Komintern ve İspanya İç Savaşı
E.H.Carr
Çeviren Ali Selman
İletişim, 2010.
1920’lerin ve 1930’ların yenilgiye uğrayan devrimleri arasında en çok bilineni İspanya’daki devrim ve iç savaş sürecidir. İspanya İç Savaşı Ken Loach’un “Toprak ve Özgürlük” filmiyle, Picasso’nun “Guernica” tablosuyla ve savaşmak için onlarca farklı ülkeden gelen Enternasyonal Tugaylar’ın yiğitliğiyle hatırlanır. Ancak İspanya İç Savaşı’nın trajedisi faşizme karşı umutsuz bir savaş olmasında değil, uğradığı ihanette yatıyor.
E.H.Carr’ın Komintern ve İspanya İç Savaşı kitabı iç savaşın tarihini partiler, liderler ve izlenen politikalar ekseninde anlatırken, “Moskova’nın İspanya karşısındaki tutumunda, devrimci hedeflerin yerini giderek nasıl Sovyet devletinin güvenlik hedeflerinin aldığını” gözler önüne seriyor. Carr bunu Stalin’in İkinci Dünya Savaşı öncesi izlediği İngiltere ve Fransa’yı ürkütmeme politikası ve Avrupa’daki genel politik dengeler bağlamında yapıyor.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan devrimci isyanların yenilmesi dünya devrimi fikrini zora sokarken Rusya’da da karşı devrimin önünü açtı. Dünya devriminin partisi olarak 1919’da kurulan Komintern SSCB’nin bir aparatı haline dönüşürken, yeni egemen sınıf olan bürokrasi tarafından Sovyetler Birliği’ni korumak asıl amaç haline getirildi. 1936’ya gelindiğinde SSCB yükselen Nazi Almanyası’na karşı batılı kapitalist devletlerle işbirliği yapmaya çalışıyordu. İttifakın güvenli bir şekilde yürümesi için SSCB’nin başka ülkelerde “devrim kışkırtıcılığı” yapmaması gerekiyordu. Bu politikaya uygun olarak tüm komünist partilere ‘anti-faşist halk cephesi’ adı altında burjuva partileriyle koalisyon yapmaları önerildi. Fransa ve İspanya’da kurulan bu halk cepheleri bir yandan işçi sınıfının aşağıdan basıncına maruz kalıyor, diğer yandan Moskova’nın ittifak çıkarları için “demokratik cumhuriyet”le sınırlı kalmaya çalışıyordu. Enternasyonal sektereri Dimitrov, Lenin’in devlet teorisini altüst ederek İspanya’daki cumhuriyeti “sovyet devleti değil, ama burjuvazinin gerçek sol kesiminin katılımıyla, anti faşist bir devlet” olarak tanımlıyordu.
Devrimi sınırlamak için eski “iki aşamalı devrim” anlayışı da kullanıldı. Çin’de olduğu gibi bu teoriyle işçiler burjuvaziye tabi kılınıyor, devrim erteleniyordu. Komintern’in en parlak görevlilerinden Togliatti devrimin İtalya ve İspanya gibi ülkelerde henüz “burjuva demokratik devrim” aşamasında olduğunu söylüyordu.
Ancak işçi sınıfının beklemeye pek niyeti yoktu. İspanya’da 16 Şubat 1936’da Halk Cephesi’nin seçim zaferi işçilerin ve köylülerin kendilerine güvenini arttırdı. Seçimlerin ardından genel af ilan edildi, işçiler fabrikalara el koymaya başladı, köylüler topraklarda kolektifler kurdu. Yükselen İspanya Devrimi burjuvaziyi harekete geçirdi ve General Franco’nun Ağustos 1936’daki isyanıyla birlikte İspanya İç Savaşı başladı.
İspanya’nın kaderi, büyük güç bloklarının yaklaşan dünya savaşının provasını yaptığı bir deneme tahtası olmaktı. Ülkedeki küçük Komünist Parti Sovyet desteği sayesinde gücünü devlet içinde radikal bir şekilde arttırdı. Almanya ve İtalya’nın isyancılara yoğun desteği, Cumhuriyet’in yetersiz askerî gücü, zayıf örgütlenme ve batılı devletlerin umursamazlığı genç İspanya Cumhuriyeti’nin yenilgisine neden oldu. Ancak en umulmadık ihanet Sovyetler Birliği’nden geldi. Ülkedeki anarşistler ve özellikle POUM’da örgütlenen anti-stalinistler faşistlerle savaşırken Stalin tarafından arkadan bıçaklandılar. Stalin’in tehlikeli bir rakip olarak gördüğü, Aralık 1936’da 70.000 kişilik bir güç olan POUM, Haziran 1937 kapatıldı, liderlerinden Andres Nin işkenceyle öldürüldü.
Carr’ın kitabı Stalinizm’in yarattığı trajediyi belgelerken SSCB’nin İkinci Dünya Savaşı’nda izlediği politikaları, Molotov-Ribbentrop anlaşmasını, Polonya’nın Nazilerle paylaşılmasını anlamak için de önemli bir kaynak. Kısa ama yoğun bir anlatımla, haritalar ve resimlerle okuyucuyu dönemin içine rahatça çekebiliyor. Değerli bir eser.
Onur Devrim Üçbaş