Aydın Yıldırım
Modernizm ve modernleşme kavramları ne zaman karşıma çıksa aklıma Charlie Chaplin’in 1936 yapımı ‘Modern Times’ (Modern Zamanlar) filminin o ünlü sahneleri gelir. Şarlo dönen büyük çarkların, devasa disklerin arasında cıvataları sıkmaya, somunları sağlamlaştırmaya çalışıyor, sıkışmak pahasına.
Makineleşmeyle beraber bir işçinin bir yandan ürettiği ürüne nasıl yabancılaştığını, bir yandan sermayenin nezdinde nasıl bir yedek parçaya dönüştüğünü, makineleştiğini, robotlaştığını sinemanın muhteşem diliyle özetliyor Şarlo. Bu bağlamda modernleşmeyi kapitalistleşme olarak nitelendireceksek, bu kavramı sermayenin başta üretim ilişkileri olmak üzere hayatın her alanına nüfuz etmesi olarak ele alabiliriz.
Birçok yorumcuya göre bu sürecin kültürden hukuka, eğitimden sanata, hemen hemen tüm üstyapı kurumlarında yansımasını da modernizm (aydınlanma) olarak nitelendirebiliriz. Türkiye’de 20. yüzyılda bu süreç Kemalizm adıyla tezahür etmiştir.
Osmanlı Devleti’nden kalan kültürel ve siyasal hayattaki tüm kurumlar yerle bir olur. Feodal yapılar tuz buz edilir. Katı olan her şeyin buharlaştığı bu modernist-Kemalist dönüşüm süreci eskisinden farklı tezahür eden bir otorite ve yeni bir iktidar biçimi olarak şekillenir. İmparatorluk kendini ulus devlete teslim etmektedir. Aynı yüzyılda oluşan tek partili diktatörlüklerde olduğu gibi kendi ikonlarını kendisi yaratma eğilimine girmiştir.
Heykeller, büstler, çerçeveli resimler zamanla tüm meydanları, okul bahçe ve sınıflarını kapladı. Mustafa Kemal adına yapılan her nesne hergün biraz daha dinî bir put algısına ulaştı. Korku yaratan bir tabu haline getirilen tüm bu ikonlar yakın tarihimizde onlarca traji-komik olayın nedeni olmuştur. Bir binanı yıkılmasını istemiyor ya da demokrat bir kişiliğe ait olan ismini değiştirmek mi istiyorsunuz? Adını “Atatürk” yaparsınız, olur biter! Anadolu’da imara açılması istenilmeyen ya da çay bahçesi olarak çalıştırmak istediğiniz mekânlara bir Atatürk büstü dikersiniz, kimse korkusundan yanına yaklaşamaz.
Bu, doğrudan doğruya bürokrasi eliyle yaratılmış bir korkudur. Bir yatılı okul müdürü yakıt giderinden önce, “Atatürk 100 yaşında” çelenginin parasını ayırmalıdır bir köşeye. Çünkü çocukların üşütüp zatürre olması onu koltuğundan etmez, ama günü geldiğinde o çelengin okul kapısına asılmaması müdürün koltuğunu sallayacaktır.
İsviçre’den Medeni Kanun’u, Almanya’dan Ticaret Hukuku’nu, İtalya’dan Ceza Hukuku’nu, üstelik sayı ve numaralarına varıncaya kadar ve hem de tercüme hatalarını bile kopyalayıp alan Türkiye Cumhuriyeti’nin tek milletli ulus devletini yaratma sürecinde muhtemelen Mustafa Kemal’in kendini bile kat be kat aşan ATATÜRK imgesi üretiliyor. Bu sürece sanatçıların katkısı da fevkalade boyutta:
Varsın… Teksin… Yaratansın
Sana bağlanmayan utansın,
biz sana tapıyoruz…
Aka Gündüz
Çankaya yeter bize,
Kabe Arab’ın olsun…
Kemaleddin Kamu
Yoktan var ediyor Tanrı gibi her şeyi
Yusuf Ziya Ortaç
Atatürk ekber! Atatürk ekber!
Ancak o var: Atatürk!
Peygamber o’dur!
