedenin üretim gücünden kaynaklanmaktadır.[1]
Foucault, iktidarın kendisine yönelik tehditleri önceden saptayıp dönüştürme ve ıslah etme yoluyla sistemle bütünleştirmeye çalıştığını ifade eder. Bunun yolu da hapishanelerden geçer.[2] Hapishaneler, iktidarın bedeni terbiye ettiği mekânlardan biridir.
Foucault, hapishanelerin iktidarın üç temel amacına göre işlediğini belirtir: 1. Disiplin tekniklerinin maksimum düzeyde işlemesini sağlamak; 2. Cezalandırma tekniklerini verimli hale getirerek ekonomik açıdan düşük maliyet sağlamak; 3. Geliştirilen tekniklerin okul, hastane, fabrika, ordu ve diğer sosyal yapılara kanalize etmek.[3]
Sıhhî ve havadar bir hapishane
Foucault’nun iktidar/beden/hapishane denkleminin, erken Cumhuriyet döneminde de geçerli olduğunu söylemek mümkün. Dönemin Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nun desteğini arkasına alan Mutahhar Şerif Başoğlu, İmralı’nın yapılanmasında önemli bir yere sahiptir. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden birincilikle mezun olan Başoğlu, Hapishaneler Genel Müdürü olmadan önce, bir müddet Türkiye’nin hapishane problemleriyle ilgilenmiş, hapishane yöntemlerini incelemesi için İsviçre, Belçika ve belirli Balkan ülkelerine gönderilerek araştırmalarda bulunmuştu.[4]
Başoğlu’nun ilk deney yeri İmralı’ydı. İmralı, mahkûm emeğinin üretken bir şekilde kullanılmasını amaçlayan ilk cezaevlerinden biriydi.[5] Cumhuriyet’in ilk on yılında neler yapıldığını anlatan T.C.’nin 10. Yılı Rehberi adlı eserde şu cümleler yer alır:
“Hapishanelerdeki hasta ve veremli mahkûmların sıhhî vaziyetlerini düzeltebilmek için münasip bir adada sıhhî ve havadar bir hapishane tesisi düşünülmüş ve bunun için Marmara Amirali [İmralı ] adasının hapishaneler idaresine verilmesi için teşebbüslerde bulunulmuştur.”[6] İlgili eserde, İmralı adasında bir cezaevi kurulması için çalışmalara başlanıldığı, cezaevinde mahkûmları toprakla meşgul edecek ziraî koloniler oluşturulacağı ifade edilir. Böylece beden terbiye edilerek, mahkûm emeği üretken bir şekilde ve amaçla kullanılacaktır.
İstanbul ve Bursa cezaevlerinden seçilmiş 50 mahkûmun adaya nakledilmesiyle birlikte İmralı, 8 Kasım 1935 tarihinde hizmete girmişti.[7] Açılmasıyla birlikte, İmralı’dan övgülerle bahseden birçok yayın hazırlanır. Bunlardan biri de 1936 tarihli La Turquie Kemaliste dergisinde[8] yer alan “The Spirit of İmralı” [İmralı’nın Ruhu] adlı yazıydı. Burada önemli bir anekdot vermek gerekiyor: 1933-1937 yılları arasında Matbuat Umum Müdürlüğü’nün başında bulunan Vedat Nedim Tör öncülüğünde çıkartılan La Turquie Kemaliste,[9] Cumhuriyet’in resmî propaganda yayınıydı. Dergi, yeni Türkiye’nin ve yeni ulusun ‘şarklılıktan (özellikle Osmanlı geçmişinden) kurtulmak’taki başarısını uluslararası kamuoyuna duyurmak amacını taşıyordu.[10] Dergideki ilgili yazıya çeşitli fotoğraflar da eşlik etmekteydi. Böylece cezaevi ve mahkûmlar, fotoğraflar eşliğinde uluslararası kamuoyuna takdim ediliyor, İmralı gibi bir örnekle cezaevleri modernleşmenin simgesi olarak sunuluyordu. Anlaşılıyor ki İmralı, diğer cezaevlerinden farklı olarak, hem infaz rejiminin hem de hapishanelerin modernlik göstergesi olduğunu bilen Cumhuriyet rejiminin en nadide örneği, vitrinin en ışıltılı ürünüydü.
