Hüseyin Çakır
Ne oluyor, neden oluyor sorusu sorulmaya devam edilirken, çok farklı görüşler varmış gibi görünüyor olsa da, olup bitenler iki zihniyetin çatışması etrafında toplanıyor.
Birinci zihniyet değişim, ikinci zihniyet değişime şu ya da bu gerekçelerle karşı çıkma ve direnme.
Her iki zihniyetin militan, kemikleşmiş, radikal savunucusu ve taraftarı yok. Olsaydı, devrim, karşı devrim, “Anadolu Baharı” gibi şeyler olurdu. Bu nedenle değişim süreci dura kalka, tökezleyerek, sürünerek ilerliyor. Süreci her iki zihniyetin aktörlerinden çok, somut durumlarda/olaylarda her iki zihniyet etrafında yer alışlar belirliyor.
Bir olayda değişimden yana olanlar, başka bir olayda statükodan yana olabiliyor. Vesayetçi, otoriter devletin ideolojik, siyasî ve ekonomik yapılanması çözülüyor. Bütün gürültü vesayetçi devletin değiştirilmesinden çıkıyor.
Nereye kadar değişim
Değişime karşı direnç noktası, değişimin nereye kadar yapılıp yapılamayacağında düğümleniyor. Devletin nereye kadar değişeceği, devlet kurumlarının içinde ortaya çıkan kavganın asıl nedeni. Değişim radikal dönüştürücü adımlar atılarak yapılmadığı, yapılamadığı için, süreç devletin çüzülmesi biçiminde ilerliyor. Siyasal iradenin kapsamlı, takvime bağlanmış bir değiştirme, dönüştürme programı yok. En çok patırtı gürültü nerede ortaya çıkıyorsa, yönünü oraya dönüyor ve böylesi durumları bugüne kadar hiç iyi yönetemediğini gördük. Ergenekon’un ve darbecilerin yargılanmasıyla sınırlı bir reform ve demokrasi anlayışı, devletin demokratik dönüşümünü sağlamıyor.
İktidarın demokratikleşme, “ileri demokrasi” sözlerinin dayandığı somutlaşmış hedefleri yok. En önemlisi, demokratikleşme sorunun önünü açacak “esas sorun”, “ana engel” nedir sorusuna net cevabı yok. Belki de bu nedenle, değişimin toplumsal dinamikleriyle siyasal iktidar arasındaki güvensizlik duvarı büyüyor. Reformlarda frene basılması iktidarı devletin içine çekiyor ve devleti yöneten bir iktidar yerine, devleti paylaşan görünüm ortaya çıkıyor.
Radikal demokratik değişimden yana siyasal muhalefetin olmaması, iktidarın hem oy hesabı yaparak, hem değişim karşıtı güçlerle sertleşmeden, iktidar paylaşımı konusunda problem yaratmayacak bir yol izlemesine izin veriyor.
Kürt meselesi
Devletin nereye kadar değişeceği meselesinde iktidarın tutumu yeni anayasa ile ortaya çıkacak. Toplumsal mutabakatın ortak keseni neresi olacak, devletin yeniden yapılanmasının demokratik, katılımcı zemini nasıl belirlencek? İktidarın, muhalefetin ve Kürt muhalefetinin yeni anayasanın felsefesinde temel hak ve özgürlükler, devletin yeniden yapılanmasının sınırları konusundaki tutumları değişimin yönünü belirleyecek. Yeni anayasanın değişim derinliği Kürt sorunun kalıcı çözümünün başlangıcı olacak.
Her şey Kürt meselesine gelip dayanıyor. Sorunun iki muhatabı arasında gizli müzakerelerin ortaya çıkmasından sonra, bu sürecin şeffaf ve kamuoyu önünde sürdürülmesi toplumsal desteği artıracaktır. Tepelerden bakanların “görmeme” haline karşın, kamuoyu araştırmaları toplumun %67’sinin Kürt sorununun müzakere yoluyla çözümünü istediğini gösteriyor.
Kürt meselesi hem sebep, hem sonuç. Değişim ve demokratikleşmede Kürt sorunu hem engeleyci olarak kullanılıyor, hem iktidar savaşında demokratikleşme ve radikal değişimi engellemek için iki zihniyet tarafından şantaj olarak kullanıyor. Olumlu adımlar atılmıyor değil, ama sorunun derinliğine göre atılan adımların anlamı silikleşiyor.
İktidar, muhalefet, devletin silahlı ve sivil kurumları Kürt sorunu üstünden değişim ve demokratikleşme pozisyonlarını tanımlıyor. Her iki zihniyet de, çözümsüzlüğü gerginleştirmek için, milliyetçiliği, şovenizmi, militarizmi propaganda malzemesi olarak kullanıyor. Demokratik çözüm sürecinin önü tıkanıyor.
Mücadele-müzakere stratejisi
İktidarın “müzakere-mücadele” stratesinde, “mücadele” boyutu “güvenlik” boyutuyla bütünleştiğinde başka “zinde güçler” devreye giriyor. Değişim ve demokratikleşme karşıtlarının alanlarını genişletme ve karşı manevralar yapma olanakları artıyor. Siyasal olarak izahı mümkün olmayan eylemler kaçınılmaz hale geliyor. İktidar içinden “müzakere-mücadele” tarafları arasında “müzakereler devam edecek”, “teröristlerle müzakere olmaz” açıklamaları aynı gün içinde gelebiliyor. Bu durum, iki zihniyetin bir durumdan ötekine ne kadar kolay geçebildiğini gösteriyor.
“Mücadele” stratejisinde, askerî operasyonların yanında hukuk yolunun devre girmesiyle, sonu başı belli olmayan tutuklamalar ortamı provokosyonlara açık hale getirdi. İktidarın Meclis’i devre dışı bırakarak gizli müzakere/pazarlık yapma yöntemi, Meclis’teki Kürt muhalefetini işlevsizleştirdi, demokratik katılımcı yoldan sorunun çözümünün tıkanmasına yol açtı.
Muhalefetsiz iktidar, kendi içinden muhalefeti üretiyor. Bu muhalefet bugün çok açık olarak ortaya çıkmıyor/çıkamıyor. Ancak iki zihniyeti de içinde barındıran iktidar, iktidara yakın olan ve bu yakınlık yoluyla rant dağıtımından aslan payını alanlarla bunu seyredenler arasındaki çatlak, siyasal olarak Kürt sorununa “mücadeleci-müzakereci” farklılığı olarak çıkıyor. Bu iki zihniyet muhalefet partilerinde, sol muhafette, devletin silahlı, sivil bürokrasisinde, iş dünyasında, sivil toplum kurumlarında, aydınlar arasında, her yerde, her durumda, her olayda, yeniden harmanlanıyor, sarkaç gibi bir o yana, bir bu yana gidip geliyor.
Tabandan gelen basınç müzakere zihniyetini dayatmayı başarabildiği güne kadar bu sarkacı izlemeye devam edeceğiz.