Metin Demir
Siyah nokta temizliği, anti-aging, cilt bakımı, ameliyatsız yüz gerdirme (lifting), vücut sıkılaştırma, selülit giderme, protez tırnak, kaynak kirpik ve saç, lazer epilasyon… Artık İstanbul’un herhangi bir sokağındaki güzellik merkezinin önünde, tüm bunların yazıldığı bir afiş görmek mümkün. Ülkemizde güzellik salonları hızla artıyor, güzelliğe olan teveccüh ve buraya akan sermaye hızla büyüyor.
Kozmetik kelimesinin kökeni “kosmos”tur. Kozmos eski Yunanca düzen ve evren anlamına gelir. Kozmetik, maddesi beden, ilkesi güzellik olan yeni bir kozmostur. Beden üzerine yazılan bu yeni düzenin doğası nedir? Beden üzerinde inşa olunan bu yeni evren nasıl işler?
Güzel bedenler mücadelesi
Bugün güzellik Allah vergisi bir lütuf olarak değil, bilakis bir çaba meselesi olarak görülüyor. “Çirkin kadın yoktur, bakımsız kadın vardır” sözü bu anlayışın sarih bir ifadesidir. Güzellik salonuna giren sıradan kadın, kaşları keman, kirpikleri ok, gözleri ceylan, ruhsarı al bir dilber haline gelebilir. Biraz paranız varsa, yağlarınızdan bir anda kurtulabilir, istenmeyen tüylerinizi birkaç seansta yok edebilir, kendinize tırnak takabilir, saçınızın rengini psikolojinize göre değiştirebilir, uzatabilir, kısaltabilirsiniz. Botoks, estetik cerrahi gibi operasyonlarla vitrinlik yüzünüz yıllar akarken hep aynı kalır. Bunların hepsi yeni teknolojilerle mümkün.
Sadece kadın tarafında değil tabii. Schophenhauer Aşkın Metafiziği’nde doğanın, güzelliği kadına, erdemi ve gücü erkeğe verdiğinden bahseder.[1] Toplumumuzda da erkeğin güzel olması pek beklenmezdi, belki boylu poslu olmak bir kıstas olabilirdi, ama bu güzellikle değil güç ile alakalıdır. Erkekte aranan, güzellikten ziyade iyi huy, efendilik, fiziksel ve manevî güç, otorite, akl-ı selim gibi hasletlerdi. Ama bugün kapitalizm kozmetik konusunda pazarın yönünü erkeğe doğru da yöneltmiştir. Artık erkekten de güzellik adına çok şeyler beklenmektedir. İdeal erkek ipek gibi saçlara, fit ve kaslı bir vücuda, düzgün kaşlara, inci gibi dişlere sahip olmalıdır. İtaatkâr bedenlerimiz bu emirleri kabul etmeye hevesli göründüğünden olacak ki, mahalle berberlerimiz erkek güzellik salonlarına dönüştü, lazer epilasyon merkezlerinin bekleme salonları erkeklerle dolmaya başladı, her mahallede body salonları var ve insanlar protein, karbonhidrat, vitamin gibi takviyelerin yanı sıra hormon takviyeleri ile de ideal vücutlara ulaşabilmek için bu salonlarda çetin bir mücadele veriyor. İdeal erkek sektörüne artık erkekler tarafından da oluk oluk para akmaya başladı.
Ağda ve lazer epilasyon
Çağdaş kozmetik, artık doğal güzelliğe küçük eklemelerle yön vermiyor, doğal olanın kendisini ortadan kaldırıyor. Ağda ile lazer epilasyon arasındaki fark bir ileri teknoloji, alet edevat farkı değil, bir mahiyet farkıdır. Ağda doğal olanı yönlendirmektir, üzerini örtmek yahut örtük olanı açmaktır. Lazer epilasyon ise yeni bir beden yaratmaktır, basitçe bir değişim değil kökensel bir dönüşümdür. Aralarındaki fark yel değirmeni ile kompresör farkı gibidir. Biri sadece havanın yönünü değiştirir ve doğal şartlara bağlıdır, diğeri yapay ortamda doğadan bağımsız hava üretebilir. Biri sadece kullanır, öteki yaratır.
Ağda sadece kılın altındaki teni öne çıkaran bir öne çıkarma hali iken, lazer epilasyon istenmeyen olarak ilan edilmiş tüye saldırarak onu düzenler ve tekrar başınıza musallat olmayacağının güvencesini verir. Lazer epilasyon ile ağda arasında bu manada bir mahiyet farkı vardır.
