İki aydan kısa sürede Kuzey Afrika’da iki ülkede devrim oldu. Tunus’ta Bin Ali 28 günde, Mısır’da Mübarek 18 günde devrildi. Bu yazı yazılırken Libya’da üçüncüsü yaşanıyor. Ortadoğu devrim ateşiyle yanıyor.
Tunus’ta hareket kimsenin beklemediği bir anda ve kimsenin ön görmediği bir biçimde başladı. Mısır’da da hareket aynı şekilde gelişti. Bu iki ülkede de diğer Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi doğru dürüst siyasî partiler yok, işçi sınıfının bağımsız örgütleri, devletten bağımsız sendikalar yok. Ama sanıldığının aksine, hareketin önceden planlanmadan başlamasının nedeni bu değil.
Hiçbir büyük, yığınsal hareket önceden planlanamaz. İşçi sınıfının devrimci, sosyalist partileri kendiliğinden patlayacak bir harekete hazır olmalı, hareket başladığında işçi sınıfına geçmiş mücadelelerin deneylerini hızla aktarmalı, hareketin taleplerinin biçimlenmesine yardımcı olmalıdır. Ne var ki, Tunus ve Mısır’da hareket kendiliğinden başladı ama harekete müdahale edebilecek, onu yönlendirebilecek, tarihsel deneylerle mücadeleyi zenginleştirecek, güçlendirecek bir devrimci parti yoktu.
Tunus’ta da, Mısır’da da hareket kendi deneylerinden öğreniyor. Bizler de hareketten öğreniyoruz.
Onyıllardır durgun olan Ortadoğu’nun bu iki ülkesinde neden halk ayaklanması şimdi başladı?
Birçokları bu soruya yanıt veremediği için işin içinde Amerikan parmağı arıyor. Devrimleri Soros’un marifeti olarak tanımlayanlar bile oldu. Bazıları ise daha “teorik” bir biçimde bunların devrim olmadığını anlatıyor.
Her şeyden önce Mısır ve Tunus işçi sınıflarının deneyimsiz oldukları iddiası yanlış. Özellikle Mısır işçi sınıfı yoğun bir mücadele geleneğine ve birikime sahip; 1930’lardan beri dalgalar halinde mücadeleye atılmış. Son dönemde, 2004, 2006, 2007 ve 2008 yıllarında büyük mücadeleler yaşadı. Daha çok grev biçimini alan bu mücadelelerde ekonomik talepler belirleyici olmasına rağmen işçiler siyasal, demokratik talepler de ileri sürdü.
Aynı dönemde, “Kifaye/Yeter” sloganı etrafında birleşen demokrasi güçlerinin mücadelesi de yükseldi ve kısmen işçi hareketi ile ilişki kurdu. Ancak Tunus ve Mısır devrimlerinin bugünlerde gerçekleşmesinin bir dizi küresel nedeni de var.
İsyanın Nedenleri
Öncelikle, 1970’lerin ortasından 1990’ların sonuna kadar süren yeni liberalizmin saldırısı 2000 yılında Seattle’da başlayan anti kapitalist hareket tarafından göğüslendi. Yıllar boyu yaşanan yenilgiler dönemi Seattle ile birlikte değişti. İşçiler, emekçiler, öğrenciler, halk yığınları kazanmanın mümkün olduğunu görmeye başladı. Anti kapitalist hareket bütün ülkelerde işçi ve emekçileri derinden etkiledi.
İkincisi, emperyalizmin lokomotif gücü olan ABD, İngiltere ile birlikte, Irak’ta yenildi. Askerî olarak yenildi, ama daha önemlisi siyasal bir yenilgi aldı. Bütün dünya emekçilerinin gözünde ipliği pazara çıktı.
ABD, NATO müttefikleri ile birlikte Afganistan’da da yeniliyor. Askerî olarak çok daha güçsüz olan Taliban, ABD ve NATO güçlerini askeri olarak yenilgiye uğratırken Afganistan’ı karış karış geri alıyor. Emperyalist işgal sona ermek üzere.
ABD ve müttefikleri Irak’a saldırmadan önce dünyada çok büyük bir savaş karşıtı hareket ortaya çıktı. Görülmemiş büyüklükteki bu hareket daha sonra bir ölçüde geri çekilmiş olmasına rağmen dünyanın her yerinde halklara cesaret verdi. Irak yenilgisi ise bütün dünya halklarına emperyalizmin yenilebileceğini gösterdi.
