Alex Callinicos
Dünya ekonomisi krizin en zor kısmını atlattı mı? Borsalar son aylarda bu doğrultuda işaretler vererek hisse fiyatlarını yükseltiyor.
Kriz bir aşamada sona erecek. Kapitalizm daima Karl Marx’ın “işlemeyen çevrim” dediği bir genişleme ve çökme çemberini takip eder. Kapital’in üçüncü cildinde ekonomik daralmanın –işsizliğin ücretleri düşürmesi ve kâr getirmeyen sermayeyi yok ederek- ekonomik canlanmanın şartlarını yaratmaya yardımcı olduğunu anlatır.
Peki, bu noktaya varmak üzere miyiz? Kuşkuluyum. Çünkü piyasaların toparlanmasının iki temel sebebi var.
İlki Mario Draghi Avrupa Merkez Bankası’nı geçen Kasım’da devraldıktan sonra yapılan uzun vadeli yeniden finansman operasyonu. Bu operasyon Avrupa bankacılık sistemine 1 trilyon Avro değerinde üç yıl vadeli ucuz fon pompalayarak Avro bölgesine biraz zaman kazandırdı.
İkincisi, ABD ekonomisi uzun bir duraklama döneminin ardından biraz daha hızlı büyümeye başladı. Mart ortasında işsizlik yardımı için yapılan yeni başvurular Şubat 2008’de Büyük Resesyonun başlamasından bu yana en düşük seviyesine indi.
Ne var ki bu yükseliş eğilimi dünyanın başka yerlerinde olanlarla çelişki halinde. Örneğin Çin yavaşlamaya devam ediyor.
Satınalma Müdürleri Endeksinin son verilerine göre imalat üretimi azalıyor. Japonya’nın Çin’e ihracatı Şubat ayında asıl olarak makine teslimatlarındaki düşüş nedeniyle yüzde 14 oranında düştü.
Avro bölgesi Satınalma Müdürleri Endeksi kıta Avrupa’sındaki üretimin aslen Fransa ve Almanya merkezli olarak geçen sonbahardan bu yana düştüğünü gösteriyor.
Bunun üstüne Batı ve İran arasında savaş çıkarsa arzın etkileneceği kaygısıyla artan petrol fiyatları da eklendi. Uluslararası Enerji Ajansı’ndan Fatih Birol petrol fiyatları daha fazla yükselirse bunun “Küresel ekonomiyi gerisin geriye durgunluğa itebileceğini” söylüyor.
Ancak daha temel bir sorun var. Mevcut kriz geçen doksanların ortasında ucuz kredi balonunun patlamasıyla ortaya çıktı. Sonuç olarak ekonominin çeşitli aktörleri –tek tek haneler, özel şirketler, devletler– borçla yüklendi. Şimdi bu borcu kapatmaya çalışıyorlar.
Financial Times gazetesinin yatırımlar konusundaki kıdemli köşe yazarı John Authers’in alıntıladığı bir çalışmaya göre, “İsveç’te toplam hanehalkı 1990’ların yedi yıllık kredi krizi esnasında borçları gayrisafi yurtiçi hasılanın (GSYH) yüzde 44’ü oranında azalttı.
ABD toplam hanehalkı GSYH’nin yüzde 15’ini ödedi, Birleşik Krallık ve İspanya için rakamlar sırasıyla yüzde 10 ve yüzde 6.”
ABD’nin borç geri ödemesinde daha ilerde olması ekonomisinin İngiltere ve İspanya’dan daha iyi durumda olmasını açıklıyor. Ancak borç geri ödemesiyle ilgili bir sorun var. Borç ödeyebilmek için harcama yerine tasarruf etmek zorundasın. Bu da mal ve hizmetlere olan talebi azaltır.
Diğer taraftan kriz yüzünden hükümet borçları arttı. Bunun kısmî bir sebebi devletlerin özel borçları devralması. Costas Lapavitsas ve Nouriel Roubini gibi çok farklı ekonomik yorumculara göre, Avrupa Birliği ve IMF özel sektör borçlularının yerine geçerek en son Yunanistan “kurtarma operasyonunda” aynen bunu yaptı.
Şayet hükümetler borç yüklerini azaltmak için kamu harcamalarını kısarlarsa bu sefer talep bir kez daha azalır. Ekonomik üretim çıktısı azalır ve Avro bölgesinin daha zayıf ekonomileri için konulan borç ödeme hedeflerine ulaşmak zorlaşır. Yunanistan’da bütün bunlar 1930’ların Büyük Bunalımı’yla kıyaslanabilecek yıkıcı bir çapta gerçekleşti.
Diğer taraftan daha büyük bir ekonomi olan İspanya’nın da aynı şeyleri yaşamak üzere olduğu kaygıları var. Aslında krizin başlangıcından bu yana toplam borç miktarı arttı. İki İspanyol iktisatçı bütçe açığını bu sene AB’nin istediği şekilde yüzde 5,3 azaltmanın imkansız olduğunu ifade ediyor.
Hayır, kriz henüz bitmedi.
Çeviren: Betül Genç