Kadir Dağhan
GDO konusunda çok yazıldı, çok söylendi, zaman zaman tartışmalar ülkenin gündemlerini unutturacak kadar alevlendi, ama son nokta konulmadı, konulamadı ve görünen odur ki konulacağı da yok. GDO soru işaretleri ve bilinmezliklerle çok boyutlu bir konu. Her gündeme geldiğinde kafaların karışması, bilgi kirliliğinin tavan yapması da cabası. Bu yüzden GDO tüm boyutlarıyla, en önemlisi de halkın anlayacağı bir dille objektif olarak tartışılmalıdır.
Kısaca tanımlayacak olursak, GDO (yani ‘genetiği değiştirilmiş organizmalar’) özel yöntemlerle bir organizmadan bir diğerine bir veya fazla gen transfer edilerek amaçlanan organizmanın genetik yapısının değiştirilmesi demek. Bunun gıdalarda uygulanmasına ‘genetiği değiştirilmiş gıdalar’ (GDG) diyoruz. Bunun için kullanılan yöntem DNA teknolojisidir. Genetik yapının değiştirilmesi işlemi de ya kendi türünden kendi türüne ya da bir başka türden transfer edilerek yapılmaktadır.
Fetva ve bilim
İşin teknik ve bilimsel yanını bilim adamlarına bırakarak asıl olarak soruna insan sağlığı ve çevrenin korunması temelinde bakmak gerekir. Karşı olmak ya da taraf olmak ikileminin dışında kalınmalıdır. Takım tutar gibi yaklaşılırsa takım fanatizminin içinde boğularak özden uzaklaşılması kaçınılmazdır. Nitekim bu bağlamda bakıldığında, ister karşıt ister taraf olunsun, aynı yanlışların yapıldığını görebiliriz. Hatta daha da ileri gidilerek siyasî ve ticarî kaygılarla olay sömürü aracı olarak da kullanılır. Birçok olayda yapıldığı gibi.
Bir örnek verecek olursak: Başbakan Baş Müşaviri Dr. Yıldırım M. Ramazanoğlu GDO’ların üretimi konusunda Kuran’da 100’e yakın ayetin varlığına işaret etmiş ve GDO’ların insanlık için gerekli olduğunu belirtmiştir. (5 şubat 2010 tarihli Milliyet gazetesi). Böylece 1500 yıl sonra teknolojik ve bilimsel bir gerçeğin dinsel boyutunu da öğrenmiş oluyoruz. Ancak pes diyebiliriz! Fetva ve bilim. Çıkar hangi yöndeyse.
Buna karşın, “GDO’ya hayır” diyenler de benzer iddialarla GDO kullanımının dünyayı geri dönülmez felaketlere sürükleyeceğini ısrarla iddia eder. Ve ne yazık ki taraflar siyah beyaz gibi kesin çizgilerle bu tartışmaları sürdürürken halkın veya tüketicinin kafa karışıklığının yarattığı panik umurlarında olmamaktadır. Bir tarafta GDO uygulaması çağımızın vazgeçilmez yüksek teknolojisi, diğer tarafta bir felaketin ilk adımı. Kime inanacağız?
Her şeyden önce biliyoruz ki insanlık tarihi sürekli buluşlar ve yenilikler tarihidir. İnsan bulduğu her yeniliği kullanmış ve geliştirmiştir. Ancak bazen bu yenilikleri insan ve doğa yararına kullanırken, bazen hatta çoğu zaman yok etmek, yakıp yıkmak için kullanmıştır.
Kâr uğruna mı, insanlığın yararına mı
İçinde bulunduğumuz çağda GDO uygulamalarında kullanılan gen teknolojisi (biyoteknoloji) bugün için ulaşılan en üst düzey teknoloji olmasına rağmen, aynı kaygılar söz konusudur. Yani hangi amaçla ve niçin kullanılacak? Bir avuç sermayedarın kârı uğruna mı, yoksa insanlığın yararına mı kullanılacaktır? Üzerinde durmamız gereken temel yaklaşım bu olmalıdır.
Biyoteknolojik uygulamalar insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanlar binlerce yıldan beri ekmek, peynir, yoğurt, alkol, sirke gibi birçok gıda maddesini mikrorganizmaların fermentasyonundan yararlanarak üretmiştir. Mısırlılar, Babilliler, Yunan ve Romalılar, Çinliler başta olmak üzere birçok eski medeniyet maya ve enzimleri kullanmıştır. Çok daha öncesinden de insanoğlu tarımla tanıştığı andan itibaren ürününü daha verimli kılmak, albenisini artırmak için uğraşmış ve başarılı olmuştur.
