Volkan Akyıldırım
Taraf gazetesinde geçen sonbahar başlayan “Savaşı kim başlattı?” tartışması Kürt sorununa bakıştan şiddet sorununa, oradan da sosyalizm tartışmasına doğru ilerledi.
Halil Berktay’a göre devlete karşı Kürt hareketinden yana olan tutum alan Roni Margulies ve Nabi Yağcı’nın yaklaşımı “Sadece devlet ile silâhlı isyan örgütünden oluşan ikili bir çerçevede, her şey gelip, ezen devlet karşısında ezilen milletin haklı şiddetini mazur göstermeye dayanıyor.” 1
Sorun Berktay’ın ileri sürdüğü gibi Marksist gelenekte mi?
Marx ve şiddet
Hannah Arendt, 1968’de Avrupa’da öne çıkan Maocu hareketlerle tartışırken, “iktidar namlunun ucunda büyür” diyen görüşle Marksist gelenek arasında hiçbir bağlantı olmadığını anlatmıştı:
“Kuşkusuz Marx tarihte şiddetin oynadığı rolün ayırdındaydı. Ama bu rol ona göre ikincil bir roldü. Eski toplumun sonunu getiren şey şiddet değil iç çelişkileriydi. Yeni bir toplumun doğumunu önceleyen şiddetli patlamalardı; ama bunlar doğumun nedeni olarak görülemez. Aynı damarda ilerleyerek, devleti egemen sınıfın denetiminde bir şiddet aygıtı olarak değerlendirir. Ama egemen sınıfın fiili iktidarı şiddetten olmaz ya da şiddete dayalı değildir. Egemen sınıfın fiili iktidarını tanımlayan, toplumda oynadığı rolüdür; ya da daha açık bir deyişle üretim sürecindeki rolüdür.” 2
Marx, Engels ve dönemin devrimci sosyalistleri, anarşistler gibi devlet görevlilerine suikast ya da bombalama gibi bireysel terör eylemlerini benimsemedi. İşçi sınıfına siyasal gerçekleri teşhir etmek, egemen sınıfın fikirleriyle ideolojik mücadele yürütmek, işçi sınıfının örgütlenmesine yardımcı olmak ve işçi sınıfının ortak talepleri için “barışçıl” (şiddet içermeyen, ancak sınıflar arası barışı da reddeden anlamında) kitle gösterileri örgütlenmesiyle ilgilendiler. Her şiddet eylemi, bireysel terörizm, bir azınlığın işidir. Sosyalizm ise emekçi sınıfların kitlesel kolektif eylemleriyle kurulabilir.
Şiddetin en üst biçimi olan savaşa karşı 1871’de Paris halkının kurduğu Komün’de herkes silahlanmış ve “özel silahlı müfrezeler” ortadan kalkmıştı. Marx, bürokrasinin ayrıcalıklarına son verilmesiyle birlikte düzenli ordu ve kolluk kuvvetlerinin ortadan kalkmasını devletin sönümlenmesinin temel koşulu olarak görmüştür. Marx’a göre kansız bir şekilde kurulan Paris Komünü proletarya diktatörlüğüdür.
Komün, Paris’e sıkıştığı için 72 günlük özgürleşme deneyiminin ardından eski rejimin askerî saldırısıyla yıkılmıştır. İşçi sınıfı ve ezilenlerin karşısına şiddet araçlarıyla çıkan, “ilk kurşunu sıkan” burjuvazidir. Komün’ü hayatları pahasına savunan 30 bin insan katledilmiştir. Tarihteki tüm işçi devrimleri ve ayaklanmalarında da aynı şey olmuştur. Merkezî devlet aygıtını şiddet kullanarak yeniden toparlamak isteyen kapitalist sınıflara karşı emekçi kitleler kendilerini savunmuştur.
İşçi sınıfının siyasal mücadelesiyle toplumun üzerinde gibi görülen devlet aygıtını yıkması ve yerine kurulduğu andan itibaren kendi sönümlenme sürecini de başlatan ‘devlet olmayan devlet’in ortadan kalkması şiddet üreten yapının da son bulması demektir.
