Bu satırlar yazılırken, mahkeme Hrant Dink’in katilleri hakkında kararını açıklamış, bizler de 19 Ocak’ta İstanbul’da Taksim’den Agos’a yapılacak yürüyüşe hazırlanıyoruz.
Tıpkı Ermeni soykırımının devlet eliyle işlenmesi gibi, Hrant Dink cinayeti de devlet eliyle işlendi. Beş yıldır süren adalet komedisinin sonucu, işte, tam da bu cinayetin içindeki devlet elini kanıtlıyor.
Mahkeme, başlangıçta çizilen sınır ne ise, orada durdu. Birkaç tetikçiye, sıradan bir cinayet suçu ne kadarsa o kadar ceza verildi. Cinayetin işlenmesinde dahli olan bir örgüt bağlantısını bu mahkeme tespit edemedi. Cinayette MİT yok, silahlı kuvvetler yok, emniyet yok, ırkçı-faşist güruhlar yok, Ergenekon’un medya ayağı yok. Cinayet işlendiğinde İstanbul Emniyet Müdürü olan Celalettin Cerrah ne dediyse o: “Milliyetçi hassasiyete sahip birkaç genç tarafından gerçekleştirilen bir eylem.”
Dink ailesinin, Hrant Dink’in avukatlarının ve arkadaşlarının yıllardır üzerine basa basa dile getirdikleri hiçbir kayıt, ucu devlete dokunur korkusuyla araştırılmadı. Mahkeme tarafından ciddiye alınmadı. Mahkeme, sınırını baştan beri çok iyi biliyordu. Mahkemenin sınırı, devlettir. Devleti toplumdan saklayan kanla örülü o çizgi mahkemenin sınırını da tayin etmiştir en baştan.
Ceza alanlar arasından devletle en içli dışlı olan Erhan Tuncel, cezaevinde yattığı zaman düşünülerek serbest bırakıldı. Sanki, sadece Hrant Dink cinayeti değil, cinayet sonrasında yaşanacak yargı süreci de bir simülasyona tabi tutulmuş gibi önceden. Bu simülasyona göre, cinayetin tam göbeğinde yer alan devlet, bu mahkeme sürecinden hiçbir leke almadan sıyrılmayı planlamış.
Oysa devlet en başından beri var bu işin içinde. Hrant Dink’i görüşmeye çağıran İstanbul Vali Yardımcısı’yla, Vali Yardımcısı’nın yanında Hrant Dink’i tehdit eden iki MİT görevlisiyle. Ramazan Akyürek’le, Trabzon’daki askerî yapılanmayla, Erhan Tuncel’i kullanan emniyet teşkilatıyla.
“Kafes Eylem Planı” adı verilen darbe girişiminin sorumluları, Ergenekon davasından tutuklu. Bu planda Hrant Dink cinayetinden “operasyon” olarak bahsediliyor.
Devletin her döneminin adamı olan Cemil Çiçek, Ermeni Konferansı’nı “arkadan hançerlenme” olarak tanımlayan bugünkü Meclis Başkanı, bu sürecin göbeğinde.
Devlet, tüm yapılanmasıyla Hrant Dink cinayetinin en karanlık merkezinde. İşte mahkemenin koruduğu merkez de tam da bu karanlık nokta. Planlayan, bağlantıları kuran, para ayarlayan, tetikçileri örgütleyen, katilin eline Türk bayrağı vererek resim çektiren, tehdit eden, tehdit etmek için valiliğe çağıran, darbe planlarında Hrant Dink’i ölüm listesine yerleştiren ve Hrant’ı Türklüğe hakaret ettiği gerekçesiyle dava eden, yalan haberlerle Hrant’ı hedef tahtasına alarak cinayeti makulleştiren iklimi yaratan medya ayağıyla devlet.
Susurluk davası, devletin derinlerine bağlanma ihtimali belirdiğinde sona erdi.
Sayısız siyasî cinayet, 16 Mart’tan Abdi İpekçi’ye, Kemal Türkler’den Uğur Mumcu’ya kadar, ucu devlete dokunma ihtimali taşıdığı için donduruldu.
Hrant Dink cinayeti ise sadece bugünkü devletin tüm derin yapısını, iç bağlarını ve cinayetler üzerinde yükselen mantığını açığa çıkarttığı için değil, 1915’te işlenen kitlesel cinayetin üzerini örtmenin yolu da buradan geçtiği için örtülüyor. Mahkeme, Hrant Dink’in katillerini sıradan bir cinayetin failleri olarak suçlarken, devletin, hem de geçmişiyle birlikte, dokunulmaz olduğunun altını çizdi.
Ama çok geç! 19 Ocak 2007’de, bu devletin maskesi bir daha kullanılamayacak hale geldi. Hrant Dink öldürüldü, ama birkaç gün içinde yüz binlerce insan “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz!” diyerek ülkenin gelmiş geçmiş en büyük cenaze törenini gerçekleştirirken, “Hrant’ın katilinin Ergenekon devleti” olduğunu da açığa çıkarttı.
Bu maske düşmüştür.
Katil ortadadır. Hükümet, meclis, yargı ne kadar korursa korusun, Hrant Dink’in arkasından yürüyenler, devlete dokunmaya kararlıdır. Bu dava böyle bitmeyecek.