“Paris işçileri, egemen sınıfların başarısızlıkları ve ihanetleri arasında anladılar ki, onlar için, halka ait işlerin idaresini kendi ellerine alarak durumu kurtarma saati gelmiştir… Anladılar ki, hükümet gücünü ele geçirerek kendilerini kendi kaderlerinin efendisi kılmak için, bu onların kaçınılmaz görevleri ve mutlak haklarıdır.” 18 Mart 1871 tarihli, Paris Ulusal Muhafız Merkez Komitesi bildirisi, bu önemli açıklamayı içeriyordu. Paris halkı 140 sene önce burjuvazinin başarısızlığının, ihanetinin ve ikiyüzlülüğünün sonucunda, ayağa kalktı. İmparatorluğun yayılmacı politikalarının sonucunda Prusya’yla başlattığı savaş, onursuzca sonuçlandı. Tam 130 bin Fransız askeri teslim oldu, bizzat imparator teslim alındı. Prusya, Fransa’ya ağır şartlar dayattı, barış için tüm Fransa’nın silahsızlandırılmasını ve en önemlisi Paris’in tüm silahlarını teslim ederek derhal teslim olmasını talep etti.
Komün, hem Fransız burjuvazisinin teslimiyetçiliğinin hem de bu işgal politikalarının yarattığı öfkenin ve mücadele isteğinin ürünü olarak patlayan bir hareket oldu.
Burjuvazi Paris’i satıyor
Fransa’da 1866 yılında toplam 37 milyon nüfusun 4,7 milyonu işçiydi. Paris’in 1,8 milyon nüfusunun yaklaşık dörtte biri işçiydi. İşçiler 1857 yılında başlayan ekonomik buhrana karşı toparlanarak, grevler örgütleyerek yanıt vermeye başlamış ve sınıf şekillenmesini daha ileri bir düzeye taşımıştı. Grevlerin sayısı 1870’lere gelindiğinde daha artmıştı.
Özellikle Paris işçileri arasında darbeci ve kooperatifçi anarşist geleneğin etkisi yüksekti. Marx’ın Genel Konsey’inde çalıştığı Uluslararası İşçi Derneği nispeten küçük bir etkiye sahipti.
Fransa’nın Prusya’ya savaş açması ve çok ağır koşullarda bir ateşkesle sonuçlanacak bir yenilgi yaşaması, özellikle Paris’te kızgınlıkla karşılandı.
Ulusal Savunma Hükümeti’nin dışişleri bakanı Jules Favre, Bismarck’la ateşkes koşullarını görüşmeye gitti. Koşullar Paris yoksullarını daha da hiddetlendirdi. Bu, aslında Paris’in teslim olması anlaşmasıydı. Anlaşmaya göre 12 bin kişilik tümen dışında tüm Paris ordusu teslim olacaktı. Kaleler Prusya askerleri tarafından işgal edilecek ve 200 milyonluk bir savaş tazminatı ödenecekti. Anlaşmanın başka bir şartı ise savaşta yensin ya da yenilsin, burjuvazinin korktuğu gerçek gücün hangi toplumsal sınıf olduğunu ortaya seren bir dalavereydi. Buna göre, sekiz gün içinde yeni bir Ulusal Meclis seçilecekti. Marx, Fransa’da İç Savaş adlı eserinde anlaşmanın bu yönünü şöyle açıklar: “Öte yandan bu anlaşma, onların şimdi Prusya’nın yardımıyla, cumhuriyete ve Paris’e karşı girişecekleri iç savaşı da başlatıyordu. Tuzak, teslim koşullarının ta içinde kurulmuş bulunuyordu. O sırada toprakların üçte birinden çoğu düşmanın elindeydi; başkentin illerle bağlantısı kesilmiş, bütün ilişkiler kopartılmıştı. Bu koşullar içinde Fransa’yı gerçekten temsil edebilecek kişiler seçmek, hazırlıklar için gerekli zaman verilmedikçe olanaksızdı. Teslim anlaşmasında bir Ulusal Meclis’in sekiz gün içinde seçilmesi, işte bu nedenle yer aldı.”
8 Şubat 1871’de yapılan seçimlerle oluşan Ulusal Meclis, Bordeaux’da toplandı. Seçilen 750 milletvekili arasında 400’ü kralcıydı. Teslim koşullarına hızla uyulmasını istiyorlardı.
