Levent Şensever
Bazı sosyalistlerin, Çin’in son yıllarda ABD’nin karşısında ekonomik bir güç olarak yükseliyor olmasını, emperyalizme karşı elde edilen bir kazanım olarak gördüğüne tanık oluyoruz.
Acaba durum gerçekten böyle mi? Çin’in ABD karşısında yükseliyor olması, sosyalizm ve işçi sınıfı adına bir kazanım olarak görülebilir mi? Çin’deki rejim, işçi sınıfının kendi iktidarı mıdır? Çin Komünist Partisi gerçekten de işçi sınıfının iktidarına ve onun çıkarlarına politik olarak öncülük eden bir parti midir?
Çin’deki rejimin gerçek niteliğini, ABD ve diğer kapitalist ülkelerle sürdürdüğü ekonomik yarışta elde ettiği başarılardan ziyade, bu ve benzeri soruların yanıtlarında aramak gerekiyor.
Devlet kapitalizmi ve sömürü düzeni
ABD ile Çin ekonomileri arasında en büyük fark, birinin devlet kapitalizmi, diğerinin ise serbest piyasa ekonomisine sahip olması. Bu iki ekonomi, farklı sermaye birikim modellerine sahip olmakla birlikte, küresel kapitalist düzenin önemli iki unsurunu oluşturuyor. Çin ekonomisi, Çin Komünist Partisi’nin denetimi altında; ama aynı zamanda dünya kapitalizmiyle bütünleşmiş olması itibariyle, parti bürokratları gerek iç güvenlik gerekse uzun vadeli çıkarlar açısından küresel kapitalizmin istikrarını son derece önemsiyor.
Çin kapitalizmi, son yıllarda dünyanın en hızlı büyüyen ve hatta dünya ekonomisinin motor gücünü oluşturan bir konumda. Bu, Çin işçi sınıfının gücünün de gerek nicel gerek nitel anlamda hızla artmasına paralel gerçekleşiyor. Çin’in üretim gücüne 1990-2008 yıllarında yaklaşık 145 milyon işçi katıldı. Bunların büyük bir kısmı iç bölgelerdeki kırsal kesimden sahil kesimlerindeki sanayi bölgelerine göç eden işçiler oluşturdu. Aynı dönemde üretkenlik yılda ortalama yüzde 9 oranında arttı.[1]
Sanılanın aksine, Çin ekonomisinin motor gücünü dışsatımdan ziyade, fabrikalara, makinelere, inşaat sektörüne ve altyapıya yapılan yatırımlar oluşturuyor. Bu sektörlerdeki yatırımlar 2011 yılında GSYMH’nin yüzde 48’ini oluşturuyordu. Çin, üretim süreçlerine böylesine muazzam yatırımlar yaparken, iç piyasadaki tüketim açısından oldukça geri bir durumda. Serbest piyasa ekonomilerinde hane halkı başına düşen toplam tüketim genelde GSYMH’nin ortalama yüzde 60’ı civarında seyrederken Çin’de bu kalem GSYMH’nin ancak üçte birine denk.
Sermaye ve altyapı bileşenlerine yönelik bu muazzam yatırım hacmi, Çin ekonomisinin devlet kapitalizmi karakterinden kaynaklanıyor. Çin Komünist Partisi, denetimini elinde tuttuğu devlet işletmeleri ve kamu kurumları aracılığıyla ekonominin yaklaşık yüzde 50’sini doğrudan kontrol ediyor. Devlet denetimindeki işletmeler, sermaye piyasasının toplam değerinin yüzde 80’ini oluşturuyor. Bu işletmeler, toplam sabit sermaye yatırımlarının yüzde 35’ini gerçekleştiriyor. Geçen yıl devletin denetimindeki 120 büyük işletme toplam 142 milyar dolar kâr elde etti. Ancak bu kârlılık, işletmelerin rekabet gücünden ziyade, devlet tarafından kendilerine sağlanan ucuz enerji ve kredi olanakları sayesinde gerçekleşiyor.
