Orhan Kemal Cengiz
Bu yazı, Orhan Kemal Cengiz’in 23 Nisan günü Marksizm 2012’de yaptığı konuşmanın gözden geçirilmiş halidir.
Türkiye’de en büyük mesele bir muhalefet boşluğunun olmasıdır. Hem de korkunç boyutlarda bir sol muhalefet eksikliği bu. Muhalefet yapıyormuş gibi görünüp tamamen eski düzenin devamını sağlamaya çalışan, askerî vesayeti savunan bir CHP problemimiz var en başta. Sonuçta 10 senedir iktidarda bir muhafazakâr hükümet var. Onlardan bugüne kadar yaptıklarından başka daha ne beklenebilir?
Sorunun adını koymak lazım. Benim gazetem [Radikal] de başta olmak üzere herkes hükümete bindiriyor. Halbuki CHP’ye bindirmek lazım. Yani hükümet içinden geldiği dünya görüşünü bile on defa aştı. CHP onun yarısı kadar kendisiyle uğraşsa biz bambaşka bir yerde olurduk. Bunun yerine silik, ne akan ne kokan ne bulaşan, ne söylediği, ne istediği anlaşılmayan bir sol var Türkiye’de. Mesela şöyle diyorlar: “28 Şubat soruşturması başladı ama, 12 Eylül davası başladı ama, ben mutlu olamadım.” Kenan Evren bu ülkenin Saddam’ıydı. Toplumun üzerinden silindir gibi geçti. Bu adam yargı önüne çıkıyor. Bunlardan mutlu olamıyorlarsa gidip tedavi olmaları gerekir. Tuğlanın üzerine tuğla koyamayan bir soldur bu.
Ergenekon Davası
Ergenekona bakacak olursak çok kompleks, çok karmaşık bir tabloyla karşılaşırız. Ergenekon’da yargılanan, aslında Türkiye’nin 1915’te oluşan düzenidir. Yargılanan, Komitacı mantıktır. Ergenekon davasına baktığınızda Türkiye’de son 90 senede olanların bir hülasasını görüyorsunuz. Suikast planlayan, askerî darbe planlayan, medyayı ve iş dünyasını tehdit eden ve kontrol altına almaya çalışan, provokasyon ve manipülasyon yoluyla toplumu yönlendirmeye ve yönetmeye çalışan bir erk yargılanıyor bu davada.
Sorunumuzsa şurada: Bu dava bizim istediğimiz derinliğe inemiyor. Yani Ergenekon davası 1915’te dönmeye başlayan çarka çomak soktu, ama o çarkı kırmadı, durduramadı. Hatta bu çarkı anlamamıza sağlayacak bir derinliğe ulaşamadı.
Ben Malatya’da öldürülen misyonerlerin dava avukatıyım. Bir ara savcı Zekeriya Öz’le görüşme yaptık. Öz görüşemizde dedi ki; “Bu dosyaları dört yıldır inceliyorum, bugün başlasaydım bu dosyaları bambaşka bir gözle incelerdim.”
Ne demek istediğini çok iyi anlıyorum. Yani Kemalist bir eğitim sisteminden gelmiş, orduyu kutsal bilmiş, o mantaliteyle işine başlamış. Ama dört yıl o dosyaları okuya okuya başka bir bakış açısı beliriyor. Ama insanların kafalarındaki kalıpların kırılması, önlerinedeki hikâyeyi anlayabilecek bir noktaya gelebilmeleri, sürekli dezenformasyonla büyütüldüğünüz ve resmî tarihin sürekli enjekte edildiği Türkiye gibi bir ülkede oldukça zor bir iş. Bu, savcılar için de geçerli. İnsanlar Devlet Güvenlik Mahkemesi gibi bir yapının içinde hareket ediyorlardı. Nedir bu DGM? Devletin âli menfaatlerini koruyan bir sistem. O dosyalarda azınlıklara yönelik saldırıların ipuçları var. Alevilere yönelik saldırıların ipuçları var. JİTEM’in kurucuları, görevlileri orada.
