Atilla Dirim
“Bu satırları bulan sen, lütfen her yeri iyice ara, toprağın her santimetre karesini elden geçir. Burada daha yüzlerce belge saklı. Kimi bana ait, kimi başkalarına. Ama hepsi de burada gerçekte neler yaşandığını gözler önüne seriyor. Bizden sonra gelecek olan, katledilen milyonlarca insanın varlığını bilsin diye…”
Bu satırların yazarı Salmen Gradowski, dünyanın en talihsiz insanlarından biriydi. Aslında sıradan bir insandı. Polonya’nın Suwalki şehrinde yaşayan bir Yahudi’ydi. Babasının dükkânında çalışıyordu. Hayat güzel, işler tıkırındaydı. Nereden bilebilirdi ki, bir süre sonra dünyanın en talihsiz insanlarından biri olacağını?
Auschwitz-Birkenau cehennemi
Bilemezdi, çünkü Nazi Almanyası Türkiye’den ithal ettiği tonlarca kromdan imal ettiği ağır silahlarıyla Polonya’yı bir gece içinde basıvermişti. Polonyalı süvariler yalın kılıç Nazi tanklarının karşısına çıkmış, ama bu kahramanca direniş doğal olarak hiçbir işe yaramamıştı. Polonya’yı birkaç günde işgal eden Naziler, burada hızla toplama kampları kurdular. Gradowski ailesi, 8 Kasım 1942 günü Auschwitz-Birkenau kampına götürüldü. Aile aynı gün gaz odalarında katledildi. Salmen hariç.
Salmen Gradowski hayatta kalmıştı, çünkü Naziler onu ‘Özel Birlik’ üyesi olmaya uygun görmüşlerdi. Özel Birlik, Yahudi tutsaklardan oluşan bir tür kamp polisiydi. Kampın esas yöneticisi olan SS kuvvetlerine bağlı olarak çalışıyorlardı. Elbette silahları yoktu. Kampın düzeninden ve iyi işleyişinden sorumluydular. En küçük bir asayiş bozukluğu, düzensizlik, itaatsizlik, tutsakların ve Özel Birlik mensuplarının ağır bir şekilde cezalandırılmasına neden oluyordu.
Her şeye rağmen bu yapının içinde olmak, belirli avantajlar sağlıyordu. Barınma, beslenme gibi ihtiyaçlar diğer tutsaklara kıyasla biraz daha iyiceydi. Özel Birlik üyeleri kamp içinde çeşitli yerlere gidebiliyor, diğer tutsaklarla ilişki kurabiliyor, hatta Alman askerleriyle bile – bir toplama kampında ne kadar iyi olabilirse o kadar – iyi ilişkiler geliştirebiliyordu.
Şişe postası
Auschwitz-Birkenau kampına alınmasından on altı ay sonra, Salmen Almanların güvenini kazanmayı başardı. Bunun sonucunda, kâğıt ve kalem temin ettiğini ve yaşadıklarını yazabilecek kadar boş vakit bile bulduğunu biliyoruz. Biliyoruz, çünkü Salmen yazdıklarını bir şişeye ve bir konserve kutusuna koymuş, iki ayrı yerde toprağa gömmüştü. Şişe ve konserve kutusu, iki ayrı tarihte iki ayrı kişi tarafından bulundu, yıllar sonra tesadüf eseri bir araya getirildi ve bize bir trajedinin canlı tarihini aktardı.
Salmen’in anlattıkları aslen kendisiyle ve Theresianstadt tutsaklarının gaz odasında öldürülmesiyle ilgiliydi. Theresienstadt bir toplama kampıydı; ama görünüş itibarıyla sıradan bir yerleşimden farkı yoktu. Güzel, derli toplu evler, temiz, bakımlı insanlar, sıradan bir hayat… Dışarıdan böyle görülen Theresienstadt, Naziler tarafından dünyayı kandırmak amacıyla kurulmuş bir yalandı. Savaşın akışının 1943’te değişmeye başlamasıyla birlikte Theresienstadt Yahudileri de Auschwitz-Birkenau’a gönderilerek gaz odalarında katledildi.
