Şenol Karakaş
Savaş, bombardıman ve ölüm, Kürt sorununda yine tercih edilen “çözüm” yöntemi olmuş gibi görünüyor. Hükümet, Silvan olaylarının ardından, sınırötesi harekâtlara başladı, Kandil bombalanıyor. Öte yandan, PKK’nin düzenlediği eylemlerde çok sayıda asker ve polis öldürüldü.
Belli ki, şiddet, bir süre daha hüküm sürecek. Böylesi dönemlerde, yeni siyasî saflaşmaların oluşması, bu saflaşmaların bir önceki döneme göre sert biçimler alması anlaşılabilir. Anlaşılır olmayan, batıda, savaşın tırmanmasının sorumluluğunu Kürt özgürlük hareketine yıkan güçlü bir eğilimin şekillenmesi. Birdenbire, her şey unutuldu. Silvan saldırısı Milat oluverdi. Silvan olmasaydı, tüm sürecin güllük gülistanlık olduğunu yönündeki bu eğilim, çelişkili bir ruh halini yansıtıyor: Gerçek bir barış talebiyle, barış için mücadele eden halkın eylemlerine duyulan kızgınlık bu kesimlerde aynı anda güç kazanıyor.
Kürt sorununun nedeninin, Kürt halkı ve onun liderliği olmadığını bir kez daha hatırlatmak çok önemli. Kürt sorunu, basitçe, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürtlerin varlığını kabul etmemesidir. Sorunun kökeninde, geleneksel inkâr politikası yatmaktadır ve bu inkârcılık, toplumsal ve kültürel bir asimilasyon ve zaman içinde bir devlet refleksi haline gelen şiddet uygulamalarıyla garanti altına alındı, devletin iç güvenlik stratejisinin merkezî öğesi haline getirildi.
Unutulmaması gereken, unutulduğunda Kürt hareketinin izlediği mücadele yöntemleri nedeniyle derhal kınanmasına neden olan bir gerçek var. Bu sorunun, bir de Kürt halkı açısından algılanış ve yaşanış şekli var. Devlet açısından inkâr etmek, Kürt halkı açısından inkâr edilmek, anadilini kullanamamak, nasıl yaşayacağına karar verememek, siyasî partilerinin defalarca kapatılması, ulusal lideri olarak gördüğü kişinin tutsak edilişi, verdiği oylarla meclise yolladığı milletvekillerinin haklarının gasp edilmesi, binlerce Kürt’ün ‘faili meçhul’ cinayetlerle yok edilmesi anlamına geliyor. Kürt sorunu, Kürtler tarafından yaratılmamıştır. Kürtler bu sorunun açığa çıkması için mücadele ettiği için, Kürt halkının var olduğunu ve haklarından geri adım atmayacaklarını gösterdiği için, sorun bugün bu düzeyde tartışılır ve Türkiye’de demokrasinin gelişmesini belirler hale gelebildi.
Her mücadele, mücadele edenlerin özgüvenini artırır. Kürt halkı, her geçen gün daha fazla ve daha büyük bir özgüvenle Kürt halkı olduğunun bilincini geliştiriyor. Ama batıda yaşayanlar açısından bu bilinç görünür olmasa bile, Kürdistan diye bir yerde kendisine Kürt diyen bir halkın yaşadığı ve baskı gördüğünün bilinmesi gerekirdi. Bu halk, Kürt hareketinin liderliği ve mücadelesinin, varlığının tanınması sorununun gündeme oturmasında belirleyici olduğunun bilincinde. 12 Haziran seçimlerinde BDP’nin aldığı oylar bu bilincin net bir göstergesi oldu.
Devlet ve hükümet kademelerinden “aranıza mesafe koyun” tehdidi, içi boş bir gözdağı olarak okunuyor Kürtler tarafından. Bu, “BDP, PKK’nin terörist olduğunu ilan etsin” kof önerisiyle de sık sık karşımıza çıkıyor. Kürt halkını ve BDP’lileri kendilerini inkâr etmeye zorlamak değil mi bu? Bu yüzden de Kürt hareketinin hiçbir bileşeni, bu türden bir adım atmıyor. Tersine, 12 Haziran seçimlerinde, Kürt illerinde geniş bir blok kuruldu.
Bu blok, seçimlerde Kürt hareketinin çok önemli bir sıçrama yapmasını sağladı. Bu başarının, bu birleşik eylemin ürünü olan özgüvenin siyasî ifadesi ise, Demokratik Özerklik ilanı idi. Hükümetin, devlet bürokrasisinin, TSK’nın, sağdan soldan milliyetçilerin asabını bozan ise işte Kürt hareketinin attığı bu siyasî adım oldu.
Silvan olayları değildir savaşı yeniden tırmandıran! Demokratik Özerklik ilanı, yani Kürtlerin nasıl yaşamak istediklerine dair bir irade beyanı olarak görülmesi gereken hamledir. Büyük Türklük kibrine sahip olanlar, bu hamleyi kaldıramadı. Ve hep beraber suçluyu ilan ettiler: Kürt hareketi!
Batıdaki bu ruh hali, siyasal çözüm yönünde kimsenin işine yaramaz. Savaş isteyenlerin elini güçlendirir. PKK’nin silah bırakmasını isteyenlerin de işine yaramaz, çünkü bu tutum, Kürt özgürlük hareketinin tüm siyasî kadrolarıyla siyasal mücadelede yer almalarının olanaklarının yaratılmasına hizmet etmez. Kibir ve milliyetçilik el ele gitmektedir ne yazık ki. Ve Kürt halkı tek bir koşulda, siyasal demokrasinin sınırlarının Kürt halkının kendi kaderini özgürce belirleyebileceği koşullara kadar genişlemesiyle, PKK’nin silah bırakmasına onay verir.
Batıda Kürtleri eleştirme modası bu yüzden, sadece savaşa hizmet eden bir eğilimdir. Eski bir eğilimdir. Barış isteyenler hükümete basınç yapmalı, bu basıncı kitlesel bir şekilde yapmalı. Barış isteyenler, Ergenekon’la Kürt hareketinin hiçbir ilişkisi olmadığını vurgulayarak, Ergenekon karşıtı mücadelede en önemli müttefiğin Kürt özgürlük hareketi olduğunu ve Kürt halkına güven verildiğinde siyasal demokrasinin gelişmesi için batıdaki demokrasi güçlerinin en önemli kardeşi olacağını bilmeli, eleştiri oklarını AKP hükümetine yöneltmeli.