Mesela Çetin Doğan bir seminer sırasında Gökçeada ve Bozcaada’nın nasıl boşaltıldığını anlatıyor. Tek tek, kademe kademe, bunun ne şekilde yapıldığını anlatıyor. Önce hapishane kurduk, sonra şöyle korkuttuk falan diye. Başka bir ülkede olsa herkes bunun üzerine atlar. Mesela Ege Ordu Komutanlığı’nın fişlemeleri var. Bakıyorsunuz ki fişlemelerin yapıldığı yerlerde gayrımüslimler saldırıya uğramış. Bu ve bunun gibi suçların nasıl işlediğine dair bilgilerle dolu dosyalar. Ama savcılar bunları araştırmıyor, bu bağlantıları göremiyor. Çünkü gözlerinin önünde büyük bir perde var.
Türkiye 1915’te kurulan sistemle hesaplaşmadı. Eğer sizin kafanızda böyle bir zihin açıklığı yoksa, resmî tezleri aşamamış bir durumdaysanız, önünüzde ne olursa olun onu göremezsiniz.
Bir ‘kızıl elma’ koalisyonu
Ergenekon diye bildiğimiz yapının çekirdeğine baktığımızda, Türk Ortodoks Patrikhanesi’nde toplantığını görüyorsunuz. İttihatçılar tarafından 1921 tarihinde Rumlara karşı savaşmak için kurulmuş ve bir kilisede toplanan bir oluşum. Ergenekon davası başladığında bunların fotoğrafları çıktı. Sürrealist bir resim gibiydi. Kilisede Veli Küçükler oturmuş şarap içiyordu. Orhan Pamukları tehdit edenler, Kuvvacı dernekler, hepsinin bağlantı noktası bu patrikhane. Şimdi normal bir ülkede bir savcı sormaz mı? “Ya kardeşim sen nasıl bir kilisesin, senin ne alakan var, Hıristiyanlıkla hiç alakası olmayan bir sürü adamı toplamışsın başına, ne yapıyorsun sen?” demez mi?
İşte Erkenekon dediğimiz şey tam da bu aslında: Bir ‘kızıl elma’ koalisyonu. Ergenekon’da yargılanan eski jandarma generali “Olağan Şüpheliler” filmindeki Kayzer Söze gibidir. Operasyon kısmının beyinlerinden bir tanesidir. Topal Osman’dır yani. Türkiye’de bir mantığın, bir insan tipinin devamı bu. Bu böyle bir rezalettir. Eğer siz geçmişle yüzleşmezseniz, onu yeniden ve yeniden üretirsiniz. Hem o travmaları yeniden üretirsiniz hem de o travmaları yaratan mekanizmaları yeniden üretirsiniz. Türk Ortodosk Patrikanesi’nin tarihini incelerseniz tüm derin devlet tarihine ulaşırsınız. Yani Ergenekon davalarında bir maden var. Yeter ki açılıp işlensin.
Görememe durumu
Bu görememe durumunu sadece savcılara da bağlayamayız. Solumuz da bunu malesef göremiyor. Mesela Alevi önderlerine suikastler planlanıyor, Aleviler ise hâlâ bu davayı farazî bir dava gibi görüyor. Belki de çok kurcalanmasını istemiyorlar, çünkü kurcalandıkça Kemalist-İttihatçı sistemle karşı karşıya gelmek istemiyorlar.
Öbür taraftan Kürtlerin de bu davaya bu kadar ilgisiz kalması anlaşılır bir şey değil. Başka bir ülkede bu mümkün mü? Arjantin’de, Şili’de insanları uçaklardan atan darbecileri yargılamak için insanlar mahkemelerin önünde yattı. Ben beklerdim ki Kürtler gitsin Silivri’nin önünde yatsın. “Bana Jitem’i ver” diyebilmelerini beklerdim. “Bana yakılan köyleri anlat” diyebilmelerini beklerdim. “Bana kayıpların hikâyesini anlat” diyebilmelerini beklerdim. Ama nasıl olduysa, sihirli bir el dokundu ve hiç kimsenin gıkı bile çıkmıyor.