Bu olanaklar ise büyük oranda Çin emekçilerinin birikimlerinin ucuz bir kaynak olarak kullanılmasıyla sağlanıyor. Devlet, halkın tasarrufa yönelmesini teşvik ederek, bu ucuz finansal yatırım kaynağını sürdürülür kılıyor.
Tüketim oranları devlet politikalarıyla düşük tutulurken,[2] 2011 yılında tasarruf oranı GSYMH’nin yüzde 51’i oranına ulaştı. Çin halkının tasarrufları karşılığı elde ettiği gelir son derece sınırlı. Devlet bunu, para biriminin değerini piyasa değerinin altında tutarak gerçekleştiriyor. Bu şekilde ithal girdiler pahalı olurken, ihraç ürünlerinin maliyetleri ucuz tutularak yabancı yatırımlar teşvik ediliyor. Tüketim yerine, tasarruf teşvik ediliyor. Öte yandan bankalardaki birikimlere uygulanan tavan oranlarıyla faizler düşük tutularak, halkın birikimlerinin maliyeti sunî olarak piyasa değerinin altına çekiliyor. Bu politikalarla, emekçilerin kazanımlarının sistematik olarak devlet işletmelerine ucuz finansman kaynağı olarak aktarılması sağlanıyor. Bazı akademik araştırmalar, devlet işletmelerine bu ayrıcalıkların sağlanmamış olması durumunda, 1978 ile 2007 yılları arasında gerçekleşen sermaye yatırımlarının ancak yarısının mümkün olabileceğini gösteriyor.
Sermaye birikimi ve yolsuzluklar
Ekonomik olarak geri kalmış ülkelerde büyüme büyük oranda kaynakların seferber edilmesiyle, gelişmiş ekonomilerde ise verimliliğin artmasıyla gerçekleşir. Çin ekonomisinin büyüme oranlarının yaklaşık üçte ikisi sermaye ve işgücündeki artışlarla sağlanıyor. Bu, kırsal kesimdeki işgücünün modern sektörlere kaydırılması ve işçi başına düşen sermaye girdi oranlarının (makine ve yazılım yatırımları) artmasıyla gerçekleşiyor. Oysa işgücüne yeni katılımın sınırlı ve sermaye girdisinin zaten yeterli düzeyde olduğu ABD’de, bunun tam tersi bir süreç yaşanıyor; büyüme oranlarının yaklaşık üçte ikisi üretim süreçlerinde elde edilen verimlilikten ve sadece üçte biri işgücü ve sermaye yatırımlarından sağlanıyor.[3] Sistemin muazzam kaynakları ve işgücünü harekete geçirme yeteneği (baskı mekanizması) olmasa, Çin’in küresel kapitalizm koşullarında rekabet etme olanağı olmazdı. Bir başka ifadeyle, Çin’in devlet kapitalizmi rejimi ABD ve diğer rakipleriyle rekabet edebilmesini, muazzam sayıdaki emek gücünü harekete geçirebilme ve maliyetleri düşük tutabilmesine (emekçilerin haklarını gasp etmesine) borçlu.
Bürokrasinin gücü, sadece kamu işletmelerini denetimi altında tutmaktan değil, kaynakların tümünün tahsisini denetliyor olmasından kaynaklanıyor. Sermaye birikim sürecinin bir tarafında ucuz emek gücü varken, madalyonun diğer yüzünde bu işletmeleri denetleyen parti bürokratları ve yerel yöneticiler yer alıyor. Ekonominin ve işçilerin üretkenliğinin artmasında bürokrasinin doğrudan çıkarı var. Zira Çin Komünist Partisi’nin bürokratları ekonomiyi denetlemekle kalmıyor, aynı zamanda bu işletmelerin başına ya kendileri geçiyor ya da çocuklarını yerleştiriyor.