Salmen, Yahudi kadınların gaz odalarında nasıl katledildiklerini ayrıntılarıyla anlatır. SS’ler Yahudileri bir çalışma kampına göndereceklerini anlatarak, direnmelerine fırsat vermeden ölüme göndermeye çalışır. Kullandıkları taktikler başarılı olur; Auschwitz-Birkenau’un gaz odalarına gelindiğinde artık iş işten geçmiştir. Kadın ve çocuklar bir odaya toplanır ve soyunmaları emredilir. Emirlerin uygulanmasını sağlayan Yahudi Özel Birliği üyeleri arasında Salmen Gradowski de bulunmaktadır.
Theresienstadtlı kadınlar, Nazilere derhal teslim olmaz. İçlerinden hiçbiri hayatının bağışlanması için yalvarmaz. Anneler, kollarındaki çocukları öperek ölüme gider. Sarhoş SS askerleri, küfür ve yumruk savurarak kadınlara daha hızlı soyunmalarını emreder. Uzun saç örgülü, on iki yaşındaki bir kızın annesi SS’lere lanetler savurur; bir kadın SS’in suratına tükürür. Kızlardan biri soyunmayı reddeder ve diğerlerine direniş çağrısı yapar. SS’ler onu oracıkta vurup öldürür. Böylece gaz odaları yavaş yavaş dolmaya başlar.
Ama gaz odalarından yükselen ses korku çığlıkları değildir. Odalardan marşlar yükselir: Önce Hatikwa, ardından Çekoslovakya millî marşı. SS subaylarını asıl dehşete düşüren, gaz odalarından yükselen Enternasyonal’in melodisi olur. Bu bir uyarıdır sanki, SS’lere yaklaşan sonlarını hissettirir…
Direniş, isyan, ölüm
Cehennemin içinde ikinci bir cehennem hayatı yaşayan Özel Birlik üyeleri, 7 Ekim 1944’de silahlı bir isyan hareketi başlatır. Kamptaki kadınlar, zorla çalıştırıldıkları bir silah fabrikasından patlayıcı ve silah çalmayı başarmışlardır. Aralarında Salmen Gradowski’nin de bulunduğu Özel Birlik üyeleri, patlayıcıyla Krematoryum IV’ü kısmen havaya uçurmayı başarır. Sonra tel örgüleri parçalayıp 250 kadar tutsağın kaçmasını sağlarlar. Ne var ki isyan kısa sürede bastırılır. Kaçan tutsakların hepsi yakalanıp öldürülür.
Salmen Gradowski de ölenler arasındadır. Bir direnişçi, bir kahraman olarak ölür; üstelik yaşananları bilmemiz, yaşananların bir daha yaşanmasına izin vermememiz için bizi uyarmayı ihmal etmeden…
Gradowski’nin yazdıklarından:
“Her defasında iki ceset koyuyorlar yan yana. İki insan, iki dünya. İnsanlığın içinde kendilerine yer edinmişlerdi, yaşıyorlardı, çalışıyorlardı, üretiyorlardı, varlardı. Dünya için bir şeyler yapıyor, bu büyük binaya bir tuğla koyuyor, dünya ve gelecek için bir ilmek daha atıyorlardı. İşte, sadece yirmi dakika sonra, onlardan geriye iz bile kalmayacak.”
“Büyük, özgür dünya günün birinde bu alevleri fark edecek mi? Sen, ey insan, günün birinde bir akşam bir yerde durup, bakışlarını bu alevlerin aydınlattığı koyu mavi gökyüzüne çevirecek misin? Sen, ey özgür insan, bil ki, bu hiç durmadan insanları yakıp kül eden cehennem ateşidir…”