Cumartesi Anneleri hâlâ Galatasaray’da toplanıyor, annelerin Galatasaray’da ne işi var, Silivri’nin önünde toplanmaları lazım, çocuklarının katilleri Silivri’de.
Tabii ki gelinen noktayı da küçümsemiyorum. Beş yıldır bu ülkede bu tip bir cinayet işlenmiyor. Çünkü bu mekanizma bir anlamda zarar gördü. Ancak bu sonsuza kadar sürebilecek bir şey değil. Mesela Türkiye’de jandarmanın illegal uzantılarını çok iyi bir şekilde elden geçirmediğimiz sürece bütün bu mekanizmalar yerli yerinde duruyor demektir. Hükümet-asker çatışması ve kuvvet parçalanması cinayetleri ve manipülasyonları durduruyor, ama mekanizmalar hâlâ yerinde. Biz Özel Harp Dairesi’nin daha kapağını bile kaldıramadık.
Ergenekon sanıklarının hakları
Ahmet Hakan beni Ergenekon davasından dolayı eleştiriyor, diyor ki “Sen çakıl taşlarını görmüyorsun.” Ben de diyorum ki “Sen çakıl taşları ile uğraşırken koca koca kayaları gözden kaçırıyorsun”. Yani bu gazetenin okurları beş yıldır okudukları bu davanı konusunu bile bilmiyor. Böyle korkunç bir manipülasyon olabilir mi? Sen önce davanın kapsamını, çerçevesini, konusunu bir ortaya koy. Sonra davada yaşanan insan hakları ihlallerini söyle, ben de seninle beraber sanık hakları için çarpışayım. Ama sanki bu davaya özgüymüş gibi, sanki sadece Ergenekon sanıklarının hakları ihlal ediliyormuş gibi, sanki vicdansız, insafsız yargılamalar hiç olmamış da bu davayla başlamış gibi yazıyorsun.
Kervan yolda düzülür mantığı
Şimdi bütün iş gariban üç tane savcının üzerine yıkılmış gibi. Nasıl ilerleyecek bu dava, bu savcılar neyi ne kadar götürebilecek? Ergenekon-Balyoz’da 800 sanık yargılanıyor. Türkiye buna hazır mıydı, bu bile tartışılır. Mesela örneğini Güney Afrika’da, Latin Amerika’da gördüğümüz geçiş dönemi adaleti diye bir şey var. Özelliği, mağdurdan hareketle mekanizmanın ilerlemesidir. Bizde böyle bir şey olmadı. Kervan yolda düzülür mantığı ile hareket edildi.
Zekeriya Öz özellikle Ümraniye bombalarını da bulunca hükümetin elinde zaten olan belgeleri de alıp yola çıktı, buralara kadar geleceğini bence tahmin etmiyordu. Öz’ü son gördüğümde gözleri okumaktan akmıştı. Bu kadar büyük bir davayı bu ekiple götürebilir misiniz?
Bence bu davaya 50 savcı bakmalıydı. Sadece Malatya olayı ile Hrant’ın suikastının bağlantılarına bile ayrı bir ekip bakmalıydı. Ve tabii ki bu davanın mağdurdan, insanların şikâyetlerinden, cephaneliklerden, cinayetlerden ilerlemesi gerekirdi. Ama onun yerine örgüt üyeliği üzerinden iş yürüyor. Sessizliği tetikleyen biraz da bu oldu. Halbuki mağduriyet ve cinayetlerden gidilseydi çok daha ürkütücü ve derin bir tabloya ulaşılabilinirdi. Biz de burada Türkiye’de ne olup bittiğini öğrenebilecektik. Biz bir anlamda bundan mahrum olduk.