Doğal olarak, eski uygarlıkların dönemlerine uygun olarak kullandığı yöntemler günümüzde en yüksek teknolojiler uygulanarak kullanılmaktadır. İşte tartışmalar da buradan çıkıyor. Daha doğrusu 1980’li yıllardan itibaren bilim ve teknolojideki baş döndürücü gelişmelerin bu alanda uygulanmaya geçilmesiyle kıyamet kopmuştur.
GDO domates
İlk olarak GDO uygulamaları ürünlerin raf ömürlerini uzatmak, hastalıklara karşı korumak amacıyla geliştirilirken gıda ve yem olarak kullanılan bazı tohum ve bitkilerin de haşere ve mikroplara karşı dayanıklı olması için çalışmalar yapıldı. Bu çalışma önce 1994 yılında ABD’de domatese uygulandı ve pazara sunuldu. İşlem domatesin yumuşamasına ve çabuk bozulmasına neden olan polygalacturonase adlı enzimin devre dışı bırakılarak daha uzun ömürlü sert domatesin elde edilmesiydi. Başarıyla sonuçlandı. Bu yüzden GDO tartışmalarında domates kullanılan simgelerin baş rol oyuncusudur.
Daha sonra soya fasulyesi, pamuk, çilek, biber, kanola, şeker pancarı, pirinç ve buğday da benzer işlemlerden geçirilerek yaşamımıza girdi. Şimdilerde ise susuzluk, sıcak, tuz ve çeşitli dış etkilere dayanıklı tohumlar üretilmektedir. GDO savunucularına göre bu çalışmalar gerek bitkisel gerekse hayvansal ürünlerin besin değerini, kalitesini ve güvenliğini sağlamak amacını taşımakta iken, karşıtlarına göre ise sonun başlangıcıdır. Asıl amaç ABD’nin yem ve gıda piyasasına tek başına hakim olmasıdır.
Bazı bilim adamları bugüne kadar GDO’lu ürünlerin kullanımından dolayı herhangi bir olumsuzluk tespit edilmediğini, herhangi bir riskin söz konusu olmadığını, bugüne kadar GDO’lu ürün kullandığından dolayı hastalanmış veya zarar görmüş insanlarla ilgili istatistikî bir veri olmadığını belirtirken, konuyla ilgili ciddi çalışmalar yapan platformlar ve bazı bilim adamları da tam aksini iddia etmekte ve GDO’ların büyük çevre felaketlerine yol açacağını söylemektedir. GDO’nun yararlı olduğunu iddia edenler ise, bunu toprak ve suyun korunacağı, pestisit kullanımının azalmasıyla çevrenin temiz kalacağı, ürün kalitesinde artış, ucuz gıda temini, pazarlamada kolaylık, hastalık ve zaralılara karşı dayanıklılık gibi gerekçelere dayandırırken, GDO’nun zararlı olduğunu söyleyenler de yeni hastalık ve allerjilerin oluşacağı, dışa bağımlılıkta artış, GDO’ların ilerde savaş aracı olarak kullanılacağı, insan ve doğal hayatın büyük felaketlerle karşı karşıya kalacağı gibi argümanları gerekçe gösteriyor. O halde taraflardan birinin görüşlerini temel almak yerine insan sağlığı ve doğanın korunmasını temel alan, her türlü rant ve ideolojik kaygıların dışında olaya müdahil olmak daha doğru olacaktır.
Gerçekten de iddia edildiği gibi GDO’lar zararlı ya da kesinlikle yararlı mıdır? Net olarak evet veya hayır demek doğru değildir. Her şeyden önce başta bilim adamları bir ortak noktada buluşamıyor ve uzlaşamıyor. Yapılan bilimsel araştırmalar ya çok yetersiz ya da yeterince yanıt vermekten uzak. İddialar daha çok varsayımlara dayanıyor, yanlı ve suçlayıcı. Tabii ki yapılan işlemler doğal yollarla yapılmıyor ve her alanda olduğu gibi burada da risk söz konusu. Bu yüzden esas tartışma kontrol ve denetimin sağlanması üzerine olmalıdır.
