Ceyda Akaş Kabadayı
Guy Debord’un Shakespeare merakı ne düzeydeydi bilmiyoruz ama International Situationiste’in kurucusunun 45 yıl önce kaleme aldığı “Gösteri Toplumu” tüm şiddetiyle sahnelenmeye devam ediyor.
Tüm siyasî fikirler, kalıcı olabilmek için beslenmeye ihtiyaç duyar. İnsanın içine işlemediğinde, gündelik hayatının bir parçası olmadığında, yani edebiyatla, felsefeyle, mimarîyle, sinemayla, fotoğrafla, müzikle, resimle desteklenmediği sürece yeterli güce ulaşamıyor. Bir fikir olmaktan çıkıp yaşaması, ete kemiğe bürünmesi gerekiyor. Thomas More, Campanella, Daniel Defoe, Jonathan Swift, Fourier gibi ütopistleri okumadan, Platon’dan, Rus avangardından bihaber , Marseillaise’in öyküsünü bilmeden, Novecento’yu anlamadan, Wagner dinlemeden faşizmin lanet gücünü ya da sosyalizmin değerlerini kavramak, sağlıklı ve kalıcı bir düşünce sistemi oluşturmak zor. Bu sağlanmadığında, bir açıkhava sosyoloji laboratuarı olan Türkiye’de sosyal, siyasî ve sanatsal örneklerini her gün gördüğümüz anakronik durumlar yaşanıyor, ivmeden ve tarihten yoksun, dolayısıyla doğal ortamında gelişmemiş eciş bücüş embriyolar dolduruyor ortalığı.
Disiplinlerin birbirini desteklediği bu sarmal yapının binlerce önemli isminden biri de, sınıf toplumu ve pazar hegemonyasını ele aldığı yapıtı Gösteri Toplumu ile derin etkiler bırakan marksist, yönetmen, yazar, International Situationiste’in kurucusu Guy Debord.
Debord’un düşüncesinin oluşumunda da bir estetik akımın olması oldukça manidar: 1945 yılında kuruculuğunu ekonomist, şair, sinemacı, ressam İsidore İsou’nun yaptığı Lettrisme. Lettrisme bir edebiyat akımı, ‘lettre’ fransızca harf anlamına geliyor, lettrisme de harfçilik, şiiri kelimelerden çok harflerle ilişkilendiren, harflerin seslerinin ön planda tutulduğu, şiirin müzikal yapısını ele alan bir anlayış.
Siyasî sanatçılar
Debord, 1952 yılında İsou’nun Cannes Film Festivali’nde büyük skandal yaratan filmini seyrettikten sonra Lettriste’lerle bağlantı kurar. Dönem tarih itibarıyla da ilgi çekicidir, savaşın ardından ortalıkta siyasî fikirlerini savunan birçok yazar ve sanatçı bulunur. Bir yanda Fransız Komünist Partisi üyeleri Aragon, Sartre, Picasso. Öte yanda daha Troçki’ye yakın duran Andre Bréton, Benjamin Peret. Bir yanda liberal demokratlar Mauriac, Malraux. Öte yanda bağımsızlıklarını ilan etmiş Albert Camus, Boris Vian. (İnsan özenmeden edemiyor: Batıcılık belki, ama tüm bu isimler ve daha onlarcası yarattıkları eserlerle tüm dünyada hâlâ tanınan, hâlâ en çok bilinen yazar ve sanatçılar. Yaratıcı kişinin öyle ya da böyle hangisi olduğunun önemi yok aslında, siyasî tavrının olması ve bunu bağıra çağıra dile getirmesi, sanat-felsefe-edebiyatla siyasetin bir bütün olduğu zaman ne kadar anlam kazandığının en iyi göstergesi herhalde).
Debord’a dönersek, seyrettiği filmin etkisiyle Lettriste’lerle tanışıyor ve önce yönetmenliğe başlıyor: Hurlements en faveur de Sade. (www.ubu.com adresinde Debord’un filmlerinin yanı sıra inanılmaz bir arşivle karşılaşmak mümkün, her türlü ses ve görüntü ücretsiz indiriliyor, inanılmaz bir hazine).
Potlatch efsaneleri
Debord 1952 yılında daha sonra International Situationiste’i oluşturacak devrimci marksist International Lettriste’i kuruluyor. Bunu 1954’te, yine daha sonra International Situationiste’in teorik alt yapısının oluşturulduğu kolektif yeni bir uygarlığın duyurusunun yapıldığı dergi Potlatch izliyor.
Potlatch, beş yüz adet basılan, bedava dağıtılan, bağışlar üzerine kurulu, işçi sınıfının yükselmesini amaçlayan, dönem için bile oldukça aykırı ve neredeyse tehlikeli (!) bir dergi. Gizli bir dernek gibi yürütülen dergiden birçok kişi öldürülüyor ya da aklını yitiriyor. Örneğin sitüasyonistlerin gelecekte kendi kurdukları şehirlerin mimarî yapısını oluşturan ve Gilles İvain ismiyle bilinen İvan Chtcheglov, oldukça ilginç bir karakter. Oturduğu evin yanında bulunan bir şantiyeden aldığı dinamitlerle Eyfel Kulesi’ni bombalamaya giderken yakalanıyor ve karısı tarafından akıl hastanesine yatırılıyor. Guy Debord’un sadece bir yıl içinde tüm planları bitirdiğini söylediği İvain, bu hastanede beş yıl boyunca elektro şok tedavisi görüyor.
