Yaprak Zihnioğlu
Şiddet içermeyen muhalefet, şiddetsiz eylem, şiddetsiz toplantı, şiddetsiz örgütlenme süreçlerini ve yöntemlerini düşünmeye, tartışmaya ihtiyacımız var. Şiddetsizlik bir yaşam tarzı/felsefesini uygulama çabası. Şiddetsiz düşünüşü/edimi yaygınlaştırmamızın ilk adımı bu anlayışı/düşünce biçimini bir yaşam tarzı olarak benimsemek. Bu öneri, şiddetin yokluğu anlamına gelmiyor elbette. Şiddet her yerde var, en başta da insan doğasında içkin, ama şiddetsiz varoluş toplumsal değişim için şiddetin dışlanmasına yönelik bir ilke, bir dizi düşünce, yaşama duyulan saygı ve özgürlük isteği. Toplumsal değişimde şiddet içermeyen yöntemleri kullanabiliriz. Bu alanda belki hiçbir zaman mükemmel olamayız ama şiddetsizliği yaşama geçirmeyi bıkmadan, yılmadan denemeyi sürdürebiliriz. Yaşam içinde/eylemlilik pratiğimizde tökezlediğimiz yerlerde, hatalarımızı farkederek, özeleştiri yaparak, özür dileyerek yanlışlarımızı düzeltebiliriz.
Şiddetsizlik pasifliği savunmak değil. Tam tersine şiddetsiz eylem etkinlik demektir. Bu hareket elbette pasifistleri de içerebilir ve birlikte eylem de mümkündür, ama şiddet içermeyen toplumsal muhalefet, katılımcıların tam mutabakatıyla eylem yapmak ve geniş kitlesel katılımla daha çok eyleme demektir. Mücadeleden dışlananlar, katılamayanlar karar sürecinden de dışlanırlar. Eylemler onlar adına yapılır ama onların kontrolü dışında gerçekleşir. Şiddetsizlik kitlelerin yaşamını etkileyen kararların bizzat kitleler tarafından alınması demektir. Şiddetsiz duruş istisnasız “herkes yapar/yapabilir”in kabulüdür. Cins, renk, sınıf, yaş ya da fiziksel yeterliğine, engelli olup olmadığına bakılmaksızın herkes şiddetsiz harekete katılabilir. Burada nicellik değil, insanların eylem biçimine birlikte karar vermesi önemli.
Ülkemizdeki sol muhalefetin büyük bölümü şiddeti neredeyse hiç sorgulamadan benimseyerek ve her gün yeniden üreterek var oldu. Buna karşılık şiddeti dışlayan, katılımcı muhalefet ve kolektif, özyönetime açık, yatay örgütlenme biçimleri feminist hareketin otuz yıllık mücadelesinde büyük çoğunlukla benimsenen ve deneyimlenen yöntemler oldu. Bu benzersiz deneyimleme büyük ölçüde liberter, anarşist düşünceye dayalı ve dünyadaki barış hareketi, feminist hareket ile sosyalist hareketin “bilimsel”lik iddiasında olmayan, ütopyacı kanadının mücadeleleriyle beliren değerler.
Şiddetsiz muhalefete yönelmek kapitalist sistemin tüm dünyaya dayattığı ekonomik ve toplumsal örgütleniş modellerinin dışına çıkmak, alternatif bir örgütlenme biçimini geliştirebilmek için eşsiz olanaklar sunar. Bir anlık bir daraltma, soyutlama yapalım ve dünyayı egemen kapitalizm ve bu sistemde yaşamaya zorlanan halklar olarak iki karşılıklı kamp olarak görelim. Kapitalizme karşı mücadele ederken kapitalist üretim tarzının, ekonomik ve siyasal yapılarının, baskı aygıtlarının modellerini mi benimsemeliyiz, yoksa en geniş halk muhalefetini örgütlemek için kapitalizme özgü yöntemlerin tam zıddını oluşturacak bir tarzı mı geliştirmeliyiz? Önümüzde duran soru bu.