Sınıflı toplumlarda şiddetin kaynağı devlettir. Halil Berktay’ın düşüncesinde eksik parça budur. Defalarca katliam yapan 700 bin kişilik bir orduyla 10 bin gerillayı eşit güçlermiş gibi sunan Berkay kapitalist devlet, ulusal baskı ve şiddet arasındaki ilişkiyi silikleştirmektedir.
Sorun Bolşeviklerde mi?
Rusya’da Marksist akım Narodnik gelenekle siyasî, teorik ve ideolojik bir hesaplaşma ile kendini var etmiştir. Bolşevikler bireysel terörü ve şiddeti bir siyasal yöntem olarak kullanmayı reddetmiştir.
Rus devriminin deneyi hem Marx’ın hem Lenin’in görüşünü doğrular.
1905’te daha fazla ücret için Çarlık Sarayı’na yapılan barışçıl işçi yürüyüşüne askerler ateş açmıştır. İşçiler kitle grevleri yaparak, sovyet kurarak buna yanıt verdi. 1917 Şubat’ın da Çarlık grev hareketiyle kendiliğinden yıkılmıştır.
Konsey hareketine şiddet uygulayan ise Halil Berktay’ın haklı bulduğu Menşeviklerin 3 de içinde bulunduğu Geçici Hükümet’tir. 1917 Temmuz’unda gittikçe güçlenen Bolşevik Partisi üyeleri hakkında yargısız infaz emrini veren de Geçici Hükümet’ti.
Tutuklama ve terör dalgasına öfke duyan Bolşeviklerin “silahlı ayaklanmaya başlayalım” görüşüne karşı mücadele eden Lenin, çoğunluk devrim fikrini kabul etmeden ayaklanmaya karşı çıktı. Lenin, işçi sınıfının çoğunluğu ikna olmadan erken ayaklanmaya, askerî maceracılığa ve darbeye karşı çıkmıştır.
1917 Eylül’ünde General Kornilov’un darbesine karşı geçici hükümeti savunan Bolşevikler bu mücadelede yığınları devrim fikrine kazandı. Bu yüzden 1917 Ekim Devrimi sırasında kayda değer bir şiddet olayına rastlanmamıştır. Çoğunluk devrim fikrine ikna olduğu için ordu bölünmüş, polis aygıtı çözülmüş, karakollara ve kışlalara işçiler tarafından el konulmuştur. Tıpkı Komün’de olduğu gibi, herkes devrimi savunmak için silahlanmış ve eli silahlı adamların örgütlenmesi fiilen ortadan kaldırılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nı Sovyet’in hükümet etme görevi verdiği Bolşevikler bitirmiştir. Ekim Devrimi’ni izleyen bir yıllık dönemde devlet aygıtı çözüldüğü için kanlı pratikler yaşanmamıştır.
Rus devrim tarihinde şiddet eski rejimin güçlerinin başlattığı savaşla devreye girer. Devrimi gerçekleştiren işçi sınıfının yüzde 95’inin imhasıyla sonuçlanan iki yıllık iç savaş döneminde işçi iktidarı toplumsal temellerini yitirdi. Kızıl Ordu’yu ne Lenin ne de Troçki yeni topluma atılmış bir adım, daimî olarak var olacak bir güç olarak niteledi. Aksine, bunları atılan geri adımlar olarak gördüler.
Marksist gelenek, tek bir ülke sınırlarında kaldığı sürece devrimin yenilmesinin ve eski toplumun kendini yeniden üretmesinin kaçınılmaz olduğunu savundu.“Rusya’da sorun sadece ortaya konulabilirdi; fakat çözülemezdi.” 4
Tek ülkede sosyalizmin imkânsızlığı Roni Margulies ya da troçkistlerin aklî çıkarımlarından kaynaklanmaz. Kapitalizmin uluslararası bir sistem olduğu ve onu aşacak bir toplumun ancak dünya çapında kurulabileceği gerçeği nesnel bir olgudur. Marx’ın kapitalizm analiziyle bakıldığında SSCB, Doğu Bloku, Çin, Küba, Kuzey Kore gibi toplumlar sosyalist değil, bürokratik devlet kapitalisti rejimlerdir. 5
Stalinizm Kızıl Ordu’nun, gizli polisin, devletin daima varolacağını savunur. Doğu Avrupa’yı işgal eden Kızıl Ordu SSCB’nin uydusu rejimleri kurmuştur. Bu yol Paris Komünü ve Ekim Devrimi’nin yolu değildir. Marx, Engels, Lenin, Troçki, Rosa Lüksemburg’un geleneğiyle Stalin ve Mao gibi ulusal sosyalizmi savunanları aynı kaba doldurmak tarihi çarpıtmaktır.
