Sakine Günel
Koca dayağına isyan edip dayağa karşı dayanışmak için sokağa çıkmamızın üzerinden yirmi dört yıl geçti. Hâlâ ekonomik şiddetle birlikte, dayak, taciz, tecavüz, yaralama ve cinayetlerle erkek şiddeti kadınların gündeminin birinci sırasındaki yerini koruyor.
Feministlerin ve kadın kurumlarının erkek egemenliğine karşı mücadelesinde hukukî kazanımlar olmasına rağmen, şiddete karşı yasaların uygulamasında çok sınırlı yol alındı. Bu mücadele sürecinde yaygın ve güçlü bir kadın hareketinin olmayışı nedeniyle, erkek egemen sisteme karşı her alanda bütünlüklü politik bir mücadele de yürümedi. Daha çok yasal düzenlemelerle yürüyen kadın politikası bir süredir şiddete karşı yasaların uygulanması için çaba harcıyor.
Feministler olarak, son yıllarda artan kadın cinayetlerini önlemeye yönelik kazanımların uygulanması ve kadınların öldürülmemesi için politik ve hukukî mücadelemizi sürdürüyoruz. Bir yandan devletin de kadınları “gözeten”, sadece şiddetle sınırlı olmayan, kadını erkeğin karşısında güçlendirecek pozitif ayrımcılık önlemleri içeren sosyal politikaları hayata geçirmesi gerekirken, neoliberal politikalarla esnek, kuralsız, güvencesiz çalışma kadının ev içindeki emeğine el koyarak yeniden düzenleniyor. Kadınların emeği ucuz işgücü olarak piyasada yer bulurken, yapılan düzenlemelerle kadının ev içindeki işlerini aksatmayacak şekilde ailenin ve sermayenin çıkarları gözetiliyor. Kadın erkek eşitsizliği derinleşiyor. Kadınlar şiddete açık hale geliyor.
Muhafazakâr ideoloji
Kadınları aile içinde kadınlık rolleriyle tanımlayan aile temelli sosyal politikaları merkezine alan muhafazakâr ideolojinin etkisini üzerimizde her an hissediyoruz. Seçim döneminde kadınlardan oy isteyen siyasî partilerden kadın cinayetlerini önlemeye dair bir açıklama duymuyoruz. Ya da seçim bildirgelerinde yer verdikleri kadınların talepleri, iktidara geldiklerinde unutacakları bir vaade dönüşüyor.
Halihazırda kâğıt üzerinde kalacak yasaları rötuşlamak, düzenlemeleri yapmakla yetinip “en iyi yasaları biz çıkardık” diyen hükümet, yasaların uygulamadaki takip yükümlülüğünü unutuyor. Kâğıt üstünde kalan yasalar ve genelgeler hükümeti savunma işlevi görüyor, erkek egemen sistem kadını ev içinde tutabildiği oranda, uygulamaya dokunmadan yasal değişikleri yapıyor. Kadınları aile içinde tutmak için, sığınaklar açılmıyor. Daha yeni Aileden Sorumlu Bakanlık tarafından hazırlanan ‘Aile 2023 Vizyonu’ belgesinde ahlakî yozlaşma ve nikâhsız birlikte yaşamın aile kurumunu tehdit ettiği gerekçesiyle “onaylı belgeli ve boşanmasız birlikteliklerin” teşvik edileceğini açıklandı.
Boşanmasız, çünkü erkek kadının kendi tasarrufundan, denetiminden çıkmasını istemediği için, kadınlar en çok boşanmak istedikleri için öldürülüyor. Artan muhafazakârlık kadınların ev kadını, anne kimlikleri ile erkeklerin belirlediği sınırlar ve kurallar içinde yaşamasını istiyor. Kadınlar yemeği geç yaptığı, izinsiz sokağa çıktığı, tuzluğu uzatmadığı, sürekli makarna yaptığı, mesaj çektiği, sevişmediği gibi erkekçe bahanelerle öldürülüyor, kadınların itirazları şiddetle bastırılıyor. Kadın emeği ve bedeni üzerindeki tahakküm şiddetle sürdürülüyor. Kadınlar boşanıp kendi ayakları üzerinde durmak istiyor.
Yemeğini pişirdiği, evini temizlediği, çocuğunu taşıdığı, yatağındaki erkek kadının katili oluyor. Sekiz yerinden bıçaklanan Tuğba Ö., “Hamileydim, ‘öldüreceğim’ tehditlerine inanmadım” demiş. Oysa erkekler hamile, hasta, genç, yaşlı dinlemeden kadınları öldürüyor. Kadınlar kendi kimlikleri ve özgürlükleri için mücadele ederken, erkek egemenliğine itaat etmezken ölümü göze alarak bir mücadele sürdürüyor.
