Mehmet Şarman
Yapımcı: Salih Asan
Senarist: Ali Kara, Samim Utku
Yönetmen: Çelik Berksoy, Gürsel Ateş
Kanal: Samanyolu TV
Yayın tarihi: 2007-2011
Sezon sayısı: 4
Bölüm sayısı: 150
Günümüz Türkiye’sinde yaşanan birçok siyasî sorunun, kin ve nefret ortamının şüphesiz tarihsel, siyasî, psikolojik birçok nedeni var. Bunları zenofobik bir zemin üzerinde tekrar kurgulayıp üreten, ötekini aşağılayan, çarpıtan ve problemleri kısır döngüye çeviren medyanın buradaki olumsuz rolü yadsınamaz. Bu yazıda “Tek Türkiye” dizisi ve yayınlandığı kanalın (Samanyolu TV) temsil ettiği cemaatin (Gülen Cemaati) düşünce dünyası arasındaki paralelliklere ve oradan yabancı düşmanlığına, yabancı korkusuna değinmeye çalışacağım.
Tek Türkiye
Uzun süre önce birkaç bölümünü izlediğim ve sonrasındatiryakisi kesildiğim“Tek Türkiye” dizisi kanımca birçok tarihsel (Türk-İslam sentezinin ve devletin Kürt meselesi karşısındaki klişe tavrı), sosyolojik (sadece coğrafî bir dağlık alan olarak içi boşlatılan sosyoloji bilimi ve kendi kendinin oryantalisti olma hali) ve psikanalitik (kötülüğün tezahür etme biçimleri ve çarpık fanteziler) okumalara açık olması sebebiyle zengin malzemeler barındıran bir yapım.
Konya yakınlarında dağlık bir köyde çekilen, yapımcıları tarafından beyaz bir sayfa kadar temiz kalpli gençlerimizin PKK gibi korkunç bir örgüte katılmalarına engel olmak, bir nebze olsun onları doğru yola çekmek gibi son derece iyi niyetli ve ulvi bir gaye ile yapıldığının altı çizilen bir dizi “Tek Türkiye”. “Mazlum, kimsesiz, bilgisiz, gariban bir Kürt köyünün”, “zalim, aşağılık PKK” örgütüne karşı onurlu mücadelesi anlatılıyor.
Dizi baştan sona gerçeklerin (olay) mahalline uğramadan, Türkiye’de resmî raporlara dahi giren onca bilgiye rağmen hakikati tamamen tersyüz ederek, birçok psikolojik hastalıktan muzdarip olduğu anlaşılan insanların korkunç bilinçaltlarından fırlamış sığ, hakkaniyetsiz, saldırgan bir çerçeveyle çizilen, özelde PKK’yı genelde Kürt halkını aşağılayan bir yaklaşım üzerine kurulu. Konuyu kısa tutmak adına dizide sürekli ön plana çıkan iki toplumsal figüre (doktor ve köy imamı) ve bu figürlerin altında yatan kültürel/ideolojik kodlara daha yakından bakalım.
İlerlemenin, bilimsel bilginin, hatta modernleşmenin temsilcisi ahir zaman evliyası bir doktor, geri kalmış, cahil, törelerin kıskacında inleyen, dağlık, medeniyetten uzak bir Kürt köyüne mehdi suretinde nazil olur. Medeniyetin ve ilmin verdiği görev bilinciyle hemen işe başlar. Köylülere acır ve onları (zencileri, Aborijinleri, Kızılderilileri… Kürtleri) içerde, dışarıda, çayırda, dağda, ayakta, yatakta ihya eder. Köy halkının doktora karşı ilgisi siyah adamın beyazla karşılaşmasını andırır; ağzı açık ve hayranlık dolu şaşkın bakışların bir müddet sonra müthiş platonik bir aşka dönüşmesiyle irşat tamamlanmış ve görev bitmiş olacaktır. (Bkz. İrşat Ekseni, Fethullah Gülen).
Bu sakat algı, Cumhuriyet döneminin “Orda bir köy var uzakta”ya gidip “Dağ Çiçeklerim”i eğitip Türk’ün yüce kudreti ve devletimizin su geçirmez koru(yu)culuğunu anlatan idealist öğretmenlerinin doktor kimliğinde vücut bulmuş halidir. Öğretmenden doktorluğa terfi etmek zorundadır, çünkü bu münevver abimizin karşısında sadece cahil bir kesim değil, kötükaka, ipe sapa gelmez, anarşik, komünist duygularla ruhu hastalanmış, devletin birliğine-yekliğine-tekliğine ve nihayetinde üniterliğine maazallah göz dikmiş, inanç buhranında debelenen kimseler vardır artık. Bu yüzden doktorluk mesleğinin tedavi etme özelliği imamın manevî kudreti, güçlü nefesiyle birleşecek, maddî ve manevî bir tedaviyle aydınlanma süreci başlayacaktır. İmamın Cumhuriyet iklimindeki öcü kimliğinden, gericiliğin sembolünden olumlu bir role terfi etmesi aşağı yukarı aynı ihtiyaçtan olup değişen ülke koşullarında (potansiyel düşmanın dönüşümünde) saklıdır. Düşman artık sadece cahil değildir. Yukarıda belirtildiği gibi komünizm diye bir tehlike varken Harun Yahyavari bir çabayla mücadeleye girişip inancın, sabrın, birlik ve bütünlüğün (din birliğinin) sembolü olmuştur İmam.
Ve bu iki yüce gücün, Doğu’nun maneviyatı ile Batı’nın ilminin iki koldan birleşmesi, bir Doğu-Batı çelişkisinin simülasyon düzeyinde çözümü ve sanal tatmini ile habis düşman (PKK-Ermeni-ecnebi kışkırtması) alt edilecektir.
