Roni Margulies
PKK bu yaz saldırılarını yoğunlaştırdı. Her iki taraftan çok sayıda ölü verildi.
Savaşın sertleşmesiyle birlikte, Kürt illerinde değil, ama Batı’da hükümet önemli bir propaganda zaferi kazandı. Niye savaş yaşandığı sorusuna Başbakan’ın ve resmî ve gayrıresmî sözcülerinin verdiği cevap kamuoyunda neredeyse eksiksiz bir kabul gördü.
Sorunun cevabı tartışılmıyor bile artık.
Kabul gören cevap, ana hatlarıyla, şu:
“Seçimlerden sonra barış olacaktı, hükümet buna hazırdı, fakat PKK barışı baltaladı. PKK şiddete başvurmadan duramıyor. Zaman müzakere zamanı değil, terörün belini kırma zamanı. Bunların dertleri belli, terörden vazgeçmezler, hükümet her şeye tamam dese bile bir mazeret uydurup devam ederler. Teröristle müzakere yapılmaz. Barış, barış isteyenle yapılır, PKK ise barış istemiyor. Önce savaşmak, PKK’yi imha etmek gerek, barış sonra gelir.”
Bu yaklaşımın çeşitli yan unsurları var.
“PKK’nin kendi çıkarları savaşı gerektiriyor, barışmaya niyeti yok, çünkü savaş hem çok kârlı bir ekonomik ve siyasî sektör, hem de PKK’nin artık benimsediği bir hayat tarzı.”
Veya “PKK zaten Kürtlerin en büyük düşmanı”, “PKK Kürtleri öldürüyor”.
Veya “PKK hem dış hem de gizli iç güçlerin maşası, Ergenekon’un taşeronu”. Yani “PKK barışı baltalayarak, hükümeti devirmek isteyen derin devlete yardımcı oluyor”, hatta “bizzat derin devlet tarafından yönetiliyor”. Ya da “PKK İsrail’in, Suriye’nin, Amerika’nın, başka dış mihrakların planlarına alet oluyor”.
Hükümetten ve devletin ilgili birimlerinden kaynaklanan bu cevaplar, Kürt halkının taleplerini genel anlamda destekleyen çevrelerde bile kabul gördü bu yaz.
Kürt sorununda tartışmanın merkezine PKK ve şiddet sorunu oturdu.
Kürtlerin haklarının hâlâ karşılanmamış olmasında, savaşın sertleşmiş olmasında devletin ve hükümetin rolü tartışmanın tümüyle dışına itildi.
Barışçıl, munis, iyiniyetli bir hükümetin, savaşçı, eli kanlı, barış düşmanı bir PKK ile karşı karşıya olduğuna inandı kamuoyu.
Oysa, PKK’nin niye sertleştiğini Aysel Tuğluk şöyle açıklıyordu:
“Son beş yıllık görüşmelerin tümü tartışma, birbirini tanıma, anlama, ölçme-biçme şeklinde gelişti.. Ancak, ne zaman ki bu süreç tamamlandı ve iş pratik adım atma, çözüm zeminini güçlendirecek düzenlemelere geçme safhasına geldi, işte kriz ve tıkanma tam da bu safhada baş gösterdi. Aşılamayınca da süreç koptu, çatışmalar başladı. Bu süreç içinde bırakınız çözüm zemini adına adım atmayı, aksine ortamı ve görüşmeleri zorlayan uygulamalara girişildi.. Hatırlatmakta fayda var. Ateşkesten bir gün sonra başlatılan KCK operasyonları, Habur dönüşü sonrası kapatılan parti, bitirilemeyen askerî operasyonlar, Başbakan’ın DTP ve sonrasında BDP’ye yönelik tutumu, üslubu, dayatmaları vs. vs.”
Belli ki yaz boyunca PKK, somut adımlar atmamakta direnen hükümete, “Şu masaya doğru dürüst otur, benimle başka türlü baş edemezsin, canını yakarım” demeye çalıştı.
Batı’da yapılması gereken tartışma, “şiddet kullanılmalı mı, kullanılmamalı mı” tartışması değildir. “Devlet ve hükümet niye masaya oturmuyor, niye Kürtlerin en haklı ve doğal taleplerini derhal karşılamıyor, niye savaşmayı tercih ediyor” tartışmasıdır.
Batı’da vurgulanması gereken şudur:
Şimdi, Kürt halkının eşit koşullarda kardeşlik talebine destek olma zamanıdır.
Şimdi çatışmanın değil, konuşmanın, müzakere etmenin zamanıdır!