Doğan Tarkan
En az 1929 krizi kadar derin olduğu söylenen 2008 krizinde hükümetler serbest piyasayı ve özelleştirmeleri önceleyen bütün neoliberal söylemlerini bir yana bıraktı, batmakta olan bankalara ve şirketlere destek verdi, birçoğunu devletleştirdi.
Amerika’da Lehmann Brothers’ın batmasının ardından Amerikan hükümeti 730 bankaya 205 milyar dolar yatırdı. Sadece AIG sigorta şirketine 112,5 milyar dolar yatırıldı. Wells Fargo, J.P. Morgan Chase, Citi Group 25’er milyar dolar alırken, Bank of America 15, Morgan Stanley ve Goldman Sachs 10’ar milyar dolar aldı. Üç büyük otomotiv şirketinden General Motors iflasını ilan etti, Chrysler battı ve Ford ancak büyük desteklerle ayakta kalabildi. General Motors’a devlet tarafından 17,5 milyar dolar yatırıldı.
Amerikan hükümeti 2008’de toplam 700 milyar dolar kurtarma parası harcarken, batmakta olan ya da sallanan şirketlere de 150 milyar dolar vergi indirimi uyguladı.
Avrupa’da da durum farklı değildi. Alman ve İngiliz bankalarına büyük devlet yatırımları yapıldı, bazıları devlet tarafından satın alındı.
Kriz boyunca ABD ve Avrupa Birliği ikişer trilyon dolar harcadı. IMF acil borç fonunu 50 milyar dolardan 550 milyar dolara çıkardı, yetmedi, yine artırdı ve sonunda 1 trilyon dolara yükseltti. Çalışanların ödediği vergilerden oluşan bu muazzam paralar bankalara verildi. Bir kısmı bu bankaların ve şirketlerin yöneticilerinin ikramiyelerine gitti.
Finans piyasalarındaki sarsıntı 2009 sonu, 2010 başında yavaşladı.
Avro krizi
Ardından, 2010’da Avro bölgesi krizinin ilk belirtileri ortaya çıktı, 2011’de bu kriz derinleşti ve 2012’de siyasî bir krize de dönüşerek sürüyor. Avro bölgesi krizinin temel nedeni, Avrupa Birliği’nin Avro anlaşması içinde olan farklı yapılardaki ülkelerin tek bir ülkenin (Almanya’nın) çıkarlarına uygun olarak şekillenmiş bir malî sistem içinde olmaları.
Krizden en derin etkilenen ülke Yunanistan, ama İspanya, İrlanda, Hollanda, İzlanda, İtalya ve Portekiz onu izliyor. Malta ve Kıbrıs imdat sinyalleri veriyor. Avro bölgesinin 17 ülkesinden dokuzu ekonomik durgunluk ya da daha derin bir kriz yaşıyor. AB’nin ikinci büyük ekonomisi Fransa sıfır büyüme noktasında. İngiltere’de de ekonomi durgunluğa girdi.
Avro krizinin tetikleyicisi devlet borçları. Yunanistan’ın borcu 395 milyar dolar, yani GSMH’nın yüzde 124’ü kadar. AB, Yunanistan’ı kurtarmak için 2010’da 140 milyar dolar, 2012’de 163,4 milyar dolar verdi. İspanya ise 125 milyar dolar aldı, kamu çalışanları ücretlerini alamaz durumdayken, bu para İspanya’nın batık bankalarını kurtarmak için kullanıldı.
Avro krizinde muazzam büyüklükteki malî ve konut balonlarının etkisi büyük oldu. Bunun en sivri örneği İspanya. İspanya’da 2007 yılında çok büyük bir konut inşaatı dalgası oldu ve İngiltere, Almanya ve Fransa’nın toplamından daha çok konut yapıldı. İnşaat şirketleri ve bu alana yatırım yapan bankalar çok büyük kârlar elde etti. Konut yapımı tüketimi arttırdı. Uluslararası krediler önce durgunlaşıp ardından donunca konut yapımı bir anda durdu ve bu dev balon patladı.
Krizden çıkış yöntemleri
Kapitalizmin krizden çıkmak için iki yöntemi var.
Birincisi kemer sıkmak, yani işçi sınıfının ücretlerini düşürmek, devletin sosyal harcamalarını kısmak, devlet yatırımlarını durdurmak ve böylece kapitalistler için kâr oranlarını arttırmak. Mevcut durumda bu önlem yetmiyor.