Düşman olarak yaftalanan şahıs kademe kademe inançsızlığa doğru yol çizer. Önce yolunu şaşırmış olan bu Kürt -şüpheye düşen mümin- sonra domuz eti yiyerek dinden çıkıp en son da sünnetsiz olduğu anlaşılınca, Müslümanlık aklanıp tüm kötülük başkasında, ötekinde (ecnebi ya da gâvurda) somutlaşır. Ve vicdan bir daha rahatlarken, yüksek düzeyde katarsisle seyirci iyice arınacaktır. Bunca kötülüğü yapanların itici kuvvetinin inançsızlık olarak kurgulandığı “Tek Türkiye”, Maraş’ta, Sivas’ta asla domuz eti yemeyen ama pişmiş insan eti kokusuna düşkün olan ve Madımak Oteli’nin altındaki güzel kebap salonunda kebap ve lahmacunla beslenen tekbirli Sünni kitleye doksan dokuzluk tespih boncukları gibi dağılacaktır.
Kürt meselesi
Gelelim dizinin-cemaatin-seyircinin söyleminde Kürt meselesine.
Mesut Yeğen Devlet Söyleminde Kürt Sorunu adlı kapsamlı ve yetkin çalışmasında devletin“Kürt Sorunu” karşısında yıllardır kurgulamış olduğu söylemin ince bir analizini yapar. Ve Cumhuriyet’in yıllardır bir ulusal hak talebi olan mücadeleyi sırasıyla irticaî faaliyetler -şaki ve eşkıya problemi- ecnebilerin (dış mihrakların) kışkırtması – geri kalmışlık olarak özetlediğini anlatır.
Şimdi resmî zulüm söyleminin kurguladığı ve binlerce kurbana mal olmuş bir dilin en klişe halinden hâlâ medet ummak neye denk gelir? Daha da önemlisi, dünyaya hoşgörü yağmurlarıyla açılan, diyaloğu ve empatiyi portatif köprüler gibi yanlarında taşıyan Gülen ve cemaatinin söylemleri nasıl oluyor da bu kadar adaletsiz ve faili meçhul üzerine kurulu bir meseleyi, bu çivisi çıkmış, ellerinde patlamış bakışla ele alır?
Dizide PKK’ya katılan, ya kandırıldığı için ya içindeki eşkıyaya engel olamayıp haraç kesip tecavüz etmek için ya da cahilliğinden katılıyor. Dikkat ederseniz, yıllardır bize (Kürtlere) “Aslında siz yoksunuz, sorununuz da yok” deniliyor. “Bir olay varsa da, ya eşkıyalık ya da geri kalmışlıktan ileri gelir” diyenler Silivri’de yatanlarla aynı paralellikte düşünmektedir. Ama tarihin garip bir cilvesi mi, bilinmez, bugün Silivri’dekiler ile Silivri dışında “tektürkiyedekiler” arasında mesafe oldukça açılmakta. Ortak noktaları (mesela Kürt soruna bakış), ayrı noktaları kadar çok değilmiş meğer.
Biz izleyicilere düşen ise, sır kapılarından geçmiş, basiret gözleri açılmış sevgili Samanyolu TV’nin bilen, teslim alan, öğreten, hükmeden, doğrusuna karar veren beyaz adamın şıklığı ve iğrenç kibriyle gelip kara derilerimize aksakalından, vahiyli rüyalarından aldığı destekle beyaz lekeler bırakıp gitmesine izin vermektir. Böylelikle biz hımbıl, tez kanan, eşkıya artığı Kürtleri hidayete eriştirmesini ummaktır. Zaten tek sorunumuzun bu geri kalmışlık ve yoksulluk olduğunu çoktan idrak eden Cemaat, Kurban Bayramlarında ve Ramazanlarda bol bol gıda dağıtarak içimizdeki habis ruhu bu mübarek gıdalar vasıtasıyla öldürüp bizleri kimlik arayışı gibi bir yanılsamadan kurtarmayı umuyor uzun süredir.
“Öteki” korkusu
Yapılan bazı anketlerde yabancı komşu istememe şeklinde tezahür eden bu korku ayrıntılı bir şekilde irdelenmeye değer. Buna paralel olarak tarih kitaplarından basit bir dilbilgisi cümlesine kadar “öteki” hep kötülüğün sembolü, Türk milleti de kahramanlık ve medeniyetin yegâne temsilcisi olarak anlatılır. Bugün Türkiye’de Yahudilik, Ermeni Dölü gibi etki gücünü başka bir ulusa benzetilme korkusundan alan birçok kavram da galiz küfür niyetine kullanabilmektedir. Osmanlının yedi cihanda at koşturup istediği yerleri cihadın aşkıyla zapt-ı rap altına alalmasını kahramanlık olarak anlatan; başkasının evinde, bağrında ne aradığımızı sorgulamayı akıl etmeyen millî tarihin işlenişi bu ecnebi nefretinin en iyi örneğidir. Hatta biz o kadar çok iyiyiz ki, kötülük içimizden değil ancak korkunç ve söylenirken bile müstehcen bir tını taşıyan“dış mihraklardan” gelir. “Tek Türkiye” ve benzeri diziler bu söylemi en geniş anlamıyla kurgulayıp üretmekten imtina etmez.
Nihal Atsız’ın oğluna vasiyetini alıntılayarak bitirelim. Bu dizileri yapanların zihin dünyasına ışık tutuyor kanımca.
… Oğlum;
Bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnameyi bitirdim kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigâr olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol!
Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır.
Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır.
Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır.
Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içerideki düşmanlarımızdır.
Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı.
Tanrı yardımcın olsun!