Ozan Tekin
Kemalizm, yaklaşık yüz yıl önce, Osmanlı’nın üzerine Türk ulus devleti inşa edilirken, bu devletin siyasetini teorize eden ve burjuvazinin sınıfsal çıkarlarını koruyan ideolojinin adı olarak şekillendi. Mustafa Kemal’in ölümünden 73 yıl sonra ise, ezilenlerin aşağıdan mücadelesiyle kemalizmin tüm tabuları sorgulanıyor, Türkiye ulus devletinin kanlı tarihiyle yüzleşiliyor.
Son 10 yıldır Türkiye’de yaşanan gelişmelerden bazılarını düşünelim: Ermeni soykırımının tartışıldığı ve “soykırım olmuştur” diyenlerin de katılabildiği konferanslar düzenleniyor, Hrant Dink öldürüldüğünde yüz binlerce kişi “Hepimiz Ermeniyiz” diye sokağa fırlıyor, devlet Kürt sorununun çözümü için Abdullah Öcalan ile görüşüldüğünü açıklıyor, PKK gerillaları -daha sonra tutuklanmış olsalar da- yüz binlerce kişinin barış sloganları eşliğinde Habur’dan giriş yapıyor, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasına yönelik anayasa değişikliği yapılıyor, darbeci generaller tutuklanıyor. Kolayca fark edilebileceği üzere, bütün bunlar, ismini 73 yıl önce hayata veda eden, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularından Mustafa Kemal’den alan resmi devlet ideolojisinin, Kemalizm’in çöküşünü simgeliyor.
Burjuva devriminin ideolojisi
Kemalizm, kısaca ifade edecek olursak, dağılan Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası üzerinden, burjuvazinin sınıf iktidarını tesis etmesi, kendi ulus devletini kurması için yaptığı siyasî hamlelerin formülasyonuydu; bir burjuva devriminin ideolojisiydi.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken, “ulus” olmayan bir yerde ulus yaratmak, mülkiyet ilişkilerini bu ulusun egemen sınıfının lehine değiştirmek ve burjuvazinin pazarının sınırlarını çizmek gerekiyordu. Türk olanların mutluluğu üzerine üretilen söylemler, Türk olmayanların bu devletteki görevlerinin kölelik olduğu algısı, “vatanın bölünmez bütünlüğü” ve kutsal Misak-ı Milli sınırları, bu siyasal projenin uygulamaları olarak tarihe geçti. Sünni ve müslüman bir burjuva sınıfı yaratmak için 1.5 milyon Ermeni’nin katledilmesi, Kürtlerin ulusal kimliğinin inkâr edilmesi, baskıcı bir laiklik anlayışının uygulanmaya başlanması, ulus devletin inşası için atılmış adımlardı.
Kemalizm bir yandan da, “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle” sloganının ardında, klasik burjuva milliyetçiliğini de yeniden üretti. Burjuvaziye göre elbette önemli olan ulusal çıkarlardı, Türk patronlarla Türk işçilerin çıkarları ortaktı. Sınıf mücadelesi bu çıkarlara zarar verdiği için uzak durulması gereken bir politikaydı. Bütün dünyanın Türkiye devletine ve Türklere düşman olduğu paranoyasıyla, tüm muhalif hareketler ulusal çıkarları -elbette, Türk burjuvazisinin çıkarları- korumak için bastırıldı.
Tarihsel bir ilerleme mi?
Ezilenlerin kendi kendilerini özgürleştirmeleriyle değil, darbeci-İttihatçı bir geleneğin sivil-asker kadrolarının tepeden gerçekleştirdiği bu burjuva devrimi, zaman zaman solda da alıcı bulan bir anlayışa göre tarihsel bir ilerlemeye denk düşüyor. Oysa sosyalistler için bu tür, mekanik, evrimsel bir tarih anlayışı geçerli değildir. Belli objektif kriterlerin gerçekleşip gerçekleşmemesine göre saptanan sınıflarüstü bir ilerleme kavramı yoktur. İlerleme, ancak ezilen sınıfların aşağıdan mücadeleleriyle elde edilen kazanımların toplamından ibarettir.
Kemalizm’in temsil ettiği, modern burjuva üretim ilişkilerinin kurulduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin erken evrelerinde, ezilenler açısından böyle kazanımlardan, dolayısıyla tarihsel bir ilerlemeden bahsetmek mümkün değildir. Azınlıkları katleden, kalkınma hamlesini gerçekleştirebilmek için greve çıkan işçileri kurşunlayan, ülkeyi yıllarca tek parti -hatta çoğu zaman tek adam- diktatörlüğüyle yöneten, “aydınlanma” hamlesi adı altında şapka takmayanları idam eden, bütün bir toplumu tepeden şekillendirmek isteyen eli sopalı bir rejimin ideolojisi, marksistler açısından bir ilerlemeye tekabül etmez.
Kemal sonrası kemalizm
Aşağıdan mücadeleleri vahşi yöntemlerle bastıran, ezilenlere, yoksullara, emekçilere hiçbir şekilde söz hakkı tanımayan bir diktatörlük olarak kurulan cumhuriyet, 85 yıldır bu öldürücü ağırlığın altında yaşamını sürdürüyor. Resmî ideolojisi Avrupa’da 1930’lu yıllarda yükselen faşist hareketlerden de önemli ölçüde etkilenen Türk egemen sınıfı, Mustafa Kemal’in ölümünden, hatta çok partili sisteme geçilmesinden sonra da devlet anlayışını köklü bir biçimde değiştirmedi. İster kitlesel bir işçi sınıfı hareketi, ister tabandan gelen radikal bir öğrenci muhalefeti, isterse de İslamcı hareketin yükselişi etkili olsun, Kemalizm’in tehdit altında olduğu her durumda Türk egemen sınıfının ordusu, yönetime darbelerle el koydu. Zaman zaman halkın yarısının oy attığı bir başbakan, zaman zaman 17 yaşındaki gencecik devrimciler yaşları büyültülerek asıldı. Her darbe kanlı bir diktatoryaya, işçilerin ve ezilenlerin tüm kazanımlarının vahşi yöntemlerle gasp edilmesine neden oldu.
Mustafa Kemal bugün ne ifade ediyor?
Bugün, bu ideolojiye ismini veren, Türk egemen sınıfının hemen hemen bir asır önceki siyasal önderinin ölüm yıldönümünde sosyalistlere düşen, Türk ulus devletinin bu kanlı tarihiyle hesaplaşmaktır. Ermeni soykırımı açıkça tartışılırken, Kürt sorununda ırkçı ve militarist politikaların yerine barışın dili hakim olmaya başlamışken, dindarların kılık kıyafet ve inanç özgürlüğü eli sopalı devletin duvarlarını tırmalarken, sosyalistler bir kez daha Türkiye devletine, Türk egemen sınıfına doğrudan cephe alan anti-kapitalist bir siyasî hattı inşa etmek zorundadır.
Mustafa Kemal’in ne kadar büyük bir devrimci olduğundan bahsedenler, Ermenilerin ve Kürtlerin katli üzerinde yükselen bir cumhuriyetin tarihsel bir ilerleme olduğunu iddia edenler, baskıcı cumhuriyetin “kazanım”larını korumayı önerenler, Misak-ı Millî sınırlarına değer atfedenler ise Kemalizm’le birlikte çöküp gidecektir.