Şiddetsiz muhalefet düşüncesi, kanımca, şu temel açılımları önümüze getirir:
1. Gücün sorgulanması ve gücün ortaklaştırılması
2. Katılım temelli edimsel, eylemsel potansiyeli
3. Ölümün değil tüm canlılığın savunusu olarak
4. Alternatif bir örgütlenme biçimi olarak
5. Ütopyalara açık olma imkânı olarak
Gücün sorgulanması: Başkası üzerinde değil, kendi üstümüzde güç uygulama ilkesi
Güç ilişkileri bütün topluluklarla yaşanır. Güçlü-güçsüz ayrımına eşitsizliğe dayalı bütün topluluklarda rastlıyoruz. Şiddetsiz toplumsal muhalefet güç kavramının bu kullanımını değiştirmek istiyor. Güç bugün bir şey/kişi/grup vb. üzerinde güç kullanmak, egemen olmak, terörize etmek, yıldırmak, baskı yaratmak anlamına geliyor. Şiddetsiz oluş bunu ortadan kaldırıp gücü yeniden tanımlıyor. Buna göre güç herkes için ortak olan, herkesin kullandığı, herkes için kullanılan bir şey. Bir insan, grup vb üzerinde güç uygulamak, gücü paylaşmak ile yer değiştiriyor. Şiddetsizlik gücün dolaşımını sağlıyor. Güç aslında hiç bir yerde değil. Sabit ve mutlak da değil. Güç geçişlilik içinde, karşılıklılık temelinde gerçekleşen bir durum. Alınıp verilen bazen de paylaşılan bir şey. Şiddetsizliğin şiarı başkaları üzerinde değil kendi üzerinde güç uygulamaktır.
Eylerken, düşünürken kendi gücümüzü keşfedebilmeliyiz. Kendi gücümüzü hissedemiyorsak bize güç uygulanmasını seyretme durumuna düşebiliriz. Bu durumda adımıza verilecek kararların pasif uygulayıcıları olmaktan başka seçeneğimiz kalmaz.
Katılımın eşsiz yaratıcılığı
Günümüze değin ezilenlerin örgütlenmesi hakkında kurtuluşçu ideolojiler ve siyasetlerce önerilen yapısal modellerde “parti” tipi örgütlenme çok önemli bir yer tuttu. Kapitalist düzenin devleti, ordusu vb gibi örgütlü şiddet aygıtlarına karşılık ezilenlerin de aynı biçimde ve ağırlıkta aygıtları olmalıydı. “Denklik” siyaseti olarak adlandırabileceğim bu görüşe göre, kapitalizmi dünya çapında ortadan kaldırmak için her şeyden önce dirençli bir proletarya partisine ihtiyaç vardı. Bu parti “profesyonel devrimcilerden” oluşmalıydı ve disiplinli, askeri bir örgüt gibi çalışmalıydı. Bu partinin saptayacağı “devrim durumu”nda ise halkın silahlı güçleri “iktidar” için “silahlı mücadele”ye hazırlıklı olmalıydı. Şiddeti dışlamayan, aksine “iktidar” hedefi için şiddeti öngören bu yapının üyeleri de sıradan insanlar, engelliler, çocuklular, yaşlılar, çalışanlar… değil, belirgin bir zihni ve bedensel gelişkinliği olan, örgüte ve “davaya inancı” sağlam, tam gününü “devrime adamış” kadiri mutlak “öncüler” olmalıydı. Anarşist düşüncede dile getirildiği gibi aslında parti için önerilen hiyerarşik, piramit tipi modelkapitalizmin üretimi ve siyaseti örgütleme biçiminden alınmıştı. Fabrikalar, şirketler ve siyaset bu ayrışmaya, hiyerarşik üste ve alta konumlanmışlığa, lider-taban yapay yapılanmasına dayalıydı. Yirminci yüzyıl sosyalizmi bu modeli fazla sorgulamaksızın benimsedi. Bu sorgusuz sualsiz kabulün nedeni, kanımca, devrimci siyaset alanının erkeklerin hegemonyasında oluşu ve egemenlik rolünü irdelemeyen sosyalist erkeklerin büyük çoğunluğunun bu yapıyı doğal addetmesiydi. Kadınlara yönelik egemenliği sorgulamayan erkeklerin zihinsel dünyasından başka ne beklenebilir ki?