Genelge kâğıt üzerinde
Kadın cinayetleri artık devletin de gündeminden kaçamayacak boyutlara ulaştı. Ancak bu gündemleşme kadın cinayetlerine karşı ciddî önlem almaya yol açmıyor. Başbakan Erdoğan, “Kadın cinayetleri medyada ve muhalefette abartılıyor” diyor. Dünyada ilk örnek olarak bir Başbakan kadınlara ‘Eşit değilsiniz,” diye vaaz verirken, erkek şiddetine karşı olumlu yaptırımlar içeren 2006-17 sayılı Başbakanlık genelgesi ilgili devlet kurumlarınca uygulanmıyor. Genelge kâğıt üzerinde kalıyor. Savcılıklar erkek şiddetini şikâyet etme gücünü bulan kadınlar için koruma kararı vermekten imtina ediyor. Savcılıklar, “Her kadına tek tek koruma veremeyiz” deyip sadece tek koruma yöntemi varmış gibi, kadını sığınağa yerleştirmekten, tehdit edeni sorgulamak, denetlemek gibi caydırıcı olabilecek çeşitli tedbirleri almaktan kaçınıyor. Korunmak isteyen kadınların başvurularını ciddiye almayıp kadınları erkek şiddetine ve kimi zaman ölüme mahkûm ediyorlar.
Kadınların savaşı emeğine, bedenine kimliğine sahip çıkma mücadelesidir. Bu savaşta her geçen gün bir kadın daha kaybetmemek için, erkeğin tahakkümüne karşı süren savaşta daha çok kadının sağ kalması için, kadın cinayetlerinin son bulması için acil önlem alınmasını istiyoruz!
***
Kadınlar talep ediyor!
Başta Başbakanlık olmak üzere, İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Aileden ve Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı, Emniyet Müdürlüğü, mahkemeler, savcılıklar, valilikler ve belediyeler, yani tüm ilgili kurumlar tarafından:
- Kadın-erkek eşitliği tartışmaya açılmaksızın fiilî olarak hayata geçirilsin;
- Kadınlara yönelik her tür şiddet, baskı ve ayrımcılığın önüne geçmek ve kadınların yaşam haklarını garanti altına almak üzere gerekli tüm adımlar atılsın;
- Kadın örgütleriyle birlikte kadın cinayetlerinin sona ermesi için acil bir eylem planı hazırlanarak uygulamaya geçirilsin;
- Kadın cinayetleri davalarında ‘haksız tahrik indirimi’ = ‘erkeklik indirimi’ uygulanmasın;
- Şiddet gören, ölümle tehdit edilen kadınlar karakol, adliye, jandarma kapılarından ‘aile meselesi’ denerek geri gönderilmesin, tüm yasal haklarını kullanmalarının sağlanması yanında özel önlemler alınarak koruma altına alınsın;
- 2006/17 sayılı Kadın ve Çocukları şiddetten korumak için çıkartılan Başbakanlık Genelgesi uygulamaya konulsun.
- Sığınakların sayısı 38’den ivedilikle 3800’e, kısa sürede her 7500 kişilik nüfusa bir sığınak düşecek sayıya getirilsin.
- Medyada kadın cinayetleri erkeklerin gerekçeleriyle haberleştirilmesin.
Kadınlar hep birlikte nöbetteydi
11 ve 12 Mayıs günleri kadınlar Taksim Meydanı’nda, Ankara’da, Eskişehir’de, İzmir’de, Antalya’da, Van’da, Sinop’ta, Urfa’da, Diyarbakır’da, Adana’da, Çanakkale’de, Trabzon’da, Antep’te, Samsun’da kadın cinayetlerine karşı 7-24 nöbetteydi.
Nöbete davet bildirisinde şöyle deniliyordu:
“Kadınlar en yakınındaki erkekler tarafından öldürülüyor!
Kadın arkadaşlarımızı en çok boşanma süreçlerinde ve kadınlara rağmen güçlendirilen ‘aileler’ içinde kaybediyoruz…
Kadınlar savcılıklara başvurduğu durumda da göz göre göre öldürülüyor.
