Özdeş Özbay
Soğuk savaşın bitmesi ve kapitalist bloklardan birinin yıkılması üzerine dünyada iki önemli tartışma yaşanıyordu. Birisi devrimin artık mümkün olmadığı, diğeri ise işçi sınıfının yavaş yavaş yok olduğu tartışması. ABD ve Avrupa’da 2008 krizi sonrasında başlayan işçi sınıfı direnişleri ve sonrasında gerçekleşen Tunus ve Mısır devrimleri bu iki iddiayı da çürüttü. Üstelik bu iki devrimi Arap ülkelerindeki diğer kalkışmalardan ayıran özellik işçi sınıfın örgütlü bir güç olarak sahneye çıkarak grevlerle diktatörleri devirmesi olmuştu. Avrupa’da da örgütlü işçi sınıfı üç yıldır daha önceki otuz yıl boyunca yapmadığı sayıda grev ve genel grev yaptı, yapmaya devam ediyor.
Finans Krizi
2008 sonunda yaşanan finans krizinde trilyonlarca dolar devlet bütçelerinden bankalara aktarılmıştı. Kriz Yunanistan’ı batmanın eşiğinde getirdi, İrlanda, İspanya ve Portekiz’de alarm zilleri çalmaya devam ediyor, ABD bütçesi son iki yıldır %10’luk bir açık verirken bu yılın sonunda açığın %18,5’e ulaşması bekleniyor. Bu gerçekleşirse ABD ekonomisi 1945’ten bu yana yaşadığı en büyük üçüncü bütçe açığı ile karşı karşıya kalacak.
AB Komisyonu Eylül sonunda açıkladığı yasa teklifi ile bütçe açıklarını kontrol altına almak için gerekli kemer sıkma politikalarını hayata geçirmeyen AB üyesi ülkelerine cezai yaptırım uygulamak istiyor. Eylül ortasında Washington’daki IMF toplantısında, Avrupa bankalarının sermaye yapılarını yenilemek için Avrupa Finansal İstikrar Mekanizması’nın bütçesinin 440 milyar Euro’ya çıkarılmasını kararlaştırıldı. Ekonomik erime devam ederken hükümetler milyarlarca doları bankalara aktararak, sosyal devlete ve işçi ücretlerine saldırarak krizin bedelini işçi sınıfına ödetmeye çalışıyor. Tasarruf politikaları sağ veya sol merkez partilerin iktidarda olması fark etmeksizin bütün iktidarlar tarafından uygulanıyor. İspanya, Yunanistan ve ABD’de merkez sol, Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere’de sağ partiler krizin bedelini işçi sınıfına ödetmeye çalışıyor. Ancak Avrupa ve ABD işçi sınıfı da hükümetlere karşı ayakta.
Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (ETUC) çağrısı ile 29 Eylül 2010 “eylem günü” ilan edildi. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen işçilerin de katılımı ile Brüksel’de 100.000 göstericinin katıldığı bir yürüyüş gerçekleştirildi. Eylemciler AB binalarının olduğu bölgeye doğru yürüdü. Gösterilerde çıkan çatışmalarda 150 kişi gözaltına alındı. ETUC Genel Sekreteri John Monk yaptığı açıklamada “Bu, mücadelenin sonu değil, başlangıcı. Tasarruflara karşı ve iş ve ekonomik büyüme için sesimizin duyulması bugün en önemli talebimiz” dedi. ETUC’un çağrısı üzerine Brüksel’dekinden daha küçük çaplı olsa da Dublin, Lizbon, Roma, Paris, Riga, Varşova, Nicosia, Bükreş, Prag, Vilnius, Belgrat ve Atina’da binlerce işçi sokağa çıktı. Brüksel’de sonra en geniş katılımlı gösteriler 50 bin kişi ile Lizbon’da, 20 bin kişi ile Porto’da gerçekleşti.
Avrupa işçi sınıfı finans krizinin hemen ardından onyıllardır görülememiş düzeyde bir grev dalgası ile burjuvazinin karşısına dikiliyor. Yüz binlerce işçi, öğrenci ve işsiz gösterilere katılıyor.
