Chris Harman
Ağustos ayında Londra’nın Tottenham bölgesinde polisin siyah bir genci öldürmesinin ardından başlayan isyan önce Londra’nın başka mahallelerine, sonra Liverpool, Bristol, Birmingham gibi başka büyük kentlere yayıldı. İsyanın arka planında ekonomik kriz, işsizlik, umutsuzluk, ırkçılık ve öfke var. Tottenhham’da 26 yıl önce Thatcher yıllarının benzer koşullarında da benzer bir isyan patlak vermişti. Aşağıdaki yazı o isyan hakkında yazılmıştı.
İngiltere’ye 1981 yılında hakim olan manzara; taşın ve molotof kokteylinin, polis çizmesinin ve coplu saldırıların, sokaklarda sopalanan insanların ve direniş çığlıklarının, geçen yıl Bristol St. Pauls’da ve geçen ay Londra Brixton’da patlayıp Finsbury Park, Wanstead, Ealing’de de yankılanan ve önümüzdeki dönemde daha kimbilir nerelere sıçraması mümkün olan isyanların manzarası.
İşçilerin çoğunluğu hâlâ ekonomik krize ve Thatcher hükümetine nasıl karşılık vereceklerini bilmiyor. Fabrikalar birbiri ardına kapanırken, izole olmuş direniş odakları izole kalmaya devam ederken ve hatta yükselen işsizlik tek tük geçmiş zaferlerin (liman işçileri, madenlerdeki mücadele, itfaiyeciler) anısını bile belleklerden silerken, Brixton bugün İngiltere’nin içinde bulunduğu derin bir gerçekliği gösteriyor.
Umursamazlıktan öfkeye
Umudu olmayanlar aniden, hiç beklenmezken, umursamazlıktan öfkeye kayma potansiyeline sahiptir. Ve bu öfke, kapitalist sistemde verilen eğitimin kişinin bilincinin etrafına ördüğü tüm engelleri yıkabilir. Barikatlar, ateşe verilen arabalar ve devlete karşı aniden oluşan dayanışma duygusuyla, yerel mahalle sokakları bir anda devrimci bir savaş alanı görünümü kazanır.
Ancak, isyanlar bir an için gerçek devrimin neye benzediğini gösteriyorsa da olsa, isyanla devrim aynı şey değil. İsyancıların gücü, polisi sokaklardan püskürtme ve baskının sembollerini yakma başarısında yatar. Ama kısa bir süre için ellerinde tuttukları sokaklar yoksulluğun sokaklarıdır. Eski toplumun parçalarını ateşe verirler, fakat yenisini inşa edecek araçlardan yoksundurlar. Bunu yapabilecek araçlar başka yerlerde, toplumun üretken nüvesinde, fabrikalarda, madenlerde, limanlardadır.
İsyanın grevden farklılığı tam da bu noktadadır. İsyanın sloganları çok daha devrimci olabilir. Ama ardında statükoya karşı çok daha az örgütlü ve süreklilik taşıyan bir muhalefet bırakır.
Grev, kapitalist toplumun tam merkezinde, ekonomik değerin yaratılıp artı değerin ortaya çıktığı yerde gerçekleşir. Grev, işçilere güçlü olduklarını ve eğer kolektif olarak hareket ederlerse, çalışma sürecini kendi çıkarları için düzenlemeye başlayabileceklerini gösterir. İsyan, insanlara beraber savaşabileceklerini gösterir, bir kısmına bir bütün olarak düzene karşı koymak gerektiğini öğretir, ancak onları bu amaçlara ulaşmak için gereken örgütsel araçlarla, güçle donatmaz.