İnsanî amaçlar
Bir yandan da mutlaka GDO’ya gerek var mı veya yok mu sorusunun yanıtını vermek zorundayız. Türkiye genelinde bakıldığında kesinlikle gerek yoktur. Gerek bitki çeşitliliğimizdeki zenginlik gerekse verimli arazilerimizin çokluğuna bakarak GDO’lu tüketime ihtiyacımızın olmadığını görebiliriz. Diğer yandan ABD, Çin, Arjantin gibi ülkeler biyoteknolojiden yararlanarak daha fazla ve dayanıklı ürün elde ederek dünya piyasalarında avantaj elde ediyor. Bunun dışında kalabilir miyiz? Amerika’da GDO tamamen serbest. Pamuk, mısır, soya GDO kullanılarak yetiştirilmekte.
Türkiye’de yakın zamanlara kadar tahıl, sebze ve meyve üretimi GDO’suz yapılıyor ancak süne, kımıl ve birçok dış etmenlerle mücadelede büyük sıkıntılar yaşanıyordu. Oysa GDO kullanan ülkelerin bu tür sıkıntıları olmuyor. Dolayısıyla ülkemizde bu uygulamalara geçmek zorunluluğu vardır. Her şeyden önce kabul etmeliyiz ki, biyoteknoloji müthiş bir gelişmedir ve bunu göz ardı edemeyiz. Asıl buna dikkat edilmezse dışa bağımlılık kaçınılmaz olacaktır.
Enerjimizi bu teknolojinin insanî amaçlarla kullanılmasına harcamalıyız. Tarımsal üretimler organik ve biyoteknolojik olarak denetimli bir şekilde yapılarak çözüm getirilebilir. Hayvancılıkta da aynı durum söz konusudur. GDO’lu yemlerle beslenen hayvanlar normal yemlerle beslenenlere göre daha iri olmakta ve daha çabuk büyümektedir. Et, süt, yumurta veriminde artışlar katlanmaktadır.
Ayrıca iç ve dış politikalarımızdaki insanî olmayan ve yanlış uygulamalar bu alanda da etkisini ortaya koymuştur. Gerekçesi ne olursa olsun, biliyoruz ki 3000-3500 civarında yerleşim birimi haritadan silindi, insansızlaştırıldı. Bununla kalmadı. Ekili araziler ekilemez oldu, hayvancılık bitirilme noktasına getirildi. Bir zamanlar hayvancılık ve tarım cenneti olan ülkemizde artık her şey dışardan ithal ediliyor. Bu yüzden son zamanlarda yapılan Angus ve benzeri tartışmalar gayrı samimi ve günü kurtarmaya yöneliktir.
Birkaç misli kâr
GDO tartışmalarıyla birlikte yeni sömürü alanları belirdi. Örneğin yan yana aynı tür iki domates kasasından birinin üzerine “organiktir” etiketi yazarak birkaç misli kârla satabilirsiniz. Ya da bazı şarlatanların yaptığı gibi “Frankenştayn Gıdalar” benzetmesiyle tüketici üzerinde baskı ve panik oluşturulacaktır.
Gelecek bir belirsizlikler bütünüdür. Gelecekle ilgili kaygılar her zaman olacaktır. GDO için de bu kaygılar geçerlidir. GDO’lu ürünlerin kullanılmasıyla, ne insan ne hayvan, yeni bir canlı türüne mi dönüşeceğiz, yoksa bu ürünleri kullanarak daha sağlıklı bir yaşam mı sürdüreceğiz, bilemiyoruz. GDO’lar sayesinde iddia edildiği gibi yeryüzünde açlık sorunu sona mı erecek, yoksa açlığın esas nedeninin haksız paylaşım olduğunu bilerek bu ürünlerin geri dönülmez zararlarını mı izleyeceğiz? Net olarak verecek yanıtımız yok.
Kaygılarımızı uzatabiliriz. Haksız da değiliz. Ancak unutmamalıyız ki teknolojik bir çağda yaşıyoruz. Teknolojinin yaşamımıza getirdiği vazgeçilmez kolaylıkların yanında büyük riskleri de olacaktır. Teknolojiye sarıldıkça doğal olandan uzaklaşmak kaçınılmazdır. GDO da bu kolaylık ve risklerin bir parçasıdır. Esas olan, insan ve doğanın korunması kaydıyla, belirsizlikleri ortadan kaldıracak çalışmaların yapılması olmalıdır.