Debord’un birçok filminin asistanlığını yapan ve 9 Nisan 1950’de paskalya gününde Notre Dame Skandalı olarak tarihe geçen olayda yer alan dört kişiden biri olan Ghislain Desnoyers de Marbraix çözülemeyen bir şekilde saldırıya uğruyor ve hayatını kaybediyor. (Notre Dame Skandalında, yine Lettriste olan Serge Berna’nın kaleme aldığı tanrının ölümü hakkında küfür dolu bir yazı rahip kılığına girmiş bir diğer grup üyesi tarafından yüksek rütbeli papazların karşısında paskalya ayini esnasında kürsüden vaaz olarak okunuyor ve o tarihte çok ses getiriyor). Zaman içinde bu ve benzeri olaylar Debord’un kaleminden destansı bir şekilde aktarılıyor, bu aynı zamanda Seine sokağında duvara yazılan ve mitleşen ünlü “Ne travaillez jamais” (hiçbir zaman çalışmayın) sloganının doğduğu dönem.
International Situationiste yayında
İşte bu sırada gruba çok önemli bir isim dahil oluyor: Asger Jorn. Avant garde sanat akımı CoBrA’nın kurucularından olan bu Danimarkalı, London Psychogeographical Association’a (Londra Psikocoğrafya Derneği) da destek veriyor. Bu dernek Ralf Rumney tarafından İtalya’da küçük bir şehir olan Cosio d’Arroscia’da kurulmuştu, ki burası aynı zamanda 1957’de International Situationiste’in doğum yeri oluyor. İlk üyeler de Rumney ve mimar-ressam Constant.
Jorg daha sonra gruptan ayrılmış olsa da Debord’la ilişkisini hiçbir zaman kesmiyor. Beraber iki kitaba imza atıyorlar (Fin de Copenhague ve Debord’un Anılar’ı). Constant ise sitüasyonistler içinde farklı bir yere sahip oluyor: New Babylon adını verdiği, ilk önce şehirleşmenin henüz moda olmadığı Ay’da kurmayı düşündüğü bir ütopik kent tasarlıyor. Bu tasarımda Debord’la beraber geliştirdikleri sanatsal yorum büyük yer tutuyor. Zira sanatın hayattan ayrılan bir alan olduğunu düşünmüyorlar. Üniter şehircilik adını verdikleri yapı içinde sanatın hayattaki yeri gibi bir diğerinden ötekine geçişlerin olması gerektiğini savunuyorlar. Dolayısıyla Constant, bu şehircilik anlayışında günümüzdeki bireyleri birbirinden ayırma amaçlı yapılan mimarî düzenlemenin aksini uygulamaya çalışıyor.
Debord 1958’de Michèle Bernstein’la birlikte Henri Lefebvr’in derslerini izliyor. Bu derslere bazen Jean Baudrillard da geliyor. Debord bu sırada Cornelius Castoriadis’in troçkist ve radikal sol grubu Socialisme ou Barbarie’ye yakınlaşıyor ve üye oluyor Bir yıl sonra da ayrılıyor. Bu sırada iki film daha yapıyor, ancak düşünceleri gitgide sanattan uzaklaşıp toplum eleştirisine dönüyor. Serbest pazar ekonomisinin insanları nasıl ele geçirdiğine kafa yormaya başlıyor.
Ve Gösteri Toplumu
Gösteri Toplumu 1967’de yayınlanıyor. “Debord’un bakış açısıyla gösteri, kültürün, kültür gösterisinin, kültürel endüstrinin, medya ya da görüntüler imparatorluğunun eş anlamlısı” diyor Frederick Martel, Magazine Littéraire’deki yazısında. “Bu yüzden teorisi televizyonun iktidarı altında yönetilen bir dünyanın eleştirisi olarak algılanıyor. Debord ise ‘gösteri bir görüntüler bütünü değildir, görüntüler aracılığıyla medyatize edilmiş bireyler arasındaki ilişkidir,’ diyor. Geniş anlamda gösteri tanımı, ideolojiyi içerir. Toplumu kendi içinde görmektir. Batı kapitalizminin eşanlamlısıdır. Kapitalizmin hayata uygulanmış halidir, var oluşu sahip olmaya çeviren ayrımcı bir zihniyettir. Debord gösteriyi materiyalize edilmiş ideoloji olarak tanımlıyor. Gösteri, hayatı değil hayatımızı yaşamayı engelleyen şeylerdir. Yaşamın zayıflaması, ‘sosyal atomlar’ dinlerken konuşan kişidir. Sosyal gerçeğin ve gündelik hayatın tersidir. Gösteri yaşanmamış olandır”.
Gösteri Toplumu anlatılması, aktarılması çok zor bir metin. Lukacs’ın tezlerine dayanarak Debord, pazar’ın nasıl bir gösteriye dönüştüğünü anlatıyor, ona göre durumu değiştirebilecek yegâne sınıf tarihsel altyapısına da bakıldığında işçi sınıfıyken efendilerinin sesine kulak veren karakterler olmanın ötesine geçemediklerini söylüyor. Gösterinin ürettiği yalanlar, tersyüz edilmiş bir dünya, yanlışın gerçek olması çok net bir şekilde dile getiriliyor. Debord 1978 yılında aynı isimli bir film de çekiyor.
Gösteri Toplumu çok fazla ses getiriyor. Ocak ayında Nanterre’deki büyük gösterilerin ardından Mayıs 68’in öncüsü 22 Mart olayları yaşanıyor. International Situationiste Sorbonne kuşatmasında büyük rol oynuyor. Her taraf “Ne travaillez jamais” sloganıyla doluyor. Bir yıl sonra dergi son sayısını “Bir çağın başlangıcı” başlığıyla yayınlıyor. Sitüasyonistler görevlerini tamamladıklarını düşünüyor. Derginin kapanmasının ardından Debord yazmaya ve film çekmeye devam ediyor.*
Polinevrit alkolizm tedavisi görürken 1994 yılında kalbine ateş ederek intihar ediyor. Ve perde iniyor.