Parti bürokratlarının yasalar karşısında dokunulmazlıkları söz konusu. Disiplin cezaları ancak parti içi çekişmeler sonucu işletiliyor. Nitekim Çongçing eyaleti Parti Sekreteri, eski Ticaret Bakanı ve Politbüro üyesi Bo Xilai’nin yolsuzlukları, ancak böyle bir parti içi çekişmenin sonucu ortaya çıktı. Xilai’nin mafya tarzı yöntemlerle 100 milyon dolara ulaşan bir servet edindiği bildiriliyor. Ancak bütün bu yolsuzluklar, Çin Komünist Partisi’nde on yılda bir gerçekleşen ve bu yıl Ekim ayında değişecek olan yeni liderlik tartışmalarının arifesinde ortaya çıkarıldı. Xilai’nin hedef seçilmesinin, Komünist Parti’nin 9 üyeden oluşan Politbüro Daimi Komitesi’ne aday olmasıyla ilgisi olduğu açık.
Emekçilerin yaşam koşulları
Bu ve benzeri yolsuzluklar ile bürokratlara tanınan ayrıcalıklar, Çin’deki ekonomik eşitsizliği de açıklıyor. Bir hesaplamaya göre, nüfusun en zengin yüzde 10’u ile en fakir yüzde 10’u arasındaki gelir farkı 26 kat. Emekçilerin ulusal gelir içindeki payı 1990’da yüzde 61 iken, 2007’da yüzde 53’e geriledi.[4]
Bu veriler, Çin’in niçin dünyanın en büyük lüks tüketim piyasalarından biri olduğunu da açıklıyor. Çin, geçen yıl dünya dolar milyarderleri sıralamasında ABD’den sonra ikinci sırada yer alıyordu.[5]
Gelir eşitsizliğine başka örnekler de verilebilir. Ulusal sağlık sigortası sistemi de eşitsizliklerle dolu. Çin’de işçiler, işçi olmayanlar ve kırsal kesimdekiler için üç farklı sağlık sigortası sistemi var ve bu sistemler arasında önemli farklar bulunuyor. Sigorta kapsamındakiler toplam sağlık harcamaları yükünün yüzde 35’ini karşılıyor. Kırsal kesimde yaşayan emekçiler, hastane masraflarının yüzde 41’ini ödemek zorunda bırakılıyor.
Ülkede 22 bin kişiye bir aile doktoru düşüyor. Buna karşın, sağlık ve sosyal alanlarda GSYMH’nin sadece yüzde 5,7’si harcanıyor. Oysa aynı gelir grubunda olan diğer ülkelerde bu harcamalar ortalama GSYMH’nin yüzde 12,3 düzeyinde. Çin, 2010 yılında BM İnsanî Gelişme Endeksi sıralamasında, Türkmenistan’ın ardından 89’uncu sırada yer alıyordu.[6] Oysa elinde bulundurduğu 2,5 trilyon dolarla, dünyanın en büyük döviz rezervlerine sahip ülke. Bürokrasi, bu kaynakları halkın sosyal gereksinimlerine harcamak yerine ABD Hazine bonolarına yatırarak, küresel kapitalizmin istikrarını korumayı tercih ediyor.
Çin’in Sovyetler Birliği’ndeki iç pasaport sisteminden ödünç aldığı ve 1958 yılında yürürlüğe soktuğu “Hukou” kayıt sistemi, özellikle kırsal kesimdeki tarım işçilerinin topraklarını terk etmelerini önlemek ve sanayileşme atılımlarına ucuz gıda tedarikinin sağlanmasını güvence altına almak üzere tasarlanmıştı. Sistem günümüzde de yürürlükte. Ekonominin küresel kapitalizmle bütünleşmeye açılmasıyla birlikte, sanayileşmenin ortaya çıkardığı muazzam iş gücü açığını kapatmak üzere kırsal kesimdeki emekçilerin iç göçlerine göz yumuldu. Çin’in kentli nüfusu 2011 yılında 690 milyona ulaştı. Günümüzde kentlerde yaşayan, ancak Hukou kaydına sahip olmayan yaklaşık 200 milyon göçmen işçinin olduğu tahmin ediliyor.