1917’den 1929’da Stalinizmin nihaî iktidarı kurulana kadar olan sürecin içindeki birkaç yıllık aşağıdan sosyalizm deneyimine dikkat çeken Margulies’i “asr-ı saadet Leninizmi” anlatmakla itham eden Berktay, sosyalizm teorisini 72 günlük Paris Kömünü deneyimine dayandıran Marx’ı da aynı şekilde suçlayabilir!
Dünyayı değiştirmek isteyenlerse Berktay gibi toptancı olamaz. Stalin Lenin’in devamcısı değildir. Mao ile Marx arasında fikrî bir ortaklık yoktur.
Hata ulusal kurtuluş hareketlerine bakışta mı?
Ulusal eşitsizliklerin var olduğu yerde sosyalizm kurulamaz. Sosyalizmi kurma gücünü taşıyan işçilerse devrimci eyleme girişmek için “kendi” ulus devletlerinden, üyesi oldukları ezen ulusun milliyetçiliğinden kopmalıdır. Lenin’in düşüncesi Marx ve Engels’in İrlanda sorununa bakışındaki tutumla aynıdır. Marx’a göre, İrlanda özgür olmadıkça İngiliz işçi sınıfı da kurtulamaz, İrlanda’nın özgürlük mücadelesi işçilere kurtulmak için bir imkân sunar.
Rusya’daki işçi iktidarı Çarlık’ın baskısı altındaki halklara kendi kaderlerini tayin hakkı tanıyarak ulusal baskıya da son verdi. Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresi, ulusal baskının son bulmasını savunmuş, sömürge halklarının mücadelesini desteklemiştir. Bu tutum dünyada birçok savaşın (şiddetin) nedenini ortadan kaldırmak için ulusal baskıya son veren radikal bir çözümdür.
Tam da bu yüzden, sömürgelerdeki kurtuluş hareketlerine koşulsuz fakat eleştirel destek tutumunu benimsemek gerekir. Destek koşulsuzdur, ezilen halkın özgürlüğünü kazanmasını ve ulusal baskıyı uygulayan “kendi devletimizin” yenilmesini savunuruz. Desteğimiz, o hareketlerin siyasal programı ve ideolojisine değil emperyalizm/sömürgecilikle çelişiyor olmasındandır. Ezilen ulus milliyetçiliğinin sınıf uzlaşmacı politikalarını acımasızca eleştiririz. Lenin ulusal kurtuluş hareketlerini hiçbir zaman kızıla boyamamayı öğütler. Ulusal hareketler sosyalist değildir.
Berktay’ın hatalı bulduğu “teori” ulusal hareketlerin uyguladığı şiddeti meşru (kaçınılmaz) olarak görmez; şiddetin kaynağı olan ulus devlete ve milliyetçiliğe, şiddettin kendini ürettiği ezme-ezilme ilişkilerine son vermenin yolunu gösterir.
Kürt sorunu ve şiddet
Ezen ulus milliyetçiliği ile ezilen ulus milliyetçiliğine aynı anda karşı çıkmak Berktay’ı ezen ulus milliyetçiliğinin karasularına taşıyor.
“Kürt sorunu ile Kürt hareketi sorununu ayırt etmek” 6 gerekir. Yani Kürt sorunu ile PKK sorununu birbirinden ayırmalıyız diyor Berktay. İyi de, 30 yıldır devlet ve hükümetler aynı şeyi söyleyerek savaşı haklı ve meşru kılmak istemedi mi?