Yunanistan
İşsizliğin yüzde 16’ya ulaştığı ve ekonominin bir yıl içinde %5,5 küçüldüğü Yunanistan, Avrupa ülkeleri arasında sınıf hareketinin en militan olduğu ülke durumunda. IMF ve AB tarafından kamu çalışanları ve emekli maaşlarının ödenebilmesi için 8 milyar Euro’luk bir yardım yapılacaktı. Ancak IMF, AB ve Avrupa Merkez Bankası üçlüsünün Yunan hükümetinin 2011 malî hedeflerine ulaşamaması nedeniyle yapacağı yardımı yeni bir reform paketi çıkarılmadan göndermeyeceğini açıklaması ve Yunan hükümetinin yeni bir kemer sıkma paketini 20 Ekim’de onaylaması sonucu Yunan işçi sınıfı bir kez daha genel grev ve gösterilerle sokağa çıktı. Bu paket kamu çalışanlarının maaşlarında kesinti yapılması, emekli maaşlarında düzenlemeler, 30 bin kamu çalışanının işten çıkarılması ve tüketim ve gelir vergilerinde artışları kapsıyor.
En son Haziran ayında gerçekleşen iki günlük genel grev öncesinde de IMF ve AB bir önceki yardımı dâhilinde Temmuz ortası Yunan hükümetinin borç ödemeleri için yapacağı 12 milyar Euro’luk yardımı eğer tasarruf paketi geçmezse göndermeyeceğini söylemişti. Bu baskı sonucu geçen tasarruf paketi asgarî ücretliler de dâhil olmak üzere çalışanlardan alınan vergileri artırıyordu. Paketin geçmesinin ardından direnişler tekrar başladı. 22-23 Eylül’de toplu ulaşım çalışanları ve taksi şoförlerinin grevini 27-28 Eylül’de büro çalışanlarının grevi izledi. 5 Ekim’de kamu çalışanlarının gerçekleştirdiği 24 saatlik genel grevde grevci işçiler metro ulaşımını durdurdu, kamu binaları hizmet vermedi ve devlet hastanelerinde çalışan sağlık emekçileri greve çıktı. Sadece Sintagma Meydanı’nda 16 bin kişi toplandı. Selanik’te 10 bin kişi sokaklardaydı. İki hafta süren şoförler grevi de Yunan şirketlerini zor durumda bıraktı. Marketler ve alışveriş merkezlerinde raflar boş kaldı.
En son ise, AB ve IMF’nin 110 milyar Euro’luk yardım paketinin son ödemesini kemer sıkma yasası çıkarılmaz ise salmayacaklarını söyleyerek Yunan hükümetini işçi sınıfına daha fazla saldırmaya yönlendirmesine işçi sınıf genel grevle yanıt verdi. Kemer sıkma paketinin parlamentoda oylandığı 19-20 Ekim için ilan edilen 48 saatlik genel greve bütün sektörlerden işçiler büyük katılım gösterdi. Haber ajansları sadece Atina’nın Sintagma meydanındaki gösteriye 100 binden fazla insanın katıldığını duyurdular. Ülke çapında ise 500 bin kişi sokağa çıktı. 20 Ekim’de oylama sırasında 10 bin kişilik bir kalabalık parlamentoyu kuşatırken Atina’da toplam 50 bin kişi gösterilere katıldı. Bu gösteriler, özellikle ilk gün, ülkenin 2010 Mayıs’ı da dâhil olmak üzere gördüğü en geniş katılımlı gösteriler oldu.
İspanya
İşsizlik oranın krizden sonra %20’lere ulaştığı İspanya’da hükümetin bütçe kesintilerini açıklamasından iki gün önce İspanya İşçi Sendikaları son sekiz yılın ilk genel grev kararını açıkladı. Genel grevden sadece bir hafta önce hükümetin 15 milyar Euro’luk kemer sıkma paketine karşı da büyük bir yürüyüş gerçekleştirilmişti.
