Tolga Tüzün
“Kara Şövalye Yükseliyor” Christopher Nolan’ın Batman üçlemesinin son filmi. Bane isimli karakter nükleer bomba tehdidiyle şehri ve güvenlik güçlerini felç edip Batman’ı alteder. Onu kendisinin de bir zamanlar tıkıldığı bir suçlular çukuruna hapsedip Gotham’da iktidarı halka verir. Batman ile polisin elbirliğiyle Gotham’da yaşanan kaosu bitirmeleri ve nükleer bombayı etkisiz hale getirmeleriyle film sona erer.
Bu kadar basit değil tabii. Seyreden herkese hemen aşikâr olduğu gibi, Hollywood’un gişe rekorları kıran bu filmi olası bir halk iktidarının sonuçlarının kaos, vahşet, yağma ve terörden başka bir şey olamayacağını gözler önüne sermekle kalmaz. Occupy Wall Street hareketinin yarattığı düzen karşıtı ruh halinin sonuçlarının görülmesini, ders alınmasını ve bir daha böyle yaramazlıklara kalkışılmamasını öğütler gibidir. Birçok kültürel eleştirmen derhal bu noktaları tahlil edip aba altından gösterilen sopaya işaret etti. Slavoj Žižek de bunlara katılıp bir adım ileri giderek bu filmin, yaklaşımı ne kadar sorunlu olursa olsun, bir Hollywood filminin Manhattan’da proleterya diktatörlüğünü konu edinmesi bakımından olumlu bir veçhesi olduğunu dile getirdi. (“Dictatorship of the Proletariat in Gotham City / Slavoj Žižek on ‘The Dark Knight Rises’”, blog da boitempo, 8/8/2012.)
Hangi “halk kalkışması”?
Bütün bu yazarların filmin karşısına aldığını söylediği “halkın yönetimi” ya da “halk kalkışması” bu filmin neresindeydi? Bir sabah uyanıp Bane’in nükleer bomba tehdidiyle Gotham’da “ne isterlerse yapabileceklerini” söylediği korkmuş insanların yönetimi mi? Eski savcının adına çıkarılan yasayla içeri tıkılmış ve Bane sayesinde “kurtarılan” ve ellerine silah verilen mafya tetikçileri, katiller, sokak serserilerinin milis kuvvetlerini oluşturduğu halk yönetimi mi? Daha önce Batman’in de hocalığını yapmış Ra’s al Ghul için çalışan, kurbanlarının fobilerini, korkularını hazırladığı gazlarla arttıran psikopat psikiyatrist doktor Jonathan Crane’in tek hâkim olduğu, savunma hakkının olmadığı bir halk mahkemesinin Occupy Wall Street’in içinde barındırdığı ve böylesi bir gelecekte tebarüz edebilecek bir olasılık olduğuna mı inanmamız bekleniyor?
Bütün bu yazarların nedense gerçek kabul ettiği, Bane’in ezilenlere politik umut vaadeden, baskı altındakilerin örgütlü gücünü yapısal olarak yeniden tanımlayacak bir düzenin sözcüsü olduğu. Oysa film boyunca Bane’in gaza getirdiklerinin yetimhanelerden suç örgütlerine giden gençler ve hapishane kaçkını mafya tetikçilerinden başka bir şey olmadığını gördüğümüz halde, bu yazarlar neden %99’un temsiliyetini böyle bir toplumsal profile aktarıyor?
Örgütlü veya örgütsüz işçi sınıfının Hollywood’da hiçbir role çıkamadığını biliyoruz; ama %99’ı tanımlarken, solcu kültür eleştirmenlerimiz bile Wisconsin’de greve çıkanları es geçiyorsa bir problemimiz var. Doğru, filmde Catwoman’ın dansederlerken Bruce Wayne’e söyledikleri (Žižek’in de alıntıladığı) son derece sınıfsal bir kaygıyı dile getiriyor olabilir, ama bu sınıfsal kaygıyı Catwoman dışında kimse paylaşıyor gibi gözükmüyor: “Bir fırtına yaklaşıyor Bay Wayne. Siz ve arkadaşlarınız en zoruna hazırlansanız iyi olur. Çünkü fırtına vurduğunda, nasıl bu kadar bolluk içinde yaşayıp biz geri kalanlara bu kadar az bırakabileceğinizi düşünebildiğinize şaşıracaksınız.” Eğer bu, Gotham tarafından paylaşılan bir devrimci duruş ise, filmin sonunda nasıl olur da yeraltındaki 3000 polisin yeryüzüne çıkmasıyla devrimin tehlikeye girdiğini gören Gotham’daki milyonlar sokağa çıkıp devrimlere sahip çıkmıyor?