Lazer epislasyon simülatif bir edimdir. Jean Baudrillard’a göre simülakra çağında doğa taklit edilir ya da yönlendirilirdi. Simülasyon çağında ise artık taklit edecek bir doğa yoktur. Simülasyonda göstergenin gösterdiği ile nesnel dünya arasında bir ilişki yoktur. Bu çağda gösterge referansını kaybetmiştir. O artık bir şeyin yerini tutan bir şey değil, kendi içinde sürekli yenilenen ve yinelenen bir oyunun parçasıdır. Simülasyon gerçeğin kopyası değil, gerçeği olmayan bir, kopyanın kopyasıdır. Lazer epilasyonda artık gerçekliği olmayan bir ideal beden imajı yeniden yeniden üretilmektedir.[2] Ağda “mış gibi yapmak” iken, lazer epilasyon simülasyondur, kılsız bir ten ile epilasyon sonrası teni birbirinden ayırt etmek artık mümkün değildir. Aslın kaybolduğu, kozmetik simülatif bir edimdir lazer epilasyon.
Bu yeni durumda asıl olan ile ek olan, doğal olan ile yapay olan birbirinden ayırt edilmemektedir. Doğa ve kültürün iç içe geçtiği bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Teknik öyle derinlere işlemiştir ki, artık doğal olanı üretmeye başlamıştır. Lazer epilasyonda teknik, doğal olmayan bir doğallık yaratmaktadır. Bu doğal olmayan-doğal güzelliğin kozmosunu anlamak için Donna Haraway’in cyborg (siborg) teorisinden faydalanabiliriz.
Cyborg bedenler
Bir sosyalist-feminist ve postmodern kuramcı olan Donna Haraway, yazdığı Siborg manifestosuyla, ironik politik bir mit olan siborg kuramını ortaya atmıştır. Siborg kuramı, kadını doğa ile yahut bir tür saflık ve masumiyet ile özdeşleştiren her türlü feminist kurama bir başkaldırı olarak kaleme alınmıştır. Siborg cinsiyet-sonrası dünyanın bir mitidir ve Batılı anlamda her türlü köken arayışına karşı çıkar. Her türlü doğallıkla özdeşleşme ve kökensel bütünlük iddiasına karşı durur.[3]
Siborg beden, doğa ile kültürün nerede başlayıp nerede bittiğinin bulunamadığı bedendir. Organizma ile organizma olmayan, makine ile beden, madde ve ruhun iç içe geçtiği ikili karşıtlıkların eridiği bir imgedir siborg. Lazer epilasyonun uygunladığı beden doğallığına lazerin müdahalesi ile bir daha dönemeyecek olan, yeni tekno-bedeni ile yeni bir doğallığa kavuşmuş, siborgyan bir bedendir. Bu hali ile lazerlenmiş kişi, orijinalliğini, doğallığını, bütünlüğünü kaybetmiş, tekno-beden haline dönüşmüştür. Fakat Haraway’in siborg imajı doğallığın yitimine yönelik alışıldık bir ağıt değil, bilakis doğallığın kaybından ve doğallık arayışının çıkmaza girmesinden dolayı duyulan postmodern hazzın bir kutlamasıdır. Siborg’luğu şöyle kutsar Haraway:
“Siborg feministleri olarak iddiamız şudur: ‘biz’ bütünselliğin doğal kalıplarının ve tümlüğe dair tüm yapılanmaların hiçbirini istemiyoruz. Feministler için bir temel olarak kavranan masumluk ve onun sonucu olan mağduriyet konusundaki ısrar bize yeterince zarar vermiştir.” [4]
Böylece Haraway, yolu imgeselden, Ayna evresinden, Sıfır noktasından, İlkellikten, Saflıktan, Doğadan geçen tüm izlekleri reddeder. Yani kendisini, kadınlığın imgesel diline dönmeyi öneren Kristeva’dan, erkek kimliğini evrensel kadın kimliğini belirlenmemiş olarak adlandıran Wittig’in yolundan, İrigaray’ın kadın subjektivitesi arayışından, Beauvoir’in ikinci cinsiyetinden, Susan Griffin, Audre Lorde, Adrienne Rich gibi radikal feministlerin teknolojiğin karşısında organik olan kadınlığı koymasından, Marksistlerin kadın kimliği ile proleteryayı bağlamasından, mağduriyet dilinden, ekofeministlerin masum, orijinal tanrıça Gaia’ya dönüş çabalarından ve partiyarkal sisteme karşı kadın kimliğini bir çözüm önerisi olarak öne süren düşüncelerden ayırır. O kadar ki, şöyle haykırır Haraway: “Bir tanrıça olmaktansa bir siborg olmayı tercih ederim.” [5]
Ona göre, feministler devrimci bir özne inşa etmek için sürekli Batılı epistemolojik buyruklar çevresinde dolanıyor. Daima bir baskılanma hiyerarşisi perspektifinden veya üstünlük, masumluk, doğaya yakınlık gibi gizli ahlakî pozisyonlardan kuruyor düşünceleri. Oysa siborg imgesi tüm bu pozisyonlara muhalif olarak tasarlanmıştır.
Haraway’in siborg imgesi tüm kahramanca öykülenen Başlangıç ve Son mitlerine, kökensel masumiyete, bireyleşme öyküsüne, ayrıksılaşmaya, kişiliğin doğuşuna, otonomluk trajedisine, yabancılaşma, mücadele gibi tüm bilinen yaklaşımlara tümel bir karşı çıkıştır.