Gene grev sırasındaki gösterilerde antikapitalist göstericiler ile polis arasında çıkan çatışmalarda 40 kişi tutuklanırken bir polis aracı şehrin ortasında göstericiler tarafından yakıldı. Çatışmalarda çok kişi yaralandı. Özellikle ulaşım sektöründe etkili olan grev nedeniyle çok sayıda havayolu şirketi uçuşlarını iptal etmek zorunda kaldı. İspanyol sendikaları 10 milyon işçinin katıldığı, yani işgücünün yarısından fazlasının katıldığı bir genel grev gerçekleştirdiklerini duyurdu. Gerçi bu rakam abartılı görünüyor, ama yine de sekiz yıl sonra ilk kez genel grev yaşanması İspanya’da işçi sınıfı hareketinin gelişeceğinin önemli bir kanıtı.
İspanya’da genel grev ilan edilmeden önce de gösteriler düzenleniyordu, 15 Mayıs’ta Puerta Del Sol meydanına giren ve büyük çoğunluğunu öğrenciler ile işsiz gençlerin oluşturduğu on binler meydanı birkaç gün boyunca Tahrir’e çevirmişti.
Portekiz
2010 Kasım’ında, açıklanan kemer sıkma paketine karşı ülkede 1988’den beri ilk kez 24 saatlik genel grev ilan edildi. Batı Avrupa’nın en yoksul ülkesi olan Portekiz’de işsizlik %11 ile 1980’lerden beri en yüksek düzeye ulaştı. Portekiz’in merkez sol hükümeti ülkesinin Yunanistan ve İrlanda gibi kurtarma paketine ihtiyacı olmadığını açıklarken bütçe %9,3’lük açık vererek son yılların rekorunu kırıyordu. İşçi Konfederasyonlarının açıklamalarına göre ülke genelinde demiryollarının %80’i çalışmadı, Lizbon’da hiçbir toplu ulaşım aracı çalışmadı, ülkenin bütün limanlarında grev nedeniyle giriş-çıkış yapılamadı, okullar açılmadı. Sendikaların meydan gösterileri çağrısı yapmaması sonucu büyük gösteriler olmadı, ancak sendikaların açıklamalarına göre işçilerin %80’i greve katıldı.
Fransa
Sarkozy hükümeti batan bankaları kurtarmak için yaptığı harcamaları karşılayabilmek için bir kemer sıkma paketi açıkladı. Buna göre emekli ücretleri gözden geçirilecek ve emeklilik yaşı 60’tan 62’ye çıkarılacak. Paketin açıklanmasının ardından Fransa işçi sınıfı önce Ocak 2009’da kriz sonrası ilk kez genel greve gitmişti. 2010’da ise önce Haziran’da, sonra Eylül’de, en son da Ekim’de 24 saatlik genel greve gitti. Sadece Paris’te ilk grevde 800 bin, ikincisinde ise bir milyondan fazla göstericinin katıldığı dev gösteriler gerçekleştirildi. 19 Ekim grevi ise bazı sektörlerde süresiz greve dönüşmüştü, yaşanan petrol sıkıntısı hükümet güçlerinin bazı benzinliklere saldırmasına kadar varmıştı. En son bütün sendikaların da desteği ile 12 Ekim 2011’de gerçekleşen grev hareketi ülkenin 200 ayrı şehir ve kasabasında gösteriler gerçekleştirdi.
İzlanda
Krizin ardından Yunanistan’dan önce Avrupa’da en ağır darbeyi yiyen İzlanda’da üç büyük bankanın batması sonucu Ocak 2009’da büyük gösteriler yapılmıştı. Yeni hükümet, refah düzeyinin çok yüksek olduğu ülkede AB üyeliği neredeyse hiçbir zaman düşünülememiş iken üyelik müzakerelerinin başlatılması için bir referandum düzenlemişti ve referandum sonucu ile İzlanda’nın AB’ye üyelik müzakereleri başladı. Kasım 2010’da ülke çapında bütün kadın çalışanlar cinsiyet eşitsizliğine karşı genel greve giderek meydanları doldurmuştu. Geçtiğimiz Haziran’da havayolları çalışanlarının grevi sonucu hükümet geri adım atarak sendikanın isteklerini kabul etmişti. En son, Ağustos’taki öğretmenler grevi de yine çalışanların taleplerinin kabul edilmesi ile sonuçlanmıştı.
