Teyfur Erdoğdu
Türkiye’de futbolun içine düştüğü durum gerçekten içler acısı. Ancak sanıyorum hâlâ başta yönetimlerinin arkasında durmaya devam Fenerbahçeliler olmak üzere hepimiz futbol dünyasında neler dönmüş olabileceğini tam olarak algılayamıyoruz. Kısa bir süre içinde daha birçok iplik pazara çıktıktan sonra bugün takımlarına toz konduramayanlar kapalı kapılar ardında neler dönmüş olduğunu şaşkınlıkla öğrenip üzüntü içine gark olacağa benziyor. Eğer sistemde bir kirlilik varsa ve bu kirlilik yaygınsa, herhangi bir takımın da bu kirliliğin dışında kalma ihtimali yoktur. Bu yüzden ikinci lig, amatör küme, birinci lig fark etmeden tüm takımlar az veya çok kirlenmiştir. Nitekim hiç ummadığımız yöneticilerin dışarıda fairplay’e vurgu yaparken kendi aralarında bu yalana koca koca kahkahalarla güldüğünü biliyoruz.
Okuyacağınız bu yazıda futbol camiasında neler dönmüş olabileceğini sizlere göstermek için karanlıklı bir yolda yürümeye çalışacağım ve herkesçe pek bilinmeyen bir boyuta değineceğim: Mafyanın futbolla olan ilişkisi (diğer boyutlar için bkz. http://www.stargazete.com/acikgorus/turk-futbolu-kume-dustu-haber-365711.htm#).
Zamanın spordan sorumlu devlet bakanı (2005) Mehmet Ali Şahin’in (http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=172010) ve Hakem Ahmet Çakar’ın (http://www.dailymotion.com/video/xgywmk_ahmet-cakar-turkyye-de-futbol-mafya-demektyr_shortfilms) söylediği gibi, artık “Türkiye’de futbol demek mafya demektir”.
Omerta yasası
Mafyanın işleri omerta (suskunluk) yasası sebebiyle her zaman karanlıkta kalma üzerine kuruludur. Sus konuşma yoksa ebediyen susarsın. Bu yüzden dönen dolaplar basın mensupları, polisler, savcılar tarafından biliniyor olsa da, ya hayatlarının ya da nemalarının kesilmesi korkusuyla mıdır bilinmez, yazamazlar, müdahale edemezler. Mafya hakkında eserler yazılır,[1] Meclis araştırmaları yapılır ve mafyanın futboldaki varlığı tespit edilir, ama bir neticeye varılamazdı.[2]
Ta ki pandoranın kutusu açılana kadar. Bugün bu kutunun kapağı biraz da olsa aralandı. Gelin biz de bu aralıktan sızarak içeri hızlıca şöyle bir göz atalım.
Türkiye’de hepimiz çok iyi biliyoruz ki milliyetçi, muhafazakâr, solcu, devrimci veya diğer bir görüşe sahip kişilerin içinde kaynadıkları değişik dallarda farklı farklı mafya örgütlenmeleri mevcuttur. Bu kişilerin siyasî/dinî görüşleri ne olursa olsun dünya görüşleri yektir: Para, sadece para, mümkünse daha çok para.
Her Şey Para İçin
Birkaç on yıldır futbol işinde de çok para var. Çok paralı futbol içinde de mafya var. Nitekim konumuz sadece Türkiye olduğu için burada ona dair rakamları vereceğim: Türkiye liglerinde senede deveran eden para milyarlarca lirayı bulmaktadır. 2000 yılında futbol klüplerinin “kayıtlara giren” toplam geliri 150 milyon avru iken, bu rakam 2011’de tam 700 milyona yükselir. Türkiye’de futbol dünyasında dönen para ise 8,5 milyon avrudur.
Türkiye’de mafyanın futbol içine sızma evreleri ise kısaca şöyle gerçekleşmiştir:
Genel ligin kurulduğu 1959-60 futbol sezonu ile birlikte mafya önce karaborsa bilet piyasasını kurarak işe başlar. Daha sonraki yıllarda sırasıyla stadlardaki kantin işletmelerine; ardından klüplere gelir olsun diye açılan çay bahçelerinden otoparklara kaçak adamdan uyuşturucu saklamaya; irili ufaklı ve bölgesel-ulusal yasadışı maç bahislerine (son zamanlarda da internet ve telefon üzerinden oynanabilen kayıt dışı bahis mekanizması sayesinde elindeki paraları aklamaya ve paralarına para katmaya)[3]; evvelen bireysel olarak sonraları yürütücülük (management) şirketleri kisvesi altında (bu şirketlerin ruhsatlarını da (license) TFF’nin yaptığı 31 Mart 2011 tarihli son sınav da dâhil soruları ele geçirip almaktadırlar) futbolcu transferlerine; şikelere ve futbolu muazzam para makinesi haline çeviren tv yayın haklarına el atar. Örümcek sürüleri halinde futbol dünyasının üzerine saldıran ve ağlarını dört bir köşeye gererek avcılığa başlayan mafya, böylelikle sadece yasadışı bahis ve yakalanabilen şike olaylarından FIFA’nın açıklamasına göre 2000 yılında Türkiye’de 12 milyon avru kazanırken, günümüzde bu rakam 340 milyona çıkmış bulunmaktadır. Yine her hafta 3,5 milyon kişinin resmi bahis oynadığı ve bahisçilikte (kupadaki gibi) dünya üçüncüsü[4] olan bu memlekette yasal bahislerde bir yılda dönen para 11,2 milyon avruyu bulmaktadır. Mafya sizce acaba bu yasal bahislerin yüzde kaçını yönlendiremiyordur?