Peki, nedir bu siborg?
Haraway, yirminci yüzyılın sonunda, bu mitik çağda, hepimizin birer kimera, kuramsallaştırılmış ve üretilmiş hibrit makineler ve organizmalar olduğumuzu; kısaca hepimizin siborg olduğunu iddia eder. Siborg bizim ontolojimizdir, bizim politikamızı o verir. Ontolojimiz ete kemiğe bürünmüş bu tahayyüldür. Çağdaş bilimkurgu ve çağdaş tıp siborglarla doludur. Modern üretim bir siborg rüyası gibidir, modern savaş bir siborg cümbüşüdür. Ona göre siborg sosyal ve fizikî realitemizi çizen bir kurgu ve bir takım bereketli birleşmeleri öneren imgesel bir kaynak olarak anlaşılabilir. Diş dolgusu yaptıran veya kalp pili taktıran bir insan, bilgisayarı zihnin bir uzanımı olarak kullanan bizler, ışık ve ses sistemleri ile dans eden bir dansçı birer siborg olarak görülebilir. Yiyeceklerimiz kimyasallarla yetişiyor, sağlığımız teknik araçlarla destekleniyor.
Aslında siborg denilen şey üç temel ayrımı yıkmayı vaadeder: insan-hayvan, organizma-makine, fiziksel-fiziksel olmayan. Haraway’in tasarladığı siborg imajı cinsiyet sonrası dünyanın bir yaratığıdır, çünkü bir postmodern olarak tüm sınırların karışmasından haz alır. Gerçekten de siborg, doğa-kültür, bilim-sosyal bilim, doğal-sunî, fiziksel- ruhanî, gerçek-simülasyon gibi birçok ana Batılı ikilemin sınırlarında yer alır. Neyin doğal, başlangıç noktası veya saflık mercii olarak ele alınacağı belirsizleşmiştir. Bu müphemlik Batının fallogosentrik epistemolojik temellerini dinamitler.
Siborg kimliği hem kapitalist-patriyarkal-militarist toplumun arzu ettiği bir kimlik, hem de partiyarkal militarist kapitalizmin baskıcı katı kalıplarının eridiği bir yerde duran ikircikli bir kimliktir. Her ne kadar militarizmin ve partiyarkal kapitalizmin gayrımeşru çocuğu olsa da, siborg sık sık bunların iman ettiği kökenlere ihanet eder. Zaten siborglar özsüzdür. Bütünleşmeyi, aynılığı, yakınlığı ve sağlığı reddederler. Siborg miti aşılan sınırlarla, muhtemel kaynaşmalar ve tehlikeli imkânlarla alakadardır.
Cyborg güzeller
Haraway bir siborg ontolojisi geliştirerek feminist kuram için yeni kavrayışlar bulma amacındaydı. Biz lazer epilasyon üzerinden çağdaş güzelliği anlamaya çalışırken, belki bir fütürist siborg estetiğine ihtiyacımız var. Güzel olanın saflıkla, doğallıkla, masumiyetle, duru, arı görünümle, ilahî lütufla bağlarının koptuğu, özellikle de gerçek ve doğal olandan uzaklaştığı bir ileri teknolojik evrede yaşıyoruz. Güzellik bir lütuf değil artık, çaba ile, yani güzellik salonları ile alakalı. Güzel, alımlı kadın teknoloji ile mücehhez kadındır. Uygun kıvamda solaryumda bronzlaşmış, lazer epilasyonu ile “istenmeyen” tüylerinden arındırılmış, maşası ile saçları düzleştirilmiş, saçları kimyasal ile boyalı, çağdaş birçok teknik gelişmeden destek alan kadındır.
Bizler artık, medyada sürekli üretilen bu programlanmış, prototip bedenleri sürekli kopyalayan, viral bir güzel bedenler cümbüşü içinde yaşamaktayız ve göz zevkimizi oluşturan bu bedenlerdir. Verili olanla suni olan ayrımının ortadan kalktığı bir zeminde, eski kavramları yeniden düşünmeye veya rafa kaldırmaya çağıran fütürist bir estetiğin billurlaştığı yerdir lazer epilasyon. Muhafazakârca hayıflanmalı mıdır, yoksa Haraway gibi çoşkuyla bağrımıza basmalı mıdır bu siborg bedenleri? Bilemiyorum. Ama açık bir şey var ki, kozmetik evrenimizde güzel olmak bir irade meselesi ve belki her zamankinden daha kolay. Güzellik bir adım ötemizde, az çabayla uzanabileceğimiz bir yerde, fakat hâlâ güzelliğe inanacak kadar masum olanlar için.
[2] Baudrillard J., Simülakrlar ve Simülasyon, DoğuBatı Yayınları, İstanbul, 2003.
[3] Haraway, Donna, J., Simians, Cyborgs and Women, The Reinvention of Nature, Routledge, New York, 1990.
[4] A.g.e. 151.
[5] A.g.e 181.