Kadın cinayetlerinin yüzde bin dört yüz arttığı, maalesef her gün gazetelerden bir kadın arkadaşımızı daha kaybettiğimizi haber aldığımız koşullarda Yasama, Yürütme, Yargı bu katliamı sadece seyrediyor!
Katliam haline gelen kadın cinayetlerini fark etmemek, görmezden gelmek nasıl mümkün olabilir derken içinde kadınlara yönelik şiddet, kadın cinayetleri ile ilgili herhangi bir acil eylem planı, projesi, stratejisi hatta bunlara dair tek satır geçmeyen parti programlarıyla karşı karşıya olduğumuz bir seçim sürecindeyiz.
Artık herkesin görmesi gerekli ki; kadın cinayetleri münferit değil, adli vaka hiç değil. Kadınları güçlendirme politikaları yerine en çok kadınları tehdit etmek için kullanılan, üstelik şimdilerde 18 yaşına çekilen bireysel silahlanma politikaları, kadınları güçsüzleştiren aileyi güçlendirme politikaları uygulandığı, gerekli yasal düzenlemeler yapılmadığı, var olan yasalar uygulanmadığı, uygulama için gerekli bütçe ayrılmadığı ve kadın – erkek eşitliğini sağlayacak politikalar hayata geçirilmediği için kadın cinayetleri sürüyor. Kadın cinayetleri münferit, kadının yeri evi, kocasının dizinin dibi sayıldığı için, süregiden katliam politik gündemin dışında bırakıldığı için sürüyor. Artık rakamları telaffuz etmeye dahi dilimiz varmıyor, yılda bine yakın kadın, günde 5 kadın… öldürülürken değil bir acil durum, teyakkuza geçmek bu katliam münferit, vaka-i adliyeden sayılabiliyor…
Bu zihniyete, bir kadın arkadaşımızı daha kaybetmeye, bu konuda hiçbir adım atılmaksızın kaybedilen bir güne dahi tahammülümüz yok iken bu zihniyetle, korkarız bir kısmımızın hayatta kalamayacağı bir 5 yılı daha düşünemiyoruz…
12 Mayıs’ta yok sayılan 25 milyon kadından, aile içinde kaybettiğimiz arkadaşlarımızdan biri Ayşe Paşalı’nın karar duruşması var. Haksız tahrik, iyi hal indirimleri talep eden ve çoğunlukla alabilen katiller, bu katliamı görmezden gelen, durdurmak için üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmeyen tüm suç ortakları hala aramızda, serbest, sorumsuz ve umarsız…
Biz kadınlar Ayşe Paşalı’nın davasının kararını beklemek üzere meydanlarda, kadın örgütlerinde Çarşamba akşam ve Perşembe sabah 7-24 nöbette olacağız.
Biz kadınlar kadın cinayetlerine karşı, birlikte, Ayşe Paşalı duruşmasından çıkacak kararı, kadın cinayetlerini görmezden gelen yasama, yürütme, yargı organlarını, siyasal partileri, medya, demokratik örgütler ve tüm toplumun kadın cinayetlerini durdurmak için harekete geçmesini beklemek üzere nöbette olacağız.”
Ayşe Paşalı öldüğünde 42 yaşındaydı. Ölümünden beş yıl önce kocası İstikbal Yetkin’e boşanma davası açtı, aile büyükleri araya girince vazgeçti. 2009’da Yetkin, karısını dövdü ve tecavüz etti. “Cinsel saldırı” suçuyla çıktığı mahkemede “Eşimi çok seviyorum, pişmanım” dedi, serbest bırakıldı.
Paşalı ve Yetkin, Haziran 2010’da boşandı.
Yetkin, cinayetten iki ay önce Paşalı’yı bıçak zoruyla kaçırıp barışmayı kabul etmezse öldüreceğini söyledi; daha sonra evini basıp tehditlerini yineledi.
Paşalı savcılığa suç duyurusunda bulundu; savcılık Yetkin’i gözaltına almadı.
Paşalı, Aile Mahkemesi’ne başvurdu, 4320 Sayılı Ailenin Korunması Kanunu uyarınca “koruma kararı” talep etti. Mahkeme, aralarında evlilik birliği kalmadığı gerekçesiyle talebi reddetti.
İstikbal Yetkin, 7 Aralık’ta Ayşe Paşalı’yı 11 yerinden bıçaklayarak öldürdü.
Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 12 Mayıs günü Yetkin’in Türk Ceza Kanunu’nun 82/1 maddesi uyarınca ”kasten öldürme suçunu tasarlayarak işlediğine” karar verdi, sanığı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı.