Bülent Somay
Gerçeklik, ona inanmaktan vazgeçtiğiniz zaman bile ortadan kaybolmayı reddeden şeydir.
Philip K. Dick
British Library’de Bilim Kurgu edebiyatını farklı bir bakışla ele alan (ya da en azından öyle yaptığını iddia eden) bir sergi vardı 25 Mayıs-25 Eylül tarihleri arasında. Adı “Bu Dünyadan Öte: Bilim Kurgu, ama Bildiğiniz Gibi Değil”. Sergi, Bilim Kurgu edebiyatını (ama sinemasını değil, ne de olsa British Library) farklı temalar ve farklı bir kronoloji ile ele alıyor ve birkaç teknolojik “numara” dışında kitaptan başka bir şey sunmuyordu (bu internet çağında ne kadar iyi geldiğini anlatamam size).
Bir yandan çeşitli BK yazarlarından alıntılar, bir yandan da BK tarihinde köşe taşı olmuş kitaplar (çoğunun da ilk baskıları) vardı sergide. Serginin bütününü anlatmaya niyetim yok, ayrıca BK meraklısı olmayanlar için sıkıcı da olabilir. Bir alıntı ve bir kitaptan bahsedeceğim sadece. Alıntı yazının başındaki Philip K. Dick incisi. Kitap ise Aleksandr Aleksandroviç Bogdanov’un Kızıl Yıldız romanı.
Dick’in hiçbir romanını ya da öyküsünü okumamış olanlar bile, son otuz yıl boyunca onun eserlerinden yapılmış filmlerden (Blade Runner, Total Recall, Minority Report, Paycheck, vs.) en az birini seyretmişlerdir. Bu kadar kolay ve sıklıkla filmleştirilebiliyor olmasından da anlaşılacağı gibi, Dick öyle sıradan bir romancı değil. Ölümünden bir yıl önce, 1981’de şöyle demiş: “Ben romancı değil, kurgulaştıran bir filozofum; roman ve öykü yazma yeteneğimi, algılarımı formüle etmek için kullanıyorum.” İddialı bir ifade tabii ki, ama tümüyle yanlış değil. Tabii Dick’in sözünü ettiği “algıların” bizim bildiğimiz algıdan farklı olduğunu da eklemem gerek: Teşhisi hiçbir zaman tamamen kesinleşmemiş olsa da, Dick’in şizofrenik olduğuna dair birçok ipucu var elimizde; dolayısıyla dünyayı bizden farklı deneyimlediğini söyleyebiliriz (şizofreninin özelliklerinden biri de “normal” olandan farklı bir algı/deneyim evreni yaratmasıdır).
Tam da bu yüzden, “Gerçeklik, ona inanmaktan vazgeçtiğiniz zaman bile ortadan kaybolmayı reddeden şeydir,” sözünü onun ağzından duymak çok önemli. Eğer bir gün felsefi materyalizm üzerine bir ders hazırlayacak olursam, en başta yapacağım alıntı bu olur herhalde: Yüzlerce materyalistin bin dereden su getirerek anlatmaya çalıştığı şeyi bir şizofreniğin tek cümlede özetleyivermesi, Bilim Kurgunun zaferi olarak görülmeli. Dick gerçekliğe inanmaktan sık sık vazgeçer (romanlarının başarısı da burada yatar zaten); ama gerçeklik çekip gitmemekte ısrar ettiği için de “delirmek” yerine dönüp deneyimlediklerini biz “normallerin” anlayabileceği bir dilde yazmak zorunda kalır. Bilim Kurgunun ve her türden fantazi edebiyatının başarısı, tam da bunu olanaklı kılıyor olmasıdır.
Aleksandr Aleksandroviç Bogdanov bir Bolşevik (en azından 1909 yılına kadar). Lenin’in yoldaşı, rakibi ve baş belası. Önce tıp eğitimi görmüş, sonra iktisat okumuş, politikayla uğraşmış, derken şiir ve Bilim Kurgu romanları yazmış, devrimden sonra Proletkult hareketinin önderlerinden olmuş, en sonunda yeniden tıbba dönüp bir kan nakli deneyi sırasında ölmüş. Renkli ve hareketli bir hayatı var yani. Bogdanov’un hayatında 1905 devrimi önemli bir dönüm noktası. Bir açıdan, devrimin yenilgisini hiçbir zaman içine sindirememiş, bu yüzden de daima aşırı bir keskinlik, abartılı bir radikallik içinde olmuş (Lenin’le asla anlaşamamasının temel nedeni de bu).
Bolşevik önderlik için 1908’de Lenin’le rekabet halindeyken, “Ampiriomonizm” diye bilinen felsefi akıma kapılmış, bu yüzden de Lenin’in Materyalizm ve Ampiriokritisizm kitabının polemik hedefi olmuş. Kibar bir şekilde söyleyecek olursak, Materyalizm ve Ampiriokritisizm Lenin’in başyapıtlarından biri sayılmaz. Biraz daha kaba bir deyişle, Bogdanov’u harcamak için alelacele yazılmış, bu yüzden de Marx öncesi 18. yüzyıl materyalizminin fazlaca etkisinde kalmış bir kitap olduğunu da söyleyebiliriz. Ama maalesef, Lenin polemikle yetinmeyerek Bogdanov’u Bolşevik fraksiyondan da ihraç ettirmiş, böylece ölümüne kadar sürecek olan küskünlüğüne de yol açmıştır bir bakıma.
Bogdanov Kızıl Yıldız’ı Materyalizm ve Ampiriokritisizm ile aynı yılda yazar. Bir açıdan polemiğin bir ucu da sayılabilir bu roman. Mars gezegeninde sosyalist bir ütopya kurulmuştur. Romanın kahramanı olan Leonid, Rus devrimci hareketi içinde tebdil-i kıyafet dolaşan Metti ve Nenni ile tanışır ve onların daveti üzerine Mars’a gider. Orada, bir yandan bu sosyalist ütopyayı tanırken, bir yandan da Mars’taki aşk/dostluk/politika ilişkilerine bulaşır. “Barbar Dünyalıları” soykırıma tabi tutma planları kuran bir Marslıyı öldürmek zorunda kalır ve vicadan azabından derin bir melankoliye kapılır. Dünyaya geri gönderildiğinde ise yavaş yavaş iyileşerek yeniden devrimci harekete katılır; ancak bu kez bilgeleşmiş, ütopyanın ütopya olmadığını, mücadelenin sonunun gelmeyeceğini öğrenmiştir. Bir anlamda, tam on iki yıl sonra “En son sayı, en son devrim yoktur,” diyecek olan Yevgeni İvanoviç Zamyatin’in (ki o da eski bir Bolşeviktir) yolunu açmaktadır.
Bogdanov Sovyet Devrimi’ni yarı yarıya dışarıdan izledi. 1920’de katıldığı Proletkult hareketi de (tıpkı Bogdanov gibi) abartılı radikalizmi ve aşırı keskinliğiyle ünlüydü. Proletkult SBKP tarafından ortadan kaldırıldığında Bogdanov yeniden küserek tıbba geri döndü. Kan nakli konusunda birçok yeniliğe imza attı. Ama 1928’de bir deney sırasında yanlışlıkla tüberkülozlu bir öğrenciden aldığı kanı kendisine naklederek öldü. Tıpkı yaşadığı gibi: Devrimci ama denetimsiz; yenilikçi ama tedbirsiz; parlak ama kısa ömürlü.