Kanaatimce, dışlama ve seçme esasına dayalı bu yapısal modelin geçen yüzyılın sosyalizminin sonlanmasında çok büyük rolü oldu. Söz konusu model “iktidar”a yönelikti ve bu hedefi açısından da ütopik sosyalizmin ve liberter düşüncenin tam zıddı bir yerde konumlandı. Salt iktidar yönelimli kurtuluşçu hareketler yozlaştı, devrimci/değiştirici niteliğini kaybetti ve halkların, kendi özgürlüğü için devirmesi gereken muazzam bürokratik aygıtlara dönüştü. 20. yüzyıl sosyalizmine damgasını vuran bu özellikler ve tarihsel olgular üzerine ayrıntılı serilmeme ve çözümleme ikinci bir yazının konusu olabilir. Ben burada, bu artık tarihe karışmış sosyalist örgütlenme ve işleyişteki denklik ve dışlama, ayıklama yöntemlerinin alternatifini savunacağım: yani karar alma ve eylemede doğrudan katılımlı, dolaysız, seçmesiz, dışlamasız ve bu özellikleri nedeniyle şiddetsiz eyleme ve örgütlenme biçimlerini, başka bir ifadeyle doğrudan demokrasiyi.
İlk adım: Şiddetsiz toplantı ve karar alma süreçleri
Kanımca, bir kurtuluşçu eylemin halkın gücünü göstermesi açısından en önemli kıstası katılımın biçimidir. Arap Baharı bize bu alanda eşsiz bir deneyim sundu.
Şiddetsiz muhalefetin ilk kuralı şiddetsiz toplantı yöntemidir. Bu yönteme göre toplantı kararların tek alınma yeridir. Şiddetsiz toplantı yöntemi toplantılara katılımı artırır. Toplantının işleyişi, her bir bireyin alınan kararlarda etkin olduğunu deneyimlediği için sonuçlarını benimseyeceği bir ortam yaratır. Tüm itirazlar dikkate alınarak orta yerde buluşulur. Halk arasında bu süreci ifade eden çok güzel bir deyim var: İmece usulü. Bu tür bir işleyiş, imece usulüne her gün yaşamında yer veren emekçilerin yabancı olmadığı bir yaşantı. Her bir bireyin eşit koşullarda katılabileceği, fikrini çekinmeden, sakınmadan özgürce söyleyebileceği toplantılarda ve ortamlarda (örneğin bugün internet ağları) konsensüs/mutabakat (oydaşma) ile karar alınır ve katılımcılardan hiç biri kendini ifade edememiş, dışlanmış, değersizleştirilmiş ya da aciz hissetmez.
Şiddetsiz ortamlarda lider-taban gibi yapay ayrımlar rol oynamaz. Eğitim, meslek, itibar gibi toplumsal aracıların hiyerarşi ve ayrım oluşturmasına izin verilmez. Rotasyonla değişen kolaylayıcıların yardımıyla, yaratıcı, özgür, eşit bir alanda insanlar sorunlarını, fikirlerini ve çözüm önerilerini tartışarak konsensüs ile karar alırlar. Bu şiddetsiz toplantı ve karar alma sürecidir. Ve kararlaştırılan eylemin kadiri mutlak ya da silahlı militanlar tarafından değil, engellilerden, hamilelere değin geniş kesimlerin katılımıyla gerçekleşmesinin de teminatıdır. Bu tür bir geniş katılımı sağlayan eylemler liderlerin ve öncülerin değil, emekçilerin ve halkın kendine güvenini geliştirir ve geniş kitlelere süreci yönetme deneyimi kazandırır. Bu deneyim ise eşsiz bir birikim demektir. Demek ki, şiddetsiz muhalefetin olmazsa olmaz koşullarından biri ve ilk adımı şiddetsiz toplantı ve karar alma süreçleridir. Şiddetsiz toplantı ve karar alma şiddetsiz örgütlenmenin de başlangıcını teşkil eder. Bu yöntemin işleyiş biçimi ve karşılaşılan sorunlara ilişkin ayrıntılar bir başka yazının konusu.
Canlılara yönelen her kurşun katildir
Şiddetsiz muhalefet ölümü değil, yaşamı savunur. Öldürmeyi değil, yaşatmayı amaçlar. Şiddete yol açabilecek araçlar, silahlar, bombalar vb şiddetsiz muhalefetin bileşeni olamaz. Aksine şiddet üreten yordamlar halkın direnme gücünü kıran, kendini ifade etmesini önleyen, barışçıl yollarla geniş katılımlı bir muhalefetin oluşmasını durduran araçlardır. Kurşun adresine göre katil değildir, canlılara yönelen her kurşun katildir. Özsavunma durumunda dahi kurşun kullanmak muhalifleri, karşısındaki saldırgan güç ile aynılaştırır ve eşitler. Şiddetsiz muhalefetin temel amacı kapitalizmin, egemenlerin aygıtlarıyla özdeşleşmek değil, insanlık için kapitalizme karşı yeni bir direniş biçimini geliştirmektir. Bu direniş biçimi gücünü, namludan, bombadan, liderlerin talimatından vb değil, Tahrir Meydanı gibi katılım, katılım ve katılımdan, halkın taleplerini şiddetsiz araçlarla ifade edişinden alır.