İkincisi, kârsız şirketlerin batmasına izin vermek. Böylece kârlı şirketler onların yerini doldurarak kâr oranlarını artırır. Oysa gerek 2008 krizinde, gerekse bugün hükümetler devletleştirerek ve destek vererek batak şirketleri yaşatmakta.
Böylece yaşam düzeyi düşen işçi sınıfının alım gücü düşerken, devletin elindeki olanaklar da şirketleri kurtarmaya gitmekte ve bunun sonucunda pazar daralmakta. Buna hızla yükselen işsizlik de eklenince pazar daha da daralmakta ve sonucunda devletin topladığı vergi düşmekte, borçlar artmakta. İşsizlik Avrupa’da yüzde 25’e yakın, gençler arasında bu oran daha dayüksek. Yunanistan ve İspanya’da her iki gençten birisinin işsiz olduğu hesaplanıyor.
Öte yandan, şirketlerin elinde çok büyük miktarlarda para var. Avrupa’da yatırım son 60 yılın en düşük düzeyinde. Şirketler yeni kârlı yatırım alanları bulamıyor. Bankaların ise tam tersi bir sorunu var: Büyük miktarlarda batık kredileri var ve aynı zamanda ellerinde artık değerleri çok düşmüş konut stokları var.
Avrupa Merkez Bankası 2011 yılında üç yıllık ucuz faizlerle bankalara 1,3 trilyon dolar sundu. Bankacılık sistemi bu sayede batmaktan kurtulmuş oldu. Bir ekonomistin deyimiyle, “zehirli bankalar zombi bankalara” dönüştü.
Solun seçim başarıları
Yunanistan şu anda Avro krizinin oluşturduğu girdabın en derin noktasında. İşsizlik son iki yılda ikiye katlanarak yüzde 21 oldu, gençler arasında ise yüzde 50 civarında.
Ücretler ve emekli ücretleri yüzde 20 ila 40 arasından kesildi. Özel sektörde 400 bin kadar işçi beş aydır ücretlerini alamıyor, kamuda aynı duruma düşülmesine az kaldı.
Yunan emekçileri çok öfkeli. Son iki yılda 17 kez genel grev yapıldı.
Yunanistan’ın 6 Mayıs seçimlerinde iki geleneksel parti, PASOK ve Yeni Demokrasi, büyük ölçüde oy kaybederken, sol parti Syriza yüzde 4,6’dan yüzde 16,8’e oy patlaması yaşayarak ikinci oldu. Antikapitalist parti Antarsiya yüzde 1,2 oy almasına rağmen bir önceki seçimlere göre oylarını üç kat artırdı. Yeni Demokrasi ve Pasok 2009’da yüzde 77.4 oy alırken, bu oran 6 Mayıs’ta yüzde 32’ye düştü.
Yunanistan’la aynı dönemde bir dizi önemli seçim daha yaşandı. Biri Mısır’da başkanlık seçimleri, Fransa’da önce başkanlık, ardından parlamento seçimleri ve Almanya’da eyalet seçimleri.
Fransa’da başkanlık seçimlerinde Sosyalist Parti adayı François Hollande birinci turda Sarkozy’yi geçti, ikinci turda farkı daha da açtı. Bu, kemer sıkma politikalarını savunanların yenilgisiydi. Parlamento seçimlerinde de aynı sonuç ortaya çıktı.
Almanya’da iktidardaki Hıristiyan Demokrat – Hür Demokrat koalisyonu önemli ölçüde oy kaybederken, Sosyal Demokrat Parti, Yeşiller ve Korsan Parti’nin oyları yükseldi. Böylece Avro bölgesinin en büyük iki ekonomisinde seçmenler kemer sıkma ve kesinti programlarını reddetti.
Yunanistan’da ilk seçimlerin ardından hükümet kurulamayınca yeniden seçimlere gidildi. 17 Haziran’da Syriza’nın oyları yine sıçrayarak yüzde 27’nin üzerine çıktı.