Mafyanın futbola ilk bulaştığı yıllarda iştahını son derece kabartan iki hadise olmuştur: İlki kolay para kazanan veya kazanma peşinde koşan insanların eğlenme uğruna, mafyanın çektiği karaborsa bilet fiyatları n’olursa olsun paralarını sarfetmeye hazır olmaları ve diğeri köşeyi dönme hevesiyle içi yananların bahis tutuşmaları. Böylelikle mafyanın gövdesi şişmeye, şiştikçe de gücü kuvveti artmaya başlamıştır.
Kârhaneye düşen taze futbolcular
Mafyanın bir sonraki hedefi yukarıda da belirttiğim gibi genç futbolculardır. Zamanla mafyanın tuzağına düşecek olan bu futbolculardan bir kısmı, içinde bulundukları toplumsal ve iktisadî durumdan kurtulmak amacıyla kötü yola ardından da resmi gayriresmi genelevlere düşen genç kızlar gibidir. Mafya sayesinde bir takımda top koşturma ya da daha iyi bir takıma transfer olma hayalleri gerçekleşen bu genç ve “taze” yetenekler artık mafyanın mallarıdırlar.
“Seni şu takımda oynatayım mı koçum?”
“Olur, ağbi hakikaten yapar mısın?”
“Ayıpsın koçum!!!”
Transfer gerçekleşir. Futbolcu işi bağlayan ağabeyine minnetle bağlanır. Mesele paraya gelince futbolcu neye uğradığını şaşırır:
“Ağbi bana verdikleri paraya niçin el koydun?”
“Konuşma ulan, istediğin takımda oynuyorsun ya! Daha ne istiyorsun piç oğlu piç! Otur otur oturduğun yerde. Oyna maçını, kırdırtma bana bacaklarını!!!”
Hiçbir futbolcu 1993’te Kolombiya’dan Omor Canos’un veya 1994’te Andres Escobar’ın başına gelenlerin kendisine de olmasını istemediği için meseleyi sineye çeker, susar ve oturur.
Mafyanın futbolcu avında izlediği bir diğer yöntemse futbolcunun cinsellikle ilgili uygunsuz fotoğraflarını ele geçirmek üzerine kuruludur. Bu durumda futbolcu kıskıvrak tenasül uzvundan yakalanmış haldedir, kıvranıp durmaktadır.
Hangi yöntemle olursa olsun mafyanın tuzağına düşmüş “hevesli” ve “taze” futbolcu ilk birkaç transferde sesini çıkar(a)maz. Bir iki ık mık etse de zaten dersini almıştır. Yeteneği sayesinde moralini de bozmadan oynamaya devam ederse şöhreti artar, şöhreti arttıkça da getirisi daha bir bol olur. Mafya ağabeyi futbolcunun binlerce dolarlık takıların boygösterdiği düğününü de yapmamış mıdır? Hatta yeri gelip de oynadığı takım maaşını öde(ye)meyince mafya ağabeyi geçineceği aylık parasını da cebine koymamış mıdır? Ne de olsa kaz gelen yerden tavuk esirgenmez. Transferde aldığı paranın büyük kısmına mafya ağabeyi el koyuyor olsa da ona da artık pastadan kalınca bir dilim kesip vermektedir. Bu dilim hiç de öyle azımsanacak incelikte değildir: Onu bir yıldız (star) gibi yaşatmaya yetip de artmaktadır. Çünki mafya, futbolcunun sadece sahaiçi değil, aynı zamanda sahadışı hayatını da pazarlamayı akletmiş/öğrenmiş ve onu para makinasına dönüştürebilmiştir. Yine mesela mafya, futbolcusu vasıtasıyla maçı sabote ettirerek bol para kazanabilmektedir:
“Bu maçta oynamayacaksın (gol yiyeceksin, penaltı yaptıracaksın, kırmızı kart göreceksin), koçum, anladın mı!!!”
“Ama ağbi, ben bunu yapamam!”
“Niye lan, hayvan herif?”
“Ağbi, haram böyle işler ya, isteme benden bunları n’olur!!!”