Behçet Kemal Çağlar
Egemen ideoloji artık Kemalizm’i iyiden iyiye sorgulanmayan, biat edilen bir din haline getirmeyi başarmıştır. O kadar ki, iş ‘Amentü’ yazmaya kadar vardırılmıştır. CHP’nin Hakimiyeti Milliye matbasında 1928 yılında basılan metne bir göz atalım:
“Kahramanlığın örneği olan ve vatanın istiklalini yoktan var eden Mustafa Kemal’e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahid analarına ve Türkiye için ahiret günü olmadığına iman ederim..Gazi’nin Allah’ın en sevgili kulu olduğuna kalbimin bütün hulusi ile şahadet ederim…”
Bir ilköğretim öğrencisi öğrenim hayatı boyunca yaklaşık 1840 defa Andımız’ı okuyor, 1162 defa İstiklal Marşı’nı söylüyor. Onlarca tören, anma, resmî bayram, belirli gün ve hafta etkinlikleriyle milyonlarca çocuk ve gencin bilinçaltına resmî ideoloji zerk ediliyor.
Bu zerk etme eylemi Kemalist propagandayı o kadar normal ve doğal hale getiriyor ki, Hitler Almanya’sında, Mussolini İtalya’sında, Afganistan’da bir Taliban kampında ya da Nur cemaatinin bir ışık evinde buna benzer manipülatif bir eğitim yöntemi görülse, “gencecik çocukların beyinlerini yıkıyorlar” tespitini hemen yapıştıracak bir kitle mevcut. Ancak bu kitle Şişli’de bir devlet anaokulunda ya da Beşiktaş’ta bir kolejde 5-6 yaşındaki çocukların asker kıyafetleri içinde yaptıkları skeçlerde göz yaşlarını tutamıyor. Çocuklar Kurtuluş Savaşı veya Çanakkale Savaşı temalı bir gösteride taramalı tüfek sesleri gürültüsü içinde kendilerini yerlere atıyor, kız öğrenciler başlarında ağıtlar yakarak üzerlerine kapanıyor. Fonda “Çanakkale içinde vurdular beni” türküsü. Bir öğrenci Türk Bayrağı’na sarılarak mikrofona geliyor ve seslendiriyor ezberini: ” Muytaç oyduyun kuvvet damaylayındaki aşil kanda meycuttuy.” Alkış kıyamet, tüm veliler hıçkırıklara boğuluyor!
Doğu Anadolu’da bir ilçenin mahalle isimleri değiştirilmiş, yeni isimler hayli yaratıcı: Atatürk mah., Kemal Atatürk mah., Mustafa Kemal Atatürk mah., Gazi Mustafa Kemal Atatürk mah., Gazi Atatürk mah., Gazi Kemal mah., İsmet İnönü mah., İsmet Paşa mah. Atatürk’ün bile belki de diyeceği gibi: “Efendiler, suyunu çıkarmışsınız.”
Tedrisatın 1924’te birleştirilmesi (eğitimin merkezîleştirilerek tek çatı altında toplanması), medreselerin kapatılması, 1925’te şapka kanunun çıkartılması, tekkelerin yasaklanması, yeni takvim ve yani saat uygulamalarına geçilmesi, 1928’de yeni rakam sistemine geçilmesi, yeni harflerin kabul edilmesi, Millet Mektepleri’nin açılması, 1931’de yeni ölçü birimlerine geçilmesi, 1932’de Halkevleri’nin kurulması, 1934’te soyadı kanununun çıkarılması ve buna benzer daha birçok değişikliğin yapılması sosyal hayatın görünürde çok büyük bir değişikliğe uğradığı izlenimi veriyor.
Eskiye dair ne varsa bir bir tarihe gömülürken Kemalizm kendi mutlak egemenliğinin taşlarını bir bir örüyor. Kemalist modernizm toplumu yeniden ve kendi istediği yönde tasarımlarken tarihteki toplum mühendisliği uygulamalarının en müstesna örneklerinden birini sahneliyor. Jakobenci/Bonapartist yapısıyla topluma yukarıdan aşağıya, tepeden inmeci bir “aydınlanma” dayatıyor. Küçücük çocuklara giydirdikleri kara önlüklerden radyoda yasakladıkları halk türkülerine kadar.
Bir Roma İmparatoru kendisine sorulan “Ne kadar çok değişiklik yapmışsınız, bunları neden yaptınız?” sorusuna şu yanıtı veriyor: “Her şeyi değiştirdik, her şeyi değiştirmemiz gerekti. Bir şeyi değiştirmemek için, egemenliğimizi.”
Sayfalarca tahlil edilebilecek Cumhuriyet tarihini İmparator bir cümle ile özetlemiş. Anadolu halklarının tepesindeki zalim imparatorluk, yerini tek partili, tek adamlı, baskıcı, ırkçı bir ulus devlete bırakmıştır. Önce kalpaklı, sonra fötr şapkalı Kemalistlerin devletine.