Bu iki olguya 2008 yılında bir üçüncüsü eklendi: Kriz. Kapitalizm 1929’dan bu yana karşı karşıya kaldığı en büyük ekonomik krizin içine girdi. Kriz bu kez ABD ve Batı Avrupa’yı, yani kapitalist sistemin merkezini, en büyük bankaları, en büyük finans kuruluşlarını vurdu. Yeni liberal dalga boyunca piyasa her şeyi çözer diyen kapitalist devletler piyasalara, batan banka ve finans kuruluşlarına, dev sanayi şirketlerine yüz milyarlarca dolar akıttılar. Dünya halkları bu değişimi şaşkınlık içinde izledi. Kriz belki duraklatıldı, ama dünya çapında halklar yeni liberal fikirlerin ne denli palavra olduğunu gördü.
Kriz dev finans ve sanayi kuruluşları için şimdilik durakladı, ama bu arada bir başka kriz dünyayı sarmaladı. Gıda krizi. Her yerde gıda fiyatları artmaya başladı ve Ortadoğu ülkeleri fiyat artışlarından en çok etkilenen ülkelerin başında geliyordu.
Yerel olguların yanı sıra, Tunus ve Mısır devrimlerinin bu küresel gelişmelerin etkisini de yansıttıklarını söylemek mümkün.
Tunus’ta ve Mısır’da gerçekleşen devrimlere birbirine zıt iki bakış var.
Egemen sınıflar ve bazı “solcular” yığınsal hareketlere daima yukarıdan bakar. Onlar için hükümet sözcüsü ile muhalefet sözcüsünün, dünya liderlerinin sözleri önemlidir: Obama ne demiş, Berlusconi Mübarek’i desteklemiş, El Baradey şunu ya da bunu demiş.
Süreç boyunca devrim değil, kaos görürler. Türk basını Mısır’dan haber verirken sık sık “kaos” diyordu. Bankaların çalışmaması, ortalıkta trafik polisinin olmaması, ATM’lerde para olmaması kaosun göstergeleriydi!
Ama asıl önemlisi, gelişmeler hep yukardan gözlenir. Halka, sokaklarda gösteri yapanlara, polisi geriletip yenenlere, Mübarek’in karşı devrimci çetelerini püskürtenlere, taleplerini şekillendirip ileri sürenlere bakılmaz. Yığınlar, harekete yukardan bakanlar açısından sadece bir figürandır.
Bazı “solcular” da yığın hareketlerine aynı şekilde bakar. Onlar devrimi bir devrimci partinin ve onun askerî örgütlenmesinin işi olarak görür. Hareketin disiplinli, planlı olmasını beklerler. Bu nedenle hareket kendiliğinden patladığında bir süre bir devrimin başladığını bir türlü anlayamazlar. Anladıklarında da onun devrim olmadığını, yetersizliğini anlatmaya başlarlar.
Yetersizliğinin başında örgüt eksikliği gelir. Sonra, deneysiz olduğunu söyleyip yığınları küçük görürler. Disiplinsiz, plansız olduğu için kazanma şansı yok derler. Bunları bazen açık açık ifade ederler, bazen de harekete hiç ilgi göstermeyip önde gelen isimlere bakıp sonuçlar çıkararak bunu yaparlar.
Örneğin, Mübarek’in atadığı Başkan Yardımcısı Süleyman “muhalefet”le görüşmeye başladığında, bu görüşmelere Müslüman Kardeşler de koşullu olarak katıldığında, bazı “solcular” devrimin bittiğini ileri sürdü.
Yanıldılar. Çünkü sadece yukarıya, yönetici sınıflara bakıyorlardı. Müslüman Kardeşler söz konusu olduğunda da, İslamî harekete ölesiye düşman oldukları için, rejimin devrilmesinde İslam’ın rolü ne kadar küçük olursa o kadar sevinecekleri için gerçeği çarpıtmaktan çekinmediler. Oysa Müslüman Kardeşler görüşmelere Mübarek’in gitmesini koşul olarak koyarak katılıyorlardı. İslam düşmanlığı bu gerçeğin görülmemesine neden oldu.
Aşağıdan bakış
Bir de harekete aşağıdan, sokaktaki göstericilerin arasından, onların açısından bakmak mümkün. Bu, aşağıdan sosyalizmi savunanların bakış açısı. Mısır’a, Tunus’a aşağıdan, hareketin içinden bakınca, yukarıdan bakanlardan bambaşka bir manzara çıkar.
