Doğan Tarkan
Yaklaşık 40 ila 60 yıldır diktatörlük altında yaşayan, nefes alamayan, örgütlenmesine izin verilmeyen, hiçbir sendikal hakkı olmayan, hiçbir siyasal örgütlenme ve siyaset yapma yeteneği bırakılmamış olan bir büyük coğrafyada bir anda üç diktatör arka arkaya devrildi. Diktatörlerin bazıları da, Yemen’de, Suriye’de olduğu gibi sona yaklaşıyor. Suriye’de artık Beşir Esad’ın iktidarını koruması mümkün değil, sonu Mübarek, Bin Ali ve Kaddafi gibi olacak.
Öte yandan, bu süreç sadece Ortadoğu’da diktatörlüklerin baskısı altında ezilen toplumlarla sınırlı kalmadı. Arap Baharı’nın hemen ardından Amerika’da Wisconsin’de, binlerce kilometre ötede, işçiler greve çıkarken, sokak gösterileri yaparken “Tahrir” diye bağırıyordu. Yunanistan’da genel greve çıkan işçiler de pankartlarına“Tahrir” yazıyordu, İngiltere’de ortalığı yakıp yıkan hareket de.
New York’ta, Wall Street’i işgal eden hareket de Arap Baharı’ndan esinlendi. 15 Ekim’de dünyanın binlerce kentinde “işgal” diye sokağa çıkanlar, Wall Street işgal hareketinden ve Arap Baharı’ndan etkilendi.
Kısacası, Ortadoğu’da çok büyük bir alt üst oluş yaşandı ve açık ki bu alt üst oluş devam edecek ve aynı zamanda tüm dünyada ezilenlere ilham vermeyi sürdürecek.
İki ülkede, Tunus ve Mısır’da, süreç çok hızlı ilerledi. Birkaç aylık bir sürede her ikisinde de diktatörler devrildi. Evet, diktatörlüğün sahip olduğu kurumlar büyük ölçüde kendilerini korumayı başardı, ama diktatörler devrildi. Tunus’ta ise diktatörlüğün arkasındaki güçlerin geri itilmesi için bir mücadele sürdü. Bin Ali’nin uzantıları temizlenmeye çalışıldı. Evet, son seçimlerde Bin Ali diktatörlüğünü aklamaya çalışanların oluşturduğu siyasal parti üçüncü oldu, ama önündeki iki partinin çok gerisinde. İşin ilginci, Tunus’ta Bin Ali diktatörlüğünün “muhalefet” partisi de ancak ikinci olabildi ve birinci olan partinin çok gerisinde.
İşçi sınıfı müdahalesi
Mısır ve Tunus’ta süreç niye çok hızlı gelişti? Çünkü her iki ülkede de işçi sınıfı bir aşamada harekete müdahale etti. Tunus’ta yukarıdan aşağı kurulmuş, devlet güdümlü sendika konfederasyonu harekete geçme kararı aldığında, İçişleri Bakanlığı önünde kitlesel bir gösteri yapıp tutuklanmış olanların serbest bırakılmasını istediğinde ve Tunus polisiyle çatışmaya girmek zorunda kaldığında, akşam Bin Ali “Ben gitmeyeceğim” dedi. Ertesi akşam bavulunu aldı, uçağa bindi ve Suudi Arabistan’a kaçtı.
Mısır, işçi sınıfı hareketinin bir süredir çok güçlü olduğu, büyük grev hareketlerinin, büyük genel grevlerin yaşandığı bir ülke. Ülkedeki bütün işçilerin sokağa çıkması anlamında değil, büyükçe ve yaygın olması anlamında genel grev hareketleri yaşamış bir ülke. Tıpkı Tunus gibi, Mısır’da da diktatör, işçiler genel grev kararı aldığı ve fabrikalarını işgal etmeye başladığı, fabrikalarında rejimin yöneticilerini zorla dışarıya atmaya başladığı gün “Ben iktidarı bırakmayacağım” açıklamasını yapmış olmasına rağmen, birkaç gün sonra bavulunu aldı ve kaçtı.
Her iki ülkede de kitle hareketlerinin patladığı an, hem o ülke egemen sınıfları hem emperyalist güçler sonun geldiğini gördü. Mübarek’i , Bin Ali’yi, Kaddafi’yi kurtarmak mümkün değildi. Esad’ı kurtarmak mümkün değil. Mümkün olsa emperyalistler bu diktatörlerin hepsini kurtarırdı. ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları şimdi bize çok anti emperyalist olarak sunulan Beşir Esad’ı da, Kaddafi’yi de korumak ister.
Neden isterler? Çünkü diktatörleri koruyabildikleri sürece düzen ve istikrar devam eder. Oysa Suriye ve Libya şimdi birer istikrarsızlık örneği olarak dünyanın önünde. Bu istikrarsızlık küresel egemen güçler açısından tercih edilmez. Mısır’da ve Tunus’ta yoğun çaba harcadılar. Türkiye’de hükümetin yaşadığı türden gelgitleri ABD, Fransa, İngiltere, İtalyan hükümetleri de yaşadı. Fransa ve İtalya Tunus’a çevik kuvvet yollamayı önerdi. Sonra Bin Ali’nin artık gitmesi gerektiğini savundular. Bin Ali gittikten sonra, “İşte demokrasi ve özgürlük böyle olmalı” dediler. Mısır’da önce rejimden yana tutum aldılar, ardından “Bu değişimi bir an evvel yapın” dediler.
Neden korkuyorlar? Çünkü hareket kendi kontrollerinin ve ülkedeki egemen sınıfların kontrolünün dışına çıkma olanağına sahip; hele işçi sınıfı işin içine girdiği vakit hareketlerin egemen sınıflarca kontrolü daha da zorlaşıyor. Emperyalistler yerel egemen sınıflara siyasal değişimin kontrolleri dışına tümüyle sıçrama olasılığını gördükleri zaman müdahale ediyor. Tunus’ta Bin Ali’nin eski rejiminin bir unsurunu alıp başkan yaptılar. Mısır’da ise Savunma Bakanı’nı rejimin başına geçirdiler. Ordu duruma el koydu. Üstelik ordu bir süre halkın da desteğini ve güvenini kazanabilmek için göstericilere müdahale etmedi, sanki tarafsız bir güç gibi kenarda durdu. Emperyalistler müdahale ettikten sonra her iki ülkede de rejimin başındaki diktatörler gitti.
Kim devirdi?
Şimdi soru şu: Mısır’da ve Tunus’ta diktatörleri emperyalistler mi devirdi, yoksa halk yığınları mı? Bu soruya vereceğiniz yanıt, sürece nereden baktığınıza, hangi sınıfın içinde durduğunuza göre değişir. İşçi sınıfının içinde durursanız, halk yığınlarının mücadelesinin sonunda emperyalistlerin de göz kırpmasıyla iki diktatörün de devrilip gittiğini görebilirsiniz. Öbür tarafta durduğunuz taktirde, bunun bir darbe olduğunu iddia edersiniz. Halk yığınlarının, grevlerin, milyonlarca Mısırlının günlerce ülkenin her şehrinde ve Tahrir’de sokaklara çıkmış olmasının, polisin ve askerin üzerine yürümüş olmasının, değişim için müdahale etmiş olmasının ve kadınların sokağa çıkmasının sizin için bir önemi yoktur. ABD emperyalistleri bir odada toplanıp “Haydi Mübarek’i devirelim, bir başkasını getirelim, zaten BOP gibi projelerimiz var, orada ne yapacağımız yazar” diyerek planlar yaptığını ve bu planları hayata geçirdiğini düşünmek zorunda kalırsınız.
Yanılgı şurada: Toplumsal olaylar, bu türden planlar doğrultusunda cereyan etmez. Tunus’ta, Mısır’da ve Libya’da diktatörleri deviren halk yığınlarının hareketi oldu.