Türkiye nüfusunun yüzde 10’dan fazlası ulusal taleplerini savunduğu için Öcalan’ın hareketini destekliyor. Devlet muhatap alıp Öcalan ve PKK ile Kürtlerin hakları için masaya oturuyor. PKK liderinin yazdığı protokolleri ele alıyor. Berktay’ın görüşü Öcalan’a kendi halkının hitap ettiği gibi “önderlik” diyen MİT müsteşarının bile gerisinde!
PKK birçok ulusal kurtuluş hareketi gibi bir yoksul köylü hareketidir ve devlet şiddetle üzerine geldiği için silahlı direniş yolunu benimsemiştir. Otuz yıldır süren savaşla büyüyen şiddet sarmalı, sömürge halkı özgür olmadan bitmez.
Berktay gibi düşünenlerin durdukları noktadan şiddet sorununu çözecek zemine adım atılamaz. Kürt sorununu başlatan Türk ulus devletinin kuruluşudur ve o günden bugüne değişmeyen tutumudur. Şiddete karşı olduğumuz için devletin Kürt hareketinin taleplerini yerine getirmesi gerektiğini söylüyoruz.
Berktay, “Kürt hareketinin esası ve çekirdeği olarak PKK ve KCK, bugün Türkiye’nin demokrasi güçleri arasında değil” diyerek şiddet üreten çözümsüzlüğün devam etmesini savunuyor. Berktay’ın demokratik bulmadığı bu çizgiye 12 Haziran seçimlerinde 2 milyon 700 bin Kürt oy verdi. On milyondan fazla insana ‘siz demokrasi alanının dışındasınız’ dediğinizde, onlara şiddet kullanmaktan başka bir yol sunmazsınız.
Emekçi sınıfların kullandığı otobüslere, kamu binalarına, öğrenci yurtlarına molotof kokteyli atmak, Batı’daki kitle gösterilerinde ses bombası atmak devrimci eylemler olmadığı gibi, Kürt halkına özgürlük de getirmez. PKK’nin sivillere yönelik saldırıları Türk yoksullarını MHP’nin tabanına itmekten başka bir sonuç yaratmaz.
Burada da suçlu devlettir. Yürüttüğü kirli savaşla sadece Türk devletinden değil Türklerden nefret etmeye başlayan Kürt gençlerini yaratan, onların köylerini boşaltan, yakınlarını ve arkadaşlarını öldüren, aşağılayan ve silahla direnmekten başka bir seçenek bırakmayan devlettir. PKK’nin şiddet eylemleri yapmamasının, silah bırakmasının yolu devletin geleneksel şiddetinden vazgeçip Kürtlerin özgürlüğünü tanımasından geçiyor.
Van depremi ve Uludere katliamının ardından savaşı kimin başlattığı artık belirgin. Savaşın, şiddetin, akan kanın sorumlusu Türkiye devletidir. Şiddet ve savaş karşıtları “kendi devletlerinden” hesap sormalıdır.
1. Halil Berktay, “Eski-yeni ayrışmalar”, Taraf, 24.11.2011.
2. Hannah Arendt, Şiddet Üzerine, s. 17-18.
3. Halil Berktay : ”1903’ten itibaren Martov ve Menşevikler, Rusya koşullarında bir devrim zorlamasının tam da böyle bir Asyaî bürokratik despotizme yol açacağını söylemediler miydi?”, Taraf, 3 Ocak 2012. Sekiz ay boyunca işçilerin kendi iktidarlarını kurmasına engel olan Geçici Hükümet’te Menşevikler, Narodnik geleneğin partisi SR ve Rus burjuvazisinin temsilcisi Kadetler bulunuyordu.
4. Rosa Lüksemburg, Rus Devrimi, Yazılama, 2009.
5. Tony Cliff, Marx’ın kapitalizm analizini Rusya’ya uygularak bu toplumun sosyalizm değil bürokratik devlet kapitalisti olduğunu göstermiştir. 1989’un üzerinden 23 yıl geçse de stalinist toplumların yapısına bakış sosyalizm tariflerinin şekillendiği yer oluyor. Rusya’da Devlet Kapitalizmi, Metis, 1990.
6.Halil Berktay, “Eski-yeni ayrışmalar”, Taraf, 24.11.2011.