Hukou sistemine kayıtlı olmamak, sağlık, eğitim ve konut edinme gibi devletin sağladığı sosyal hizmetlerden yoksun kalmak demek. Göçmen emekçiler örneğin fabrikaların sağladığı kötü koşullardaki koğuşlarda kalmaya, sağlık ve eğitim hizmetlerinden yoksun olmaya ve daha düşük ücretlerle yaşamaya itiliyor. Emekçiler, kentlerde Hukou sistemine kayıt olabilmek için karaborsada yıllık gelirlerine eşit miktarlarda paralar ödemek zorunda kalıyor.
Çin’deki çalışma koşulları da son derece kötü. Apple ve HP gibi Amerikan elektronik devlerinin ürünlerini Çin’deki fabrikalarında üreten Tayvan kökenli Foxconn şirketinde, gece yarısı kaldıkları koğuşlardan alınan işçilerin, 12 saatlik vardiyalarla ve üstelik ABD’deki işçilerin beşte biri oranında ücretlerle çalıştırıldığı biliniyor.[7] Foxconn fabrikalarında yapılan bir incelemede, işletmenin 43 yasayı ihlal ettiği ve işçilerin 11 güne kadar varan kesintisiz sürelerde, haftada 60 saatin üzerinde çalıştırıldığı ortaya çıktı.[8] Apple, 2007-2010 yılları arasında bizzat gerçekleştirdiği denetimlerde, reşit olmayan ve rızası dışında işçilerin çalıştırılması, kayıtlarda sahtekârlık yapılması, gerektiği şekilde muhafaza edilmeyen zehirli atıklar yüzünden zehirlenen yüzden fazla işçi olması gibi, toplam 70’in üzerinde kural ihlali tespit etti.[9]
Yetkililer bu tür ihlallere göz yumuyor. Zira Foxconn Çin’in en büyük ihracat yapan şirketi ve 1,2 milyon istihdam ile en büyük işverenlerinden biri. Şirket, dünya toplam tüketici elektronik ürünlerinin yüzde 40’ının montajını gerçekleştiriyor. Çin ekonomisini yabancı yatırımcılar için cazip kılan unsurlardan biri de işçi sınıfı üzerindeki bu baskıların yaygın ve sistematik bir şekilde gerçekleşiyor olması.
Kuşkusuz bu tür baskılar beraberinde işçi direnişlerini de tetikliyor. Resmî verilere göre, Çin’de 2008 yılında mahkemeler 280 binden fazla iş ihtilafı davasına baktı; 2009 yılının başında bu davalarda yüzde 30 düzeyinde bir artış oldu. İngilizce yayımlanan resmî gazete China Daily‘ye göre, yabancı sermayenin yoğun yatırım yapmış olduğu Guangdong eyaletinde 2009 yılının Mayıs sonu ile Haziran başında iki haftalık dönemde 36 grev gerçekleşti.
Militarizm ve emperyalist hedefler
Çin, dünyanın en büyük ordusuna sahip. Aynı zamanda silahlanmaya en çok pay ayıran ülkelerden biri. Resmî verilere göre 2012 yılında silahlanmaya ayrılan bütçe 106 milyar dolar. Ancak gerçek rakamın bunun çok üstünde, 180 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor.[10] ABD’nin 2013 yılı toplam silahlanma bütçesi 642,5 milyar dolar olarak öngörülüyor. Yani Çin’in silahlanmaya ayırdığı bütçenin 3,5 katından fazla.
Çin Ordusu siyasî olarak da önemli bir güce sahip. Savunma Bakanlığı’na değil, doğrudan Çin Komünist Partisi’ne bağlı. Generaller ise elit bürokrasinin bir parçası. Politbüroda generaller için iki koltuk ayrılmış durumda.
Çin’in yükselen gücüyle birlikte bürokrasinin de giderek daha milliyetçi bir söyleme sahip olduğu gözlemleniyor. Ülkenin başta Vietnam, Güney Kore, Japonya ve Filipinler olmak üzere, hemen tüm komşularıyla sınır sorunu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ayrıca, Tibet ve Uygur Özerk Bölgesi gibi toprakları da işgal altında tutuyor.