17 Mart gecesi, anlaşma uyarınca, Paris’in silahsızlandırılması ve Ulusal Muhafızlar’ın elindeki topların alınması için müdahale başladı. Kısa sürede, ev kadınlarının erken uyarısı, Louise Michel gibi kadınlar tarafından yönetilen İlçe Güvenlik Komiteleri’nin müdahalesiyle direniş örgütlenmeye başladı. Paris’i silahsızlandırmak için müdahale eden Fransız askerleri, kadınların, yaşlıların, çocukların Ulusal Muhafızlarla birlikte, onurları için ölümü göze alma kararlılıkları karşısında, bu barışçıl kitle hareketiyle bütünleşti. Böylece Paris devrimi başladı.
Paris Komünü, 72 gün sürecek iktidarını ilan etti.
Gökyüzünün fethi
Paris Komünü’nün ömrü kısa sürdü. Ama Komün deneyimi, ezilenlerin tarihsel hafızasında edindiği önemi hiçbir zaman kaybetmedi. Paris ezilenlerinin eylemini bu denli görkemli kılan, ilk kez, ezilenlerin kendi eylemiyle devlet aygıtının yıkılabileceğini ve yerine işçi sınıfının öz yönetim organları üzerinde yükselen yeni bir devlet örgütlenmesini kurabileceğini kanıtlamasıdır.
Leon Troçki, Paris Komünü üzerine bir makalede devlet aygıtı hakkında şunları söylüyor: “Devlet kendi başına bir amaç değildir. Yalnızca egemen toplumsal gücün elindeki bir makinedir. Her makine gibi devletin de kendi motor mekanizması, iletim mekanizması ve işletim mekanizması bulunmaktadır. Motor gücü sınıf çıkarı, mekanizması ise ajitasyon, basın, kiliseler ve okulların propagandası, parti, sokak toplantısı, dilekçe, isyandır. İletim mekanizması, kast, hanedan ya da sınıf çıkarının tanrısal (mutlakiyet) veya ulusal (parlamenterizm) irade kisvesi altındaki yasama örgütüdür. Ve son olarak, işletim mekanizması da hükümet ve polis, mahkemeler, cezaevleri ve ordudur.”
Parisli işçiler devlet örgütlenmesini dağıtırken bir dizi politik tedbir aldı. Komün, bu tedbirlerin ve bu tedbirlere eklenebilecek ekonomik önlemler toplamının toplumsal ve siyasî ifadesi olduğu için benzersiz bir öneme sahiptir. Sosyalizmin işçi sınıfının kendi eyleminin ürünü olacağını düşünenler açısından, Komün, siyasî önderliğin belirleyici olmadığı, katı bir merkezî örgütün planlaması sonucunda iktidarın ele geçirildiği bir altüst oluş değildir. Komün, kimsenin beklemediği bir devrimci sıçrama anıdır. Parisli işçilerin, kaderlerinin belirlendiği sahaya yumruklarını kendiliğinden vurmasının ürünüdür. Komün’ün tüm Avrupa rejimlerinin ödünü patlatmasının nedeni, “bildiğimiz türden devlet” olmadan, işyerlerinden, atölyelerden kaçışarak korkuyla Paris’i terk eden patronlar sınıfı olmadan ezilenlerin kendi kendilerini yönetebileceğini kanıtlamış olmasıdır.
Azınlığın çoğunluğu yönetmesi, karmaşık bir devlet örgütlenmesini zorunlu kılar. Devletin, yasama, yargı ve yürütmeyi parçalaması, halkın üzerinde bağımsız bir güç görüntüsü altına gizlenen düzenli ordunun hiyerarşik örgütlenmesi, cebinde silah taşıma hakkına yasalarla sahip olduğu için bu hakkını sık sık insan öldürerek değerlendiren adamlardan oluşan polis teşkilatı, rüşvetle, kirli ilişkilerle özel mülkiyetin dokunulmazlığını garanti altına alan yargı sistemi ve beş yılda bir yapılan seçimlerle dokunulmazlık zırhına bürünen siyasîlerin yüksek politik alışkanlıklarıyla, devletin devamlılığını sağlayan tüm bir profesyonel devlet bürokrasisi elitinin karmaşık birliğinin bir saçmalıktan başka hiçbir şey olmadığını Paris Komünü iki ayda kanıtladı.