Bu sorun bir başka sorunla da birleşir. Bir topluluk, üyelerinden çoğu işçi sınıfına dahil de olsa, bir sınıf değildir. İçinde aynı zamanda dükkân sahipleri, lümpen proletarya, küçük gangsterler, sınıf atlama meraklıları… ve toplulukla kapitalist toplum arasında profesyonel arabuluculuk yaparak rahat bir hayat sürmeyi amaçlayan insanlar da bulunur. İsyan bittiği anda, bütün bu insanlar kendi yollarına gider ve her biri kendi özel amacının bir bütün olarak topluluğun amacı olduğunu beyan eder.
Bu nedenledir ki, birbirini izleyen bir dizi getto ayaklanması Amerika’yı 1964-1968 yılları arasında sarsabilir… ve ama ayaklanmalar bittiğinde siyah topluluklar kendilerini öncesinden pek daha iyi örgütlenmiş halde bulur, eski radikal siyah milliyetçileri, siyah kapitalizmin ve siyah kapitalist politikaların yoluna koyulur.
İsyandan devrime giden yol, bir sapakta fabrikalara doğru dönmek zorundadır. Bu dönüşün yapılması imkânsız değildir. İsyancıların önemli bir bölümü işsiz olabilir. Ancak çoğunluk çok büyük olasılıkla işçilerden oluşmuştur. Son tahlilde, İngiltere’de siyahlar arasında işsizlik çok yüksek olmasına rağmen, siyahların (ve hatta siyah gençlerin bile) büyük çoğunluğu çalışıyor. Londra’da siyahların en yoğun bulunduğu yer Brixton değil, Dagenham’daki Ford fabrikası. Ve isyana katılan beyaz gençlerin de, aynı şekilde, fabrikalarda ve daktilo başlarında babaları, kızkardeşleri ve arkadaşları vardır.
Şu anda fabrikalardaki umursamazlığın öfkeye dönüşmesi için uygun koşullar olmayabilir. Ancak tüm geçmiş deneyimler, ekonomideki en ufak bir düzelmenin, sınıf mücadelesinin düzeyinde çok daha önemli ölçüde sıçramasına yol açabileceğini gösteriyor. Fabrikalarda düzinelerce Brixton yaşanması mümkün.
Zemin değiştirmek
İsyandan devrime dönüşümü gerçekleştirmek için sadece mücadele zeminini değiştirmek yetmez, aynı zamanda siyasî bir değişim yapmak gerekir. Topluluk siyasetleri fabrikada geçerli değildir; hergün ırkçı tacizle karşılaşanlar arasında kolayca karşılık bulabilen keskin bir siyah milliyetçi söylem kullanmak da değildir, son tahlilde hükümetten daha fazla para dilenmeye varan belediye sosyalizmini anlatmak da değildir.
Gerekli olan, devrimci sosyalist politikalardır, sokaklar kadar fabrikaların da zapt edilmesi gerektiği vurgusunu yapmaktır. Siyahlara beyaz işçiler fikirlerini değiştirene kadar kendi sorunlarını bir kenara bırakmalarını söylemeden, ama etkili olmanın yolunun önde duran sokak savaşçılarının gençlerle olduğu kadar yaşlı işçilerle de, siyah işçilerle olduğu kadar beyaz işçilerle de konuşması, onlara önderlik etmesi ve onları örgütlemesi gerektiğinde ısrar etmektir.
Acil görev, başka toplumsal patlamalar olmadan bu tür politikalara dayanan örgütlenmeyi inşa etmektir. Brixton, ister sosyalist ister siyah ayrılıkçı olsun, siyasî olan herkesin Brixton’un en radikal gençlerinin gözünde yabancı olduğunu gösterdi. Hiç kimse bu gençlerin güvenini kazanabilmiş, onların öfkesini toplumu nasıl dönüştürüleceğiyle ilgili daha geniş bir bakış açısına dönüştürebilmiş değil. Oysa bu yapılmadığı sürece, onların öfkesi kolayca tekrar umursamazlık içinde yok olabilir.
Socialist Review, 16 Mayıs-14 Haziran 1981
Çeviren: Onur Devrim Üçbaş