İrlanda
Krizin en ağır vurduğu ülkelerden biri olan İrlanda’da işsizlik birkaç yıl içinde %4’ten %14’e yükseldi. Hükümetin kurtarma planı doğrultusunda bütçe kesintileri yapmasını protesto etmek için 2009 yılı sonunda son otuz yılın en büyük grevi yaşandı. 24 saatlik genel grevde yaklaşık 250 bin işçi yürüyüş yaptı. Hükümet kriz sonrasında 7 milyar Euro ile birkaç bankayı kurtarmış ve oluşan %12’lik bütçe açığını finanse ederek piyasalara güven vermek için çalışanlardan aldığı vergileri artırmıştı. 2010 sonunda ise hükümet açıkladığı dört yıllık plan doğrultusunda 2015’e kadar vergi gelirlerini 5 milyar dolar artırıp kamu harcamalarından 10 milyar dolarlık tasarruf yapacağını belirtmişti. Plana göre,şimdiye kadar gelir vergisi vermeyen işçiler vergi verecekken Avrupa’nın şirketlerden en düşük vergi alan ülkesi olan İrlanda ekonomik büyümeyi sağlayabilmek için şirketlere ek vergi yüklemeyecek! Asgarî ücretler ise saat başına 1 ile 8 Euro arasında düşürülecekti. Fakat sendika bürokrasisinin aldığı “ulusal çıkarlar için 2014 yılına kadar grevlerin yasaklanması” kararı İrlanda işçi sınıfının aldığı en ağır darbe oldu. Hükümetle sendika bürokrasisinin 31 Mart 2010’da uzlaşması sonucu alınan bu karar ya İrlanda işçi sınıfına ağır bedeller ödetecek ya da işçi sınıfı bürokrasiye karşı yeni bir mücadeleye girişecek.
İtalya
Eylül ayında, hükümetin açıkladığı kemer sıkma paketine İtalyan işçi sınıfı genel grev ile cevap verdi. Sekiz saatlik grev, 45 milyar euroluk tasarruf paketinin mecliste görüşülmeye başlanacağı günde gerçekleşti ve yüz binlerce işçi meydanları doldurdu. Kemer sıkma paketi emeklilik yaşının yükseltilmesi, devlet harcamalarının azaltılması, vergilerin artırılması gibi diğer ülkelerle benzer düzenlemeleri içeriyordu.
Kriz ve Sosyalizm
Lenin bir devrimin gerçekleşebilmesi için iki durumun şart olduğunu belirtmişti: Yönetenler artık yönetemez duruma gelir ve yönetilenler artık yönetilemez duruma gelir. Bugünkü tablo egemen sınıfların yönetim krizi içerisinde olduğunu gösteriyor, hem de küresel çapta. Yaşamakta olduğumuz kriz kapitalizmin ilk krizi değil, hatta henüz etkileri bakımından kapitalizmin yaşadığı en büyük kriz de değil. Kapitalizmin gerçek anlamda krize girmesinin koşulu, uluslararası işçi sınıfının sosyalizmi gerçek bir alternatif olarak görebilmesi. Sokaklarda özgürlük mücadelesi veren yoksullar ve işçiler, Mısır ve Tunus gibi ülkelerde bir devrim pratiği yaşıyor. Yukarıda bahsedilen ülkelerde ise kitlesel işçi sınıfı hareketleri egemen sınıfların karşısına dikiliyor. Bu deneyimlerin sonucu olarak 29 Eylül’de ETUC’un çağrısı ile bütün AB ülkelerinde gösteriler düzenlenmişti. 15 Ekim’de ise bütün dünyada, 950’den fazla şehirde toplam 1 milyondan fazla insanın katıldığı gösteriler düzenlendi. Bunlar arasında en kalabalık geçen gösteriler 100 bin kişi ile New York, 200 bin Roma, 20 bin Madrid, 20 bin Lizbon, 10 bin kişi ile de Berlin’de gerçekleşti. Egemen sınıfların yönetim krizi büyürken sosyalistlere düşen görev ise giderek daha da yönetilemez duruma gelen işçi sınıfına kapitalizmin alternatifi olduğunu, başka bir dünyanın mümkün olduğunu anlatabilmek.