İşçi demokrasisi
Komün, devleti hemen üst kattan alt kata indirdi. Karmaşık tüm sırlarını ortadan kaldırdı. Seçilenlerin dokunulmazlığını sona erdirdi. Seçenler, eksiklik gördüklerinde seçilenleri geri çağırma hakkına sahip oldu. Yöneten-yönetilen işbölümü, Komün’ün basit bir tedbiriyle sönümleneceği bir güzergâha girdi, Komün yöneticilerinin en yüksek maaşı, ortalama işçi ücretleri düzeyine çekilerek profesyonel yöneticilik cazip merkezi olmaktan çıkartıldı.
Komün, düzenli ordu yerine halkın kendi silahlı örgütlenmesini yerleştirdi. Böylece azınlığın çıkarlarının en önemli koruyucusu olan silahlı güçler lağvedilmiş oldu. Polis teşkilatı dağıtılarak her bir komün kendi güvenliğini kendi öz örgütlenmesiyle sağlamaya başladı. Komün, patronların ödünü patlatan ekonomik tedbirlere de başvurdu. Fırın işçilerinin gece çalışmasını kaldırdı. Kiraların ödenmesini erteledi, bombalanan evlere evsizler yararına el koydu, rehin bırakılan ve değeri 20 Frank’ın altındaki her eşya borçlar ödenmeden geri alınabildi. Ücretler üzerinde ceza uygulamasına son verildi, kesintiler kaldırıldı.
Daha önemli tedbir ise, işyerleriyle ilgili başlatılan soruşturma oldu. Makine sanayiinde, metal sanayiinde, terzicilikte çalışan işçiler, marangozlar, fırın işçileri bu soruşturmayı yürütecek komisyona temsilci göndermek için toplantılar yaptı. Soruşturma, patronlar tarafından terk edilen işyerleri ve atölyelerin dökümünü yapmayı ve bu işyerlerini işçi kooperatiflerine devretmeyi hedefliyordu.
Komün, siyaseti doğrudan demokrasi temelinde yeniden yapılandırması, ekonomiye ise kolektif bir karakter kazandırma yönündeki eğilimiyle, “baldırı çıplakların” yönetiminin somut kanıtı oldu.
Ama sonuçta Komün yenildi. Marx’ın dikkat çektiği gibi, bir ayaklanma Paris işçileri açısından ölümcül olabilirdi. Ve gerçekten de ölümcül oldu.
Devrimci bir işçi sınıfı, burjuvazi için bir tehditken, silahlanmış bir işçi sınıfı burjuvazi açısından silahlı bir tehdit haline gelir. Bu yüzden, Ulusal Meclis’in Başkanı Thiers, “Fransız kitlelerinin Paris’in etrafını saran Bismarck ordularına karşı ayaklanmasıyla değil, Fransa’nın gerici ordularının işçi Paris’e karşı ayaklanmasıyla” ilgilendi.
Komün yenildi. Paris’in abluka altına alınması nedeniyle, taşradan yalıtılması nedeniyle, uluslararası koşulların elverişsizliği nedeniyle, en önemlisi de devrimin gerçekleştiği gün güçlerini Thiers hükümetinin dağıtılması için seferber etmemesi nedeniyle yenildi.
Komüncüler Tahrir Meydanı’nda!
Paris Komünü, bir işçi devriminin ve işçi demokrasisinin ne olduğuna dair yürüyen tartışmaya, işçilerin kendi eylemiyle verilen ilk yanıt oldu. Karşı devrim 35 bin Paris Komünar’ını öldürdü, kurşuna dizdi, idam etti, toplu mezarlara gömdü. Ama bir kez, yaşanan yaşanmıştı. Paris işçileri, “emeğin kurtuluşunun içinde ifade olacağı siyasî biçimi” nihayet bulmuştu. Yıllar sonra Engels, işçi demokrasisinin nasıl bir şey olduğunu merak eden baylara, “Paris Komünü’ne bakın!” yanıtını verecekti. Bu yanıt, evrenin efendilerinin suratına sürekli çarpılıyor. Çarpılıyor, çünkü Komün teorik bir tahlilin, işçi sınıfının kendisini egemen sınıf olarak örgütlemesi gerektiği fikrinin somutlanması oldu.