Yalnız kahraman
Liberal ideolojinin en büyük fobisinin Batman olmadığını yıllardır biliyoruz: varolan hukuğun ve güvenlik güçlerinin soyut bir adalet kavramını hayata geçirmekte kısa kaldığı yerlerde ortaya çıkan yalnız kahraman/vigilante imgesi, liberal ideolojinin sözde demokratik düzeninin olmazsa olmazıdır.
Batman hiçbir zaman düzenin karşısında olmadı, aksine her zaman polisle elele çalıştı; çizgi romanların başladığı 1930’larda Batman, Gotham Şehri Polisi’nin onur üyesidir. Bu çizgi Christopher Nolan’ın üçlemesinde de bozulmadı; Batman’in değerleri ile düzenin değerleri arasında bir uyuşmazlık olamazdı. Daha çapsız olmasına rağmen Catwoman, Batman’in trajikomik değer karmaşasını aşabilecek sağduyuya sahiptir. Bane Batman’i ikinci kez pataklarken Bane’i arkadan silahla öldürmekle bir problemi yoktur. Bu açıdan Indiana Jones’un ya da Han Solo’nun pragmatizmine sahiptir. Şiddetin alanına girildiğinde, o alanın içinde olmayan değerlerin geçerli olmadığını bilecek kadar hayata bağlıdır. Oysa Batman liberal değerleri için kendini ve herkesi ölümcül durumlara sokacak kadar aptaldır.
Büyük sermaye
Wayne Enterprise silah ticareti ve borsa spekülasyonu üzerinden kâr ederken, sahibinin geceleri âdi suçluların korkulu rüyası olan maskeli bir eşkiya olması düzenin kusursuzluğunun temelidir. Eşkiyanın değerleri ile düzenin değerleri arasında varlıkbilimsel değil yöntembilimsel bir fark vardır. Tam da bu yüzden Bane’in ilk hedefi Wayne Enterprise’ın ele geçirilmesi ve Bruce Wayne’in iflas ettirilmesidir. Bruce Wayne iflas eder, ama bu sayede milyarderlerin bizim gibi iflas etmediklerini de öğreniriz. Şirketlerini kaybederler, ama malikâneleri kalır; hisselerini kaybederler, ama mülklerine dokunulmaz.
Bu dersi biz 2008 krizi sonrasında zaten öğrenmiştik, ama Nolan’ın filminin bunu bize hatırlatmasında her zaman fayda vardır. Ayrıca, ancak kalleşçe bir sanal hücum karşısında dize gelir Bruce Wayne, yoksa bir silah tüccarının sekiz sene işi boşlasa bile ayakta kalacağını, en fazla yetimhanelere verdiği yardımın kesileceğini öğreniriz. Böylece filmin düzene karşı en sert mesajı karşımıza çıkar: “Sevgili kapitalistler, hayırseverliği elden bırakmayın, yoksa kendi kuyunuzu kazarsınız”.
Büyük sermayedârlar ile onların kârına ortak olmaya çalışan mafya açıktan açığa savaş ettiğinde (Dark Knight filmini hatırlayın) Batman-Polis işbirliği tavana vurur. Mafyanın tuttuğu ve aslında düzen için zararsız bir anarşist olan Joker’in açıkça ifade ettiği gibi, Joker’in Batman’a ihtiyacı vardır. “Beni tamamlıyorsun” der Joker. Doğrudur, Joker Gotham üzerine ayrıntılı düşünmemiştir, o sadece gücünün sınırlarını test edeceği bir sahnedir – aynı Batman için olduğu gibi. Ancak Bane, yeni bir düzenin Gotham yokolmadan gelmeyeceğini sezmiştir.
Bane’in düzeni yeni bir dünya tahayyülü içerir; ancak içinde Gotham halkına yer yoktur. O yeni dünya sadece Bane gibi şiddetle varolanlar içindir. Bane bu açıdan tabii ki Batman’den daha dürüsttür.