Sağın yükselişi
Avrupa’daki seçimlerde sağ, faşist partiler de başarı kaydetti. Yunanistan’da Altın Şafak adlı faşist örgüt büyük ölçüde kesinti programlarına karşı çıkan bir söylemle önemli ölçüde oy aldı ve ikinci seçimlerde de oylarını korudu. Syriza gibi, Altın Şafak da bir koalisyon hükümetine girmeyeceğini ifade ediyor ve önümüzdeki dönemde solun karşısına daima bu faşist örgüt çıkacak.
Fransa’da faşist Ulusal Cephe (FN) ise gerek başkanlık seçimlerinin ilk turunda gerek parlamento seçimlerinde önemli ölçülerde oy aldı. Şimdi iktidarda olan Sosyalist Parti ve müttefikleri Yeşiller ve Sol Cephe eğer krize emekten yana çözümler getiremezse Ulusal Cephe’nin de önü açılacaktır.
Kısacası, ekonomik kriz çeşitli ülkelerde solu iktidara taşırken, aşırı sağı ve faşistleri de güçlendiriyor. Sol krize yanıt veremediği takdirde sıra faşistlere gelebilir.
Solun yükselişinde açık ki iki yıldır sürmekte olan sokaktaki mücadelenin, grevlerin çok büyük katkısı var. İşçi sınıfı bu mücadeleler içinde politikleşti ve sola kaydı. Sokak, seçimleri belirledi.
Sokak ve seçimler
Ama her zaman belirleyemiyor. Mısır’da sokak devrim için mücadele ederken, eski rejimin uzantısı eski general Ahmed Şefik ve devrimden bu yana askerî cunta ile uzlaşma içinde olan Müslüman Kardeşler başkanlık seçimlerinin ilk turunda birinci ve ikinci oldu.
Mısır’da sokak, grevler ve mücadele, seçimleri belirleyemedi.
Bunun başka örnekleri de var. En önemlisi 1968 Fransa.
Fransa’da Mayıs 1968’den itibaren grevler ve öğrenci gösterileri sonunda genel greve dönüştü ve tarihin en büyük genel grevi başladı. Başkan de Gaulle ülke dışına kaçmak zorunda kaldı. Ne var ki, işçi örgütleri üzerinde çok etkili olan Komünist Partisi genel greve son verdi, de Gaulle ülkeye döndü, seçimlere gidildi ve sol seçimlerden yenilgiyle çıktı. Seçimler 1968 Fransa’sının sokak hareketini, grevleri yansıtmadı.
Grevler ve grevlerin sokağa taşmasıyla başlayan gösteriler işçi sınıfı bilincinin sıçradığı anlatır. Basit taleplerle başlayan grev ve gösteriler egemen sınıfın çaresizliği karşısında kısa zamanda siyasallaşabilir ve genel siyasî talepler için mücadeleye dönüşebilir. Fransa’da, Mısır’da, Yunanistan’da yaşanan bu.
Egemen sınıf sokaktaki mücadelenin arasında seçimleri yapmayı başarabilirse, çok zaman duruma yeniden hakim olmayı da başarabiliyor.
Öncelikle mücadeleye katılmış işçi ve emekçilerin bir kısmı oy vermeye gitmiyor. Seçimleri anlamsız buluyor. İşçi ve emekçilerin bir kısmı reformist talepleri desteklemeye başlıyor. Büyük hedefler yerine daha sınırlı kazanımlar yeterli görülüyor. Böylece devrim seçimlerde zayıflarken, sağın, mücadeleye ve grevlere karşı olan cephenin destekçileri eksiksiz bir biçimde sandığa gidiyor ve statükonun oyları yükseliyor. Yani sokaktaki ve işyerindeki mücadele ile seçimler her zaman birbirini tamamlamıyor.
Ama bazen sokaktaki mücadele seçimleri etkiliyor. Yunanistan’da yaşanan tam anlamıyla bunu kanıtlıyor, ancak eğer Syriza’nın oylarını büyük ölçüde artırması sokaktaki mücadelenin önünü açmayacaksa, o zaman sokak ve seçimler birbirinden kopar.
Mısır’da işçi sınıfının güçlü bir önderliğinin olmaması, devimci örgütler arasında koordinasyonu sağlayacak bir birleşik cephe örgütlenmesinin eksikliği, seçim alanını Mübarek’in uzantısı Şefik’e ve Müslüman Kardeşler’e bırakmış durumda. Seçimler sokağı yansıtmıyor. Sokak devrimden yana.