Komün yenildi, ama 1905’te Rus devriminde Sovyetler adıyla yeniden sahne aldı, 1917 Şubat ve Ekim devriminde, 1918-1923 Alman devriminde, 1919 Macar devriminde, 1936 İspanya İç Savaşında, 1968’in devrimci dalgalanmasında, 1989-1991 Doğu Bloku rejimlerinin yıkılmasında, 1871 Paris’inin işçileri, alanlardaydılar. İlk cesaret edenler onlardı.
Herhangi bir devrimi, devrimin liderliğinin siyasî kompozisyonuna göre değerlendirenler, Paris Komünü’nde devrimci bir partinin liderliğini görmedikleri, hatta Komün yönetiminde Marksistlerin oranı küçümsenecek miktarda olduğu için, 1871’i de beğenmeyeceklerdir. Devrim-beğenmezlik, geçmişte kalan kibirli bir hata değil; bugün de Tunus’ta, Mısır’da gerçekleşen devrimler kendilerini beğendirmeyi başaramıyor. Oysa, her devrimin baharı, Paris Komünü’dür.
***
Komün’den yurtseverlere ikaz!
Paris Komünü Marksist devlet teorisinin şekillenmesi için çok önemli bir deneyim oldu. Bir işçi demokrasisinin sadeliği, karmaşık devlet aygıtının yerine aşağıdan yukarı örgütlenen, demokratik, çoğulcu ve basitleştirilmiş, doğrudan üreticilerin müdahalesiyle belirlenen bir siyasal yapının ne kadar hızla kurulabileceğini kanıtlaması, Karl Marx tarafından çok önemsendi.
Yine de Komün’ün iki temel sorunu vardı: Birisi, devrimin tek bir şehirde sıkışmış olmasıydı. Tek bir ülkede bile bir işçi devletinin uzun süre yaşaması mümkün değilken, tek bir şehrin sınırları içinde tecrit olan bir işçi demokrasisi yaratıcı potansiyelini açığa vurmak için ihtiyaç duyduğu politik alana, kaynaklara ve zamana sahip olamaz. Komün, Paris işçilerinin tüm dünya cumhuriyeti için ayağa kalkmasının siyasî biçimi olsa da, devrimin sürekliliğinin sağlanamaması Komün’ün sonunu getirdi.
Komün deneyiminin ikinci sorunu, yaklaşık elli yıl sonra stalinizmin dünya işçi hareketinin başına musallat ettiği “tek ülkede sosyalizm” teorisinin ve bu teoriden türeyen yurtseverlik, milliyetçilik gibi fikirlerin ne kadar tehlikeli ve siyasî kurtuluşu dünya ezilenlerinin dayanışmasına bağlı olan bir hareket için ne kadar köstekleyici olduğunu kanıtlıyor. Paris devrimcileri arasında da Stalin’in öncülleri vardı. Bunlardan biri Blanqui’ydi. Blanqui’nin siyasî perspektifinin Paris’in devrimci girişkenliği üzerinde yarattığı olumsuz politik basınç hakkında Lenin’in şu sözleri, yurtseverliği sosyalizmin doğal bir öğesi olarak görenlere de bir ikaz olarak düşünülebilir:
“Burjuvazi o zaman, işçi sınıfının ulusun bağımsızlığı için yönetimi altında savaşacağı bir ‘ulusal savunma hükümeti’ oluşturuyordu. Gerçekte bu hükümet, görevini Paris işçi sınıfına karşı savaşımda gören bir ‘halka ihanet’ hükümetiydi. Ama yurtseverce yanılsamaları ile körleşen işçi sınıfı bunu anlamıyordu. Yurtseverlik fikri, 18. yüzyılın Büyük devrimine kadar çıkar. Bu fikir Komün sosyalistlerinin kafasını egemenliği altına aldı ve örneğin söz götürmez devrimci ve sosyalizmin ateşli yandaşı Blanqui bile gazetesi için la Patrie en danger! (Yurt Tehlikede!) burjuva çığlığından daha uygun bir başlık bulamadı!
Bu iki çelişik amacın -yurtseverlik ve sosyalizm- bir araya gelmesi, Fransız sosyalistlerin ölümcül yanılgısını oluşturdu. Enternasyonalin Eylül 1870 bildirgesinde Marx, yalancı ulusal görüşe kendini kaptırmasına karşı Fransız işçi sınıfını uyarmış bulunuyordu.”