Dürüstlükten laf açılmışken, daha önce sözettiğim Catwoman dışında dürüstlüğe adaymış gibi görünen bir karakter daha ortaya çıkar üçlemenin son filminde: Kendisi de bir polis olan, ancak polis gücünün muhafazakâr ve hiyerarşik yapısıyla sorunları film boyunca artan Robin, filmin son sahnelerinde polis rozetini atacak ve Batman’in mirasını devralacaktır. Batman/Bruce Wayne ahlakî erozyonun sonuna geldiğinin farkındadır. Gotham’ın sıradan insanlarına son bir numara çekerek kendi ölümünü tezgâhlayacak, ama Gotham’ı kahramansız bırakmayacak, sıradan insanların kalkışmasının gerçekleşme ihtimalini bu sefer Robin’in üzerinden nötralize etmeye çalışacaktır.
Baştan hileli
Bane’in dünya tahayyülü ile Occupy Wall Street’inki arasında ne gibi bir benzerlik olabilir? “Kara Şövalye Yükseliyor”un önerdiği bu sözde benzerlik, liberal ideolojinin sıradan insanların yönetiminin öngörüldüğü her toplumsal projeye koyduğu şerh ile ilgilidir: Şiddetin tekeline egemen elitlerin sahip olmadığı her düzen, beraberinde terörü ve kaosu getirir, bireyselliği tasfiye eder ve totaliter bir monarşi/oligarşiye dönüşür.
Bize buradan konuşan filmin önerdiği “toplumsal kalkışma” baştan hilelidir. Hilelidir, çünkü sekiz yıllık bir liberal huzur ortamından sonra, insanlar birileri etrafı havaya uçurmaya başladı diye “kalkışmaz”. Bir toplumda düzenin değişmesi gerektiği fikri çok uzun süren krizler, toplumsal çalkalanmalar sonunda düzenin değerlerinin kıyasıya sorgulanması, insanların artık evlerinde oturamayacak hale gelerek sokağın işgali ve güvenlik güçleriyle karşı karşıya gelmeleriyle başlar. Occupy Wall Street yeni bir hayalin başlangıcıdır, sonu değil. Eğlence endüstrisinin başladığımız cümleyi bizim için bitirmesine ihtiyacımız yoktur.
Egemenlerin bize sunduğu/izin verdiği hayal dünyasında, sıradan insanların öz-yönetiminin ve bunun yarattığı bir değerler sisteminin hayali bizlere kapalıdır. Düzene bireysel olarak başkaldırabilirsin, bireysel maskeli/maskesiz kahramanlık kabul edilir, desteklenir, teşvik edilir. Ama düzene topluca başkaldırmanın eğlence endüstrisindeki bedeli, eli silahlı katillerin kahraman polislerle karşılaştığı sahnelerde ödenir. Eli silahlı başıbozukların hepsi Occupy Wall Street’in öznelerinin kostümlerine bürünmüşlerdir. Düzenin uysal başıbozuklarının, mafyanın, giydiği takım elbiseler yoktur sahnede; sıradan insanlar gibi giyinmişlerdir ama pistir giysileri. Hollywood’un ve egemenlerin gözünde halkın yönetiminin hijyen anlayışı da zayıftır: aylardır yerin dibine-kanalizasyona hapsedilmiş polisler gıcır gıcır elbiseleriyle nazire yapar.
“Kara Şövalye Yükseliyor” bize en azından bir şeyi dürüstçe söyler gene de: Birisi iktidarı size verirse, eski düzenin polisleri yeraltında bekler ve birgün çıkıp sizi tepeler. Filmde polis de, Batman de yerin dibinde bir çukurda doğru zamanı bekler; birisi fiziksel diğeri manevî bir çıkış noktası bulduğu anda eski düzeni tahsis etmek üzere harekete geçer.
“Devrim oldu”
Nolan kardeşler bu noktada haksız değildir: Eski düzenin değerleri, onları üreten toplumsal mekanizmalar geri gelmemecesine tasfiye olmadığı sürece toplumsal bilincin yeraltında kuluçkaya yatar. Birgün durup dururken “ne isterlerse yapabilecekleri söylenen” insanlar, bir öz-yönetimin öznesi zaten olamazlar. Bane veya onun gibiler tarafından yönetimin ellerine bırakılması bir topluluğu devrimin öznesi yapmaz. Devrim yukarıdan aşağıya bahşedilecek bir durum değildir; aksine tam da böyle bir durumda devrimin bütün olasılığı tasfiye edilir. “Devrim oldu” verilebilecek bir haber değildir; devrim olduğunda o toplumda yaşayan herkes olduğunu bilir, söylenmesine gerek yoktur; bir daha eskisi gibi yaşanamayacağı, eskisi gibi konuşulamayacağı, eskisi gibi sevişilemeyeceği, eskisi gibi bilinemeyeceği herkesin malûmudur.