Baha Coşkun
İslam ilahiyatına ve İslam şeriatına yönelik eleştiriler İslamiyet’in ilk yıllarına kadar uzanır. Abbasi İmparatorluğu’nun ilahiyat ve şeriatı bir imparatorluk ideolojisi haline getirmesiyle bu eleştiriler artar. Selçuklu ve Osmanlı’da da bu eleştiri güçlü bir gelenektir.
Bu kadim eleştiri ile, Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesi üzerine eski Osmanlı topraklarında kurulan irili ufaklı ulus devletlerin milliyetçi/laiklerinin eleştirilerinin hiçbir ortak temeli, vasfı ve amacı yoktur.
Türk milliyetçi/laiklerinde, Tunus’tan Irak’a Arap milliyetçi/laiklerinde, Ermeni, Rum, Yahudi milliyetçi/laiklerinde, yani Osmanlı’nın modernleşen her etnisite ve dinden küçük burjuvazisinde ortak olan bu yeni tür eleştiri bazen irrasyonel bir nefret biçimini alır.
İtibarsızlaştırma
İslam ilahiyatı ve şeriatına yönelik Kadim Eleştiri güçlü ekonomi-politik, kültürel, felsefî temellere dayanır, İslam toplumu içerisindeki sınıf savaşını ideolojik düzeyde yeniden üretir.
Modern Eleştiri ise kapitalizmin reel politik amaçları ile ilgilidir. Kapitalizm, sömürgecilik evresinde, kadim dünyanın manevî entelektüel silahlarını yok etmek için Hıristiyanlığı kullanmıştır. Sömürgecilik, kızılderilileri, siyahları, Uzakdoğuluları vs. Hıristiyanlaştırmış, onları geleneksel kültür ve ideolojilerinin geri, kaba, ilkel olduğuna inandırmış, inandıramadıklarını katletmiş ve yönetme, yani efendilik hakkını fiziken modern silahlarla, manen de Hıristiyanlık’la idame ettirmiştir.
Kapitalizmin emperyalizm evresinde Hıristiyanlaştırmaya yer yer devam edilmiş olmakla beraber, kadim dünyanın kültür ve ideolojilerinin itibarsızlaştırılması, halkların ve ülkelerin manevî güçlerini kaybederek kapitalizmin hammadde/pazar ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirilebilmeleri operasyonu esas itibarıyla modern pozitif bilim, aydınlanma, Rönesans reform değerlerinin bağımlı ülkelerin küçük burjuvazilerine zerk edilmesi suretiyle inşa edilmiştir. Efendilik hakkı, yönetme hakkı fiziken modern silahlarla, manen ise bir hiper-din haline getirilen pozitif bilim, pozitif felsefe ile idame ettirilmiştir.
Petrolü yönetilebilir kılmak
Bu ülkeler ve halklar, eski vatanlarının ancak çok küçük bir kesimine vatan demek, düşman olarak emperyalist güçleri değil dünkü komşuları olan birbirlerini görmek, iç savaşlarını kendi halklarına dış savaş olarak takdim etmek, emperyalistlerin yazdığı bir histografyayı dünya histografyası ve kendi histografyaları olarak görmek, Osmanlı özelinde söyleyecek olursak emperyalistlerin petrolü yönetilebilir kılma amacına halel getirmemek şartıyla her şeyi yapmakta serbest bıraktığı diktatörlükler altında yönetilmek durumunda kalmışlardır.
Eski Osmanlı topraklarında emperyalizmin temel amacı petrolü yönetilebilir halde tutmaktır. Bunun için en fanatik dinsel akımları, en bağnaz kabileleri de kullandığı olmuştur. Ama statükonun orijininde kullandığı temel figür kolayca birbirine düşman haline getirebildiği milliyetçi/laiklerdir. Her etnisiteden ve her dinden milliyetçi/laikler İslam’ın geri, yobaz, kaba, ilkel olduğu konusunda hemfikir hale getirilmiştir.
Emperyalizm Türkmenlerin, Arapların ve Kürtlerin gönüllü birliklerini en önemli sorun olarak görmüş, bu birliğin ideolojik simgesi olarak gördüğü İslam dinine karşı bir nefret ideolojisi geliştirmiş, böylece medenileştirme, yönetme hakkı ve görevi meşrulaştırılmıştır.
“Kalpsiz dünyanın kalbi”
Avrupa’daki Hıristiyanlık eleştirisi Marx’ın ifadesiyle felsefî ve politik ateizm olarak iki kulvarda cereyan etmiştir. Marx, Bismarck’ın “laisizmine”, yani dine karşı açtığı vandalist savaşa karşı çıkarak, Bismarck’ın felsefî ateizm yaptığını, “kalpsiz dünya” ile değil, “kalpsiz dünyanın kalbi” ile barbarca uğraştığını, kendisinin ise felsefî değil, politik ateist olduğunu, yani mücadelesinin mülk sahibi sınıfların ideolojik bir silahına indirgenmiş kilise ile, yani “kalpsiz dünyanın kalbi” ile değil “kalpsiz dünya” ile olduğunu belirtmiştir. Latin Amerika’daki Kurtuluş Teolojisi, Sandinistlerin İçişleri Bakanı’nın papaz olması bu çizgi ile alakalıdır.
Ancak felsefî ateizm de temel argümanlarını örneğin Protestanlığın kurucularından Calvin’in dinsel muhaliflerini hafif ateşte kebap ettirmesi veya Hıristiyan Haçlıların herkesçe malum vahşeti üzerine kurmamıştır. Bu türden canavarlık örnekleriyle bir ideolojik sistemin tamamını temsil etmek iddiasında bulunmak, aşağılık komplekslerini rasyonel bir oto-kritik sanan sömürge aydınlarına özgüdür.
Unutmamak gerekir ki, İttihat ve Terakki’de olan ve fakat İslam’da, Türkmen etnik kimliğinde, Osmanlı kimliğinde olmayan bir “şey” vardır. Eğer bu şey Türkmen de, Müslüman da, Osmanlı da olsaydı 1915’te Anadolu’da soykırıma kurban edilecek tek bir Ermeni bulunamazdı. Altı yüzyıl boyunca soykırım zaten yapılmış olurdu. Bu “şey” soykırımın, Ağrı’nın, Dersim’in, mübadelenin, 1934 Trakya’sının, Pontus’ta olup bitenlerin sebebidir.
Modern İslam, yani esas itibarıyla kendisini ulus, ulus-devlet gibi kavramlarla oluşan bir çerçeve ve mitoloji içerisinde ifade eden milliyetçi İslam ise, kadim tüm zihniyetlere olduğu gibi İslam zihniyetine uzak ve modern ideolojilere yakındır. Esas olarak neo-liberal bir burjuva hareketi olan, İslam’ı bir halkla ilişkiler performansı olarak kullanan AKP gibi partileri ise değerlendirmek bile gereksizdir.