Emperyalistler buna Libya’da en açık biçimiyle müdahale ederek yardımcı oldu. NATO’nun Kaddafi birliklerini bombalamış olması, yani emperyalistlerin Libya’ya müdahale etmiş olması Kaddafi’nin anti emperyalistliğini mi kanıtlar? Hayır! Kaddafi emperyalistlerle daima kol kola çalışmış, onların jandarmalığını ve polisliğini yapmış, her türlü gizli anlaşmayı imzalamış, muhaliflerini emperyalist güçlerle birlikte işkenceden geçirmiş bir diktatördü.
Görülmesi gereken, zaman zaman bütün Ortadoğu ülkelerindeki rejimlerin ikili bir karaktere sahip olduğudur. Bir taraftan, tümüyle denetimleri altına aldıkları muazzam servetlerle bölgesel iktidar için harekete geçiyorlar. Ama aynı anda daima emperyalistlerin koruması altında, küresel hegemonya ilişkileri ağı içinde tuttukları konum ve aldıkları güvenceyle iktidarlarını devam ettiriyorlar. Kaddafi iktidarını tam da böyle devam ettiriyordu. Kaddafi’nin devrilmesi NATO uçaklarının eseri değildir. Kaddafi bir diktatördü ve diktatörün devrilmesi ayaklanmanın eseridir. Ayaklanma başladı ve ülkenin birçok kentinde birden kitleler sokağa “Kahrolsun Kaddafi rejimi, kahrolsun diktatörlük, yaşasın özgürlük” diyerek çıktı.
Mısır’da Mübarek’in devrilmesinden sonra sokaklara çıkan milyonlarca Iraklı gösterici ABD emperyalizmini kast ederek “Biz de Saddam’ı devirebilirdik” diye sloganlar atıyordu.
“Emperyalizmin oyunu” mu?
Altmış yıl ağır baskı altında yaşamak, toplumsal yaşamın her alanında kavraması zor bir ağırlık yaratır. Altmış yıl nefes almak için bile devletten izin almak zorunda kalmak, aile toplantısı yapmanın bile yasak olduğu ülkelerde örgütlenmeye çalışmak, kuşkusuz bu ülkelerde yığınların öğrenme, kendi deneylerinden ders çıkartma sürecini sekteye uğratır. Bu yüzden diktatörleri deviren Arap halkları devirdikleri rejimlerin yerine neyin geçirileceği konusunda bilgi sahibi değillerdi. Bir öngörüye de sahip değillerdi. Ne yapacaklarını çok iyi bilmeden sokağa çıktılar. Mısır’da da, Tunus’ta da, Suriye’de de, Bahreyn’de de, Yemen’de de kitleler büyük bir kızgınlık kadar büyük bir şaşkınlıkla da sokağa çıktı. Ama sonuç olarak çıktılar ve bazı ülkelerde rejimleri devirdiler. Diğer rejimleri de devirebilecek güce sahip olduklarını görmüş oldular.
Emperyalist güçler Tunus’ta ve Mısır’da aşağıdan büyük bir dalganın geldiğini gördü. En baştan beri bu dalgaya müdahale etmeye çalışıyorlar. Mısır ve Tunus’a müdahaleleri hem geç oldu, hem de bu iki ülkede işçi sınıfı sürece dahil oldu. Bu iki ülkenin arkasından diğer ülkelerde emperyalist müdahalelerin rengi ve biçimi değişti. Çok daha büyük şiddet kullandılar. Kendi taraftarlarının ya da her türlü kolluk gücünün sivil kıyafetle sokağa çıkmasını çok daha iyi örgütlediler. Her karşı gösteriye karşı kendi güçlerini harekete geçirdiler. Dolayısıyla tüm dünyaya ve kendi ülkelerindeki her türlü tarafsız unsura “denge var, bizim de taraftarlarımız var, bu olanlar aslında emperyalistlerin oyunudur” hikâyesini anlatabilme olanağını elde ettiler. Suriye’de çok daha güçlü bir şekilde “emperyalizmin oyunu” hikâyesi anlatıldı, anlatılıyor. Yemen’de de durum aynı.