Çin’in ekonomik gücünün artması, aynı zamanda ekonomisi için gerekli ham maddelere erişim, üretilen malların dünya piyasalarına ulaştırılmasının yollarının güvence altına alınması gibi lojistik ve askerî gereksinimleri de gündeme getiriyor. Oysa ABD’nin Pasifik filosu Asya’nın deniz yolları ve kıyılarına hakim durumda. ABD’nin Pasifik bölgesinde 24 askeri üssü var ve 325 bin askeri, yani toplam askeri gücünün yaklaşık beşte biri orada konuşlanmış. Zira bölgede yer alan 36 ülkede dünya nüfusunun yarısı yaşıyor; dünyanın en büyük üç ekonomisinden ikisi bu bölgede ve dünya toplam ihracatının yüzde 30’u buradan gerçekleşiyor. Güney Çin Denizi’nde seyreden yıllık ticarî kargo hacmi 5 trilyon doları buluyor ve bunun 1,2 trilyon dolarlık kısmını ABD ile yapılan ticaret oluşturuyor.
Çin, bu alandaki askerî zaaflarını aşmak üzere son yıllarda önemli adımlar atıyor. Yakın zamanda deniz filosunun görevlerine ilişkin doktrinini değiştirerek, görev sınırlarını Çin’in ekonomik çıkarları doğrultusunda daha geniş bir alan olarak belirledi. Bu, ABD’ye kafa tutmak anlamı taşıyor.
Askerî gücü arttıkça hassas sınır meselelerinde daha uzlaşmaz bir tavır sergilese de, Çin, sonuç olarak ABD’nin öncülük ettiği liberal dünya düzenine alternatif küresel bir görüşe sahip değil. Kendisini büyük oranda küresel kapitalist düzen içinde konumlandırmış durumda. Bu düzenin devamı ve istikrarında çıkarı var. Bu düzenin bir parçası olmakla birlikte, düzenin diğer aktörleriyle rekabet içinde ve bu rekabeti ancak kendi emekçi sınıflarının üzerinde sürdürdüğü baskı mekanizmasıyla ayakta tutabiliyor.
Öte yandan Çin devlet kapitalizminin yükselişi, aynı zamanda Çin işçi sınıfının ve mücadelesinin yükselişi anlamını taşıyor. Dünya işçi sınıfı, tarihinin hiçbir döneminde bu kadar büyük sayılara ulaşmamıştı. Çin ve Hindistan gibi ülkelerin hızlı sanayileşmeleri, aynı zamanda modern işçi sınıfının sayısının da hızlı artışı anlamına geliyor. Çin’in geleceğini, ABD ile rekabetinden ziyade, egemen bürokrasi ile işçi sınıfı arasındaki mücadele belirleyecek.
[2] 2010 yılı itibariyle hane halkı başına tüketim oranları GSYMH’nin yüzde 34’ünün de altına düştü. Oysa ABD’de tüketim oranları, İkinci Dünya Savaşı sırasında bile yüzde 50’inin altına düşmemişti.
[3] Arthur Kroeber, “Bear in a China Shop”, Foreign Policy, 22 Mayıs 2012.
[4] “The Rising power of the Chinese worker”, The Economist, 31 Temmuz 2010.
[5] http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_the_number_of_US_dollar_billionaires.
[6] Daniel W. Drezner, “…and China isn’t Beating the US”, Foreign Policy, Ocak-Şubat 2011.
[7] Çin’de 2010 yılı itibariyle kişi başına düşen ortalama gelir, ABD’nin yüzde 20’si düzeyindeydi. Bkz. Arthur Kroeber, a.g.e.
[8i] “Electronic Giant Vowing Reforms in China Plants”, New York Times, 29 Mart 2012.
[9] “In China, Human Costs Are Built Into an iPad”, New York Times, 25 Ocak 2012.
[10] Türkiye’nin 2011 yılında silahlanmaya ayırdığı bütçe, bunun onda biri oranında, 18 milyar dolar civarındaydı.