İlgili yazıdaki şu cümleler önemli bakış açısı sunmaktadır: “8 Kasım 1935, Türkiye’nin modernleşme tarihinde hatırlanmaya değer bir gündür… umarım İmralı’daki arkadaşlarımın hiç biri en büyük ve en etkili başarılarının İmralı’nın ruhu olduğunu söylersem buna kızmaz. Bu ruh en iyi, İmralı’nın bir hapishane değil de bir topluluk olduğunu söyleyerek tarif edilebilir… İmralı’da çelişkili bir ortam ve güç gösterisi yoktur. Bundan emin olmak için, oldukça kesin ve katı bir şekilde programa ve mükemmel disipline bağlılık var ancak bu, düzenli aynı zamanda çalışkan bir topluluğun disiplini ve programıdır [vurgular bana ait].”
İmralının İnsanları
Tör, ilk icraatlarından olan La Turquie Kemaliste dergisini çıkardıktan sonra İmralının İnsanları[11] adlı bir tiyatro oyunu yazmıştı. Oyunda, bireysel ve toplumsal sorumluluk teması öne çıkarılmaktadır. İmralı adeta metamorfoz mekânı olarak sunulur. Oyunun sonunda bir mahkûm ile hapishane müdürü arasında şu diyalog geçer: “Mahkûm: … bir sene önceki ben değilim. İşte İmralı’nın sırrı! Hepimiz bu sırra erdik. Hepimiz bundan bir sene önceki adamlar değiliz. Ben aynaya bakınca, yüzümün değiştiğini görüyorum… Hapishane Müdürü: Hepinizin kilosu arttı. Renginiz tunçlaştı. Gözleriniz canlandı. Dipdiri, dimdik, sapsağlam, şen ve keyifli insanlar oldunuz.”
Burada yine Foucault akla gelir. Foucault hapishanelerin, cezalandırma ve şiddet uygulamalarından çok bireylerin bedenlerini ve eylemlerini en etkili biçimde dönüştürmenin yollarını arayan deney laboratuarları olduğunu belirtir. Hapishane, bedeni yeniden terbiye ederken aynı zamanda itaatkâr hale getirir.[12]
11 Mayıs 2012 tarihinde Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile 12 gazetecinin Silivri Cezaevi’ni gezmesi üzerine Nedim Şener’in yazısında kullandığı “Cezaevleri ancak faşizmde övülür”[13] söylemini hatırladığımızda, erken Cumhuriyet dönemine ait “The Spirit of Imralı” ve İmralının İnsanları adlı kaynaklar daha da ilginç hale geliyor. İlgili kaynaklar Cumhuriyet’in erken dönemlerinde de, hapishanelerin övüldüğünü, hapishaneler aracılığıyla yapılan, beden üzerindeki hâkimiyet kurgusunun o dönemde de var olduğunu göstererek bu söylemi tersyüz ediyor.
[1] Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu, İmge Kitapevi, Ankara 1992, s. 31.
[2] Gülbanu Altunok, “Şiddetin Eleştirisi Olarak İktidar: Arent ve Foucault”, Doğu Batı, Sayı 43 (Şiddet), Kasım-Aralık-Ocak 2007-2008, s. 67.
[3] Michel Foucault, Discipline and Punish: The Birth of the Prison, Penguin Books, London 1991, s. 218.
[4] “The Spirit of İmralı”, La Turquie Kemaliste, No. 16, December, 1936, s. 14.
[5] Daha ayrılı bir çalışma için bkz. Ali Sipahi, The Labor-Based Prisons in Turkey, 1933-1953, Boğaziçi Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006.
[6] T.C.’nin 10. Yılı Rehberi: 1923-1933, Hakimiyeti Milliye Matbaası, Ankara 1933, s. 35.
[7] Ali Sipahi, “İmralı Cezaevi’nin Tarihi”, Toplum ve Kuram, Sayı 8, Bahar 2013, s. 113.
[8] Derginin esas dili Fransızca olmakla birlikte zaman zaman Almanca ve İngilizce basılmıştır. Dergi 1934-1948 yılları arasında toplamda 49 sayı olarak yayımlanır.
[9] Nezih Başgelen – Gökhan Akçura, “La Turquie Kemaliste’in Öyküsü”, Atatürk Döneminde Yeni Türkiye Yeni İnsan, yay. haz. Nezih Başgelen – Gökhan Akçura, Ray Sigorta Yayını, İstanbul 1998, s. 24.
[10] Sibel Bozdoğan, Modernizm ve Ulusun İnşası, Metis Yayınları, İstanbul 2002, s. 77.
[11] Vedat Nedim Tör, İmralının İnsanları, Zerbamat Basımevi, [t.y., y.y.].
[12] Michel Foucault, Hapishanenin…, s. 291.
[13] Nedim Şener, “Silivri’den reklamları izlediniz!”, Posta Gazetesi, 16 Mayıs 2012.