İşin garibi, Bahreyn’deki rezil Sultan bile, 40 yıldır başbakan olan amcası ile birlikte Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin askerlerini Bahreyn’e çağırıp isyanı bastırmalarını isterken aynı “emperyalizmin oyunu” hikâyesini anlattı. Yaralılara bakan doktorları işkenceden geçirdi, idam cezası verdi, sonra da ayaklananların aslında emperyalistlerin oyuncağı olduğunu anlatmaya başladı. Şam’daki diktatörle aynı dili kullandı, Kaddafi ile aynı dili kullandı.
Kaddafi’nin ölümüne de değinmek gerekir. Keşke ölmeseydi, keşke mahkeme önüne çıkarılsaydı ve emperyalistlerle imzaladığı gizli anlaşmaları tüm dünyaya bir bir anlatmış olsaydı. Sadece Libya halkı için değil, bütün Ortadoğu halkları için çok daha iyi bir teşhir olurdu. Bu fırsatı kaçırdık, ama öldüğü için arkasından gözyaşı dökmek bizim işimiz değil.
Asıl büyük kavga
Ortadoğu’da bugün ayaklanmış olan halklar kuşkusuz 1917 yılında Rusya’da ve 1919 yılında Almanya’da olduğu gibi bir işçi ayaklanmasının ürünü olan köklü bir değişim yaşamadı. Örgütlenme ve mücadele düzeyi, bilgi ve deney eksikliği, bunu yapmaktan çok uzak tuttu halkları. Ama bu halklar öylesi büyük bir deney yaşadılar ki bundan sonra Ortadoğu’da eskiye dönüş artık mümkün değil. Mısır’da artık yeni bir Mübarek’in varolması, iktidar olması, diktatörlüğü andıran bir rejimin hüküm sürmesi çok zor. Tunus’ta Bin Ali rejiminin yaşaması artık çok zor. Kaddafi gibi birilerinin çıkıp Libya’ya egemen olması artık mümkün değil.
Unutulmaması gereken Mısır’da işçi sınıfı mücadelesinin devam etmekte olduğudur. Mısır’da gizli polisin binaları basıldı ve yakıldı, gizli evrakları ortaya döküldü. Tunus’ta da benzer süreçler yaşandı. Her iki ülkede de, diğer ülkelerdeki isyanlarda da kadınlar sokağa çıktı, mücadele etti. Daha geçenlerde Yemenli kadınlar çarşaflarını çıkardı ve yaktı. Değişim sürecinin bundan sonra Ortadoğu’ya hâkim olacağı çok açık.
Üstelik Ortadoğu dünyadan kopuk yaşayan, etrafı duvarlarla çevrilmiş bir bölge değil. Şimdi de Wall Street’teki hareket Mısırlıları etkiliyor. Wall Street, İngiltere, İspanya, binlerce kentte gerçekleşen işgal hareketi Tunusluları, Bahreynlileri, Libyalıları, Suriyelileri etkiliyor. Dünyadaki havanın devrim kokusu taşıdığını görmek, buna göre hazırlanmak gerekir. Nerede örgütlüysek, nerede güçlü örgütlere sahipsek, nerede egemen sınıfın hegemonyasını kırabilecek ölçüde güçlüysek, oralarda bir sosyal devrimi gerçekleştirmek mümkün.
Ne Tunus’ta, ne Mısır’da, ne Libya’da, ne Suriye’de son sözler söylenmedi henüz. Süreç daha yeni başladı. Daha işçi sınıfı öğrenecek. Emekçi sınıflar, halk yığınları öğrenmeye devam edecek. Sadece öğrenmeyecekler, öğrenirken hayata da geçirecekler. Örgütlülük düzeylerini artıracaklar. Ve asıl büyük kavga o gün yeniden başlayacak.