Alternatif bir örgütlenme biçimi olarak şiddetsiz muhalefet
Şiddetsiz muhalefetin örgütlenişi toplantılar, meclisler, özyönetim, yerinden yönetim, kolektif işleyiş gibi şiddeti dışlayan biçimlerle gerçekleşir. Günümüze değin tanık olduğumuz biçimiyle “parti” örgütlenmesinin içerdiği hiyerarşi, profesyonellik, dışlayıcılık ve dolayısıyla şiddeti reddeden yeni tip bir örgütlenme imkânını sunar. Sonuçta her eylem kendi özgür ve yaratıcı tarzını, biçimini yaratır. Bu, önceden belirlenmiş reçetelere, modellere rağbet etmeyen, halkın mücadelesinin yarattığı, ihtiyaca dayalı örgütlenme anlayışıdır. Ve “işçi sınıfı, proletaryanın öncü partisi ile kurtuluşa ulaşır” anlayışının tam zıddı bir yerde durur. Şiddetsiz toplumsal muhalefet, emekçilerin ve tüm ezilenlerin kurtuluşu bizzat kendilerinin karar verdikleri yapılarda, kendilerinin yarattığı eylemlerle gerçekleşeceği yolunda bir öneridir.
Eylerken şiddete başvurmak isteyenler de olabilir. Şiddetsiz muhalefet bu kesimin ya da bireylerin “kendi adına eylem yapması” ilkesinden hareket eder. Koşul şudur: Bireysel şiddete başvurmak isteyenler “kendi adına” yapacağı bu eylemlerini önceden diğer eylemcilere duyururlar ve katılımcıların hem can güvenliğini tehlikeye atmayacak biçimde, hem de daha geniş kesimlerin eyleminin biçimine ve iletisine damga vurmayacak şekilde ayrı bir eksende, mahalde vb eylemlerini gerçekleştirebilirler.
Birinci Enternasyonal’den başlayan yirminci yüzyıl boyunca yaygınlaşan örgütlenme modellerinin şiddetsizlik ilkesi açısından eleştirisi ikinci bir yazının konusu olacak. Burada Marx’a, Engels’e, Lenin’e, Kautsky’ye, Luxemburg’a ve Kropotkin’e bakacağım. Paris Komünü’nün benzersiz deneyimi ile komünarların insanlığa bıraktığı değerler ise ışığını üzerimizden eksik etmeyecek.
Ütopyalarımıza özgürlük!
Şiddetsizlik ilkesi katılımcıların yaratıcılığının en üst düzeye ulaştığı ortamlar oluşturur. İnsanlığın eşitlik, refah, kardeşlik, dayanışma taleplerini ifade olanağını yaratır. Sınırını hiç kimsenin belirlemediği ütopyalara yelken açmayı mümkün kılar. Otoriter yapıların doğası gereği içerdiği şiddetle ilk kestikleri damar ütopyalarımız ve yaratıcılığımızdır. Yapısal sorunları imece usulü, dönüşümlü işleyişlerle en aza indirmek ve insan olduğumuzu unutmadan siyaset yapmak “Başka bir dünya mümkün!” düşüncesine yaklaştırır.
Toplumsal değişimin anahtarı olarak şiddetsizlik
Yaşamımızı değiştirmenin en iyi yöntemi/yolları nelerdir? Gerçekten değiştirmenin?
Günümüz toplumunda şiddet içinde yaşıyoruz. Ancak şiddetsiz yaşama biçimini oluşturmaya bugünden başlayabiliriz. İstememiz kâfi! Adil bir toplum ancak barışçı, şiddetsiz yöntemlerle doğabilir. Şiddetin boyutlarının ve değişen biçimlerinin farkındalığı… Şiddetsiz varoluş üzerine daha çok düşünmek ve sorgulamak… Kalıcı değişim bunlarla başarılabilir. Çatışma, karşıtlık, kriz: Bunlar her zaman yaşanacak kuşkusuz, ancak bizim sorunu nasıl ele aldığımız, üslubumuz çok önemli. “Nasıl” sorusunu sormak şiddetsizliğin başlangıcı.