Öncelikle kaos, karışıklık görmezsiniz. Tam tersine bir bayram havası, festival görürsünüz. Talepleri olan, eğlenen, şiir okuyan, dans eden, ama aynı zamanda ihtiyaçları için örgütlenen bir hareket görürsünüz. Mısır’da hareket polisle çatışıp Tahrir Meydanı’na yerleşirken örgütsüzdü ama polisi yenecek kadar da örgütlenmeyi başardı. Mübarek’in karşı devrimci çeteleri Tahrir Meydanı’na saldırdığında gene örgütsüzdü, ama bu çeteleri yenmeyi becerecek kadar da örgütlüydü. Büyük gösterileri çağırırken, bu gösterileri yönlendirirken hep örgütsüz görünüyordu, ama milyonluk gösterileri becerecek kadar örgütlüydü.
Mısır devrimcilerinin örgütü bildiğimiz gibi bir örgüt değil, hareketin örgütlenmesiydi. İnisiyatifle doğuyor, gelişiyor, yaşıyordu ve yerini bir başka inisiyatifle doğan, gelişen örgütlenmeye bırakıyordu.
Polisi ve karşı devrimcileri yenilgiye uğratan hareketin kendisine güveni arttı. Mübarek’in her televizyona çıkışı, her kendine güvenmez, titrek konuşması hareketin kendisine güvenini, mücadele kararlılığını artırdı
İşçi sınıfının katkısı
Başından itibaren Mısır işçi sınıfı harekete katıldı. Bazı fabrikalarda grev başladı ve işçiler gösterilere katıldı. Hareketin son 3-4 gününde ise grev hareketi ciddi boyutlarda yaygınlaştı, birçok yerde gösteriler yaptı. Mübarek genel grev çağrısının öncesinde yetkilerini Süleyman’a devretti.
Harekete yukarıdan bakanlar işçilerin mücadele içindeki rolünü göremediler, gördükleri ölçüde de anlamadılar.
Grevlerin ve direnişlerin yaygınlaşması Mısır ekonomisini durdurmaya başladı. Tekstil, çelik, askerî malzeme fabrikalarında, Süveyş Kanalı’nda, demiryollarında grev Mısır egemen sınıfı için çok kötü bir sinyaldi. Üstelik mücadeleye yığınlar halinde katılan, bir genel greve doğru ilerleyen işçi sınıfı tüm gelişmeleri temelinden değiştirebilirdi. Bu ise egemen sınıf için en istenmeyen durumdu.
Tunus’ta ise devrimin kaderini devlet sendikasının sonunda tutum alarak İçişleri Bakanlığı önündeki büyük gösteriyi çağırması değiştirdi. O gece Bin Ali en büyük tavizleri verdi, ertesi gün Tunus işçi sınıfı ve halkı gene sokaklardaydı ve o gece Bin Ali bavullarını toplayıp kaçtı.
Mısır’da da greve çıkan işçiler Mübarek’in ve rejiminin gitmesini istemenin yanı sıra sendikal örgütlenme hakkı, asgari ücretin yükseltilmesi ve ücret artışı istiyordu. Günlük ekonomik taleplerle siyasal talepler iç içe, yan yana ifade ediliyordu.
Tunus’ta Bin Ali’nin, Mısır’da Mübarek’in gitmesinden sonra hareket durulmadı. Tunus halkı özgürlüklerin gelişmesi için mücadele ediyor. Gösteri yapıyor, grev yapıyor. İşçiler sendika istiyor, kadınlar özgürlük istiyor. Tüm toplum Bin Ali döneminin bütün artıklarını temizlemek istiyor.
Mısır’da da aynı talepler Mübarek’in gittiği gece tartışılmaya başlandı. Kısacası Mısır’da mücadele yeni başlıyor.
Diktatörlüğe karşı ayaklanan, diktatörü deviren bir hareketin kolayca teslim olacağını, önüne sürülen her şeyi kabul edeceğini düşünmek mümkün değil. Bugün Mısır halkının bütün kesimlerinin kendisine güveni, kararlılığı çok yüksek. İşçiler istediklerini alacaktır. Kadınlar daha geniş özgürlükler kazanacaktır. Bütün toplumun özgürlükleri düne göre sınırsız oranda gelişecektir.
Bütün bu gelişmeler tüm Ortadoğu halklarını derinden etkileyecek. Emperyalizmin temel sorunu şimdi bu. Ortadoğu’daki gelişmelerin tüm dünyayı etkilemesi son derece kolay ve doğal. Sırada neden bir Balkan ülkesi veya bir Afrika ülkesi olmasın? Neden Çin olmasın.