Mafyanın futbolcusu başlangıçta bu duruma ilerlemek, sınıf atlamak veya hayallerini gerçekleştirmek için katlanırken, iradesi zaten zayıf olduğu ya da tatlı hayat (dolce vita) ile gün geçtikçe inceldiği için takip eden yıllarda ahlaksız teklifler karşısında hiç direnemez hale gelir ve biraz can biraz da mal korkusuyla (mal da ne de olsa canın yongasıdır) top yanında maddi hırslar peşinde koşmaya başlar.
Hangi mafyadan alırdınız?
Ara ara klüp başkanlığı da yapan mafya babaları düne kadar klüp hatta 1997’den itibaren de TFF başkanlarının icazet almak, icazet aldıktan ve koltuğa oturduktan sonra da işbirliği yapmak zorunda oldukları merciiydi. Başkanlar icazet almadan koltuğa oturdukları ya da alsalar bile sonradan işbirliğini bozdukları takdirde sözlü ya da silahlı tehditlerle, darplarla, yaralamalarla korkutulur, yine söz dinlemezlerse koltuklarından indirilirlerdi. Futbolun dışından ona sirayet eden dışarlıklı mafyanın işi iyice azıtması klüp başkanlarını, mafyalaşarak kendilerini ve menfaatlerini koruma yoluna itti. Bu sayede de pastadan daha az pay kaptırmaya başladılar.
Bizim açımızdan ister dışarlıklı olsun ister içerlikli, mafya örgütlenmeleri yukarıda zikrettiğim kirli işlerin yanında stadlarda izleyicileri etkilemek ve yönlendirmek görevini de amigoları vasıtasıyla yerine getirirler. Stadlarda holiganizmi, küfür anarşisini yaratırlar ve bu yolla yönetimde istemediklerini, futbolcuları hatta etnik toplulukları (Bursa’da olduğu gibi) baskı altına almaya çalışırlar. Ayrıca klüpten alacaklı olan futbolcuları caydırma da olağan işlerdendir. Bitmedi Türkiye’nin uluslararası maçlarına da müdahil olurlar. Bir örnek vereyim: Bosna-Hersek Millî Takımlar Teknik Direktörü Miroslav Blazeviç, Bosna’nın önemli gazetelerinden olan Dnevni Avaz’a verdiği demeçte 2010 Dünya Kupası elemeleri için 9 Eylül 2009’da Zenica’da oynanan Bosna-Türkiye maçı öncesi Türkiye’den mafyanın kendisine 500.000 avru teklif ettiğini açıklamıştı. Acaba mafya kimin yararına bu parayı teklif etmişti? Bundan TFF’nin hiç mi haberi olmamıştı?
Ahlak toplumsaldır
Biliyorum buraya kadar söylediklerim sanki sadece futbola münhasırmış gibi görünüyor. Güya futbol kirli, diğer sporlar temiz, sözüm ona futbolcular ahlaksız, toplumun diğer fertleri melek. Elbette ki bu imkân haricidir. Çünki futbolcu ahlak ve iradesini içinde doğduğu, büyüdüğü ve yaşadığı toplumdan alır. Bu bakımdan bilinen, bilinmeyen, basına yansıyan, yansımayan hile hurda dolu hadiselerin artışı ve bunlar üzerine gitme kararlılığı ya da kararsızlığı toplumdaki ahlak ve dürüstlük düzeyi hakkında çok önemli ipuçları sunar.
Sonsoru: Türkiye’de mafya tarafından canlı tutulan futbol, Kolombiya’daki gibi temizlenirse, keyfiyet (quality) bakımından düşüşe mi geçer yoksa yükselişe mi?
Sonsöz: Sineklerle uğraşmaktan vazgeçip bataklığı kurutmanın zamanı acaba ne zaman gelecek?
[2] 10.06.2005 tarihli Türk sporunda şiddet, şike, rüşvet ve haksız rekabet iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/63, 113, 138, 179, 228) esas numaralı Meclis araştırması komisyonu raporu http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss956m.htm
[3] Bu yolla elde edilen miktar adı geçen Meclis Raporu’na göre 1 milyar avru değerindedir (s. 181).
[4] Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda, Yunanistan, Rusya ve İtalya gibi başka bazı ülkelerde de yasadışı bahisler baş ağrıtmaktadır. Bu ülkelerin bazılarında bu türden bahislere engel olmak için tatbik edilmeye başlanan uyarı düzeneklerine karşın Türkiye’de böyle bir düzenek bulunmamaktadır. Ayrıca Avrupa liglerinde bahisçiler de bu uyarı düzeneklerinin olmadığı alt küme karşılaşmalarına kaymış durumdadır. Örneğin İtalya’da 2007-2008 sezonunda sekiz alt küme takımının mafya bağlantısı ile şikeye karıştığı tespit edilir. Yine Almanya’da 4. Lig takımlarından Eintracht Trier’in teknik direktörü Mario Basler’in mafya